subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt III                                                                           Sabri Tandoğan

 

Azize Anne

İnsanoğlu yaşadığı sürece birçok insanla görüşür, dostluk kurar, fikir alışverişinde bulunur. Bazı kimseler vardır ki, düşün­celeri ile, yaşantıları ile, olaylar karşısında takındıkları tavırlar ile söyledikleri sözlerle sizi ömür boyu etkilerler. Size yepyeni bir bakış açısı, yaşama üslûbu kazandırırlar. İşte Azize Anne böyle ışık veren, insana ve onun akıp giden hayatına anlam ve gü­zellik katan bir gönül sultanı. Otuz beş yıl oldu görüşeli. Bu otuz beş yıl içinde ondan öğrendiklerimiz, işittiklerimiz, hâl olarak şa­hidi olduğumuz öyle güzellikler, incelikler oldu ki, bize renk ver­di, nur verdi, içimiz mânâ âleminin çiçekleriyle doldu. Zaman zaman, “Ve bir an yaşıyorum, bütün bir ömre bedel” dedik. “Sevmek devam eden en güzel huyum” dedik. Bir ömür düşü­nün, bütün dakikaları iyiye güzele, büyük ve yüce olana adan­mış. Hayra adanmış. “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır”, Hadisinin en güzel örneğini ben Azize Annede gördüm. Onu ikinci annem bildim. Öyle sevdim, saydım, örnek aldım. Bilin­meyen bir kıta gibi, onu her gün biraz daha anlamaya çalışı­yorum. Azize Anne öylesine değerli, güzel, yüce bir insan ki, otuz beş yıl önce bizi tanıştıran Allah’ıma her gün şükürler ediyorum. Tevhid, İslâm’ın en ince konularından biri. Yazanı çok, konuşanı çok, yaşayanı az. Azize Annenin en çok dikkat ettiği, en hassas olduğu konu. Hemen her sohbetinde sözü tevhide getirir, aman yavrularım der, kelâmı, Hak’tan alın, söy­leyene değil, söyletene bakın. Ömür boyu tevhid düşüncesi için­de yaşamış, sözleri, davranışları, düşünceleri ile en güzel örne­ğini vermiştir. Söğüt’lü Hacı Tahsine Hanımla görüşmesini hiç unutamam. Soğuk bir kış günü. Azize Hanımın yaşlı bedeni soğuğa yenik düşmüş. Ateşler içinde, bademcikleri şişmiş, kı­zarmış. Yutkunamıyor, konuşamıyor. Telefon çalıyor. Açıyor. Karşı tarafta Söğüt’lü Hacı Tahsine Hanım. Efendim diyor, siz çok güzel ilâhiler okuyormuşsunuz. Dinleyenler söylüyor. Lütfen beni kabul buyurun. Teybimi getireyim. Biraz okuyun. Onu Söğüt’teki hanımlar toplantısında arkadaşlara dinleteyim, isti­fade etsinler. Efendim bir tarafta yutkunamayan, konuşamayan bir insan. Bir tarafta onun ilâhilerini dinlemek, teybe kaydetmek isteyen bir kimse. Ne yapılır? Genellikle hayır denilir. Ben has­tayım denilir. Azize Anne, buyur kardeşim diyor. Ve düşünüyor. Benim hastalığımı Allah biliyor. Bu hanım belki bana şifa geti­recek, diyor. Bir süre sonra ziyaretçi geliyor. Oturup sohbet edi­yorlar. Hacı Tahsine Hanım teybini hazırlıyor. Hadi diyor, buy­run okuyun. Azize Anne hiç itiraz etmeden okumaya başlıyor. Okudukça açılıyor, ferahlıyor. Misafir gidince bakıyor. Boğaz sağlığına kavuşmuş. Ateş düşmüş. İçinde bir huzur, bir mutlu­luk, bir güzellik... Düşünüyor. Allah rızası için yapılan her şeyin sonunda hissedilen o doyumsuz haz bütün benliğini sarmış.

Bir gün önünde oturduğu pencereden bakıyor. Pazar yeri. Alıcılar, satıcılar. Her köşede bir hareket, bir canlılık. Birden dev gibi bir kamyon geliyor. İçi portakal dolu. Birkaç kişi kamyona çıkıyor. Birer birer portakalları alıp, aşağıda arkadaşlarına atı­yorlar. Kapı çalıyor. Kısa bir meşguliyet. Biraz sonra dönüyor. Bakıyor, koca kamyon boşalmış, ürperiyor. Demek ki diyor, in­san, günahları ne kadar çok olursa olsun, ümitsizliğe düşme­meli. Hemen tövbe edip, İslâm’ı yaşamaya başlamalı. O koca kamyon nasıl boşaldıysa, biz de günahlarımızdan boşalmaya başlamalıyız. Allah büyük, bir gün bakarız ki gönlümüz yunmuş, arınmış, tertemiz olmuş. Her an Allah’la beraber. Her an namazı daimûn içinde. Azize Anne, aman yavrularım derdi, her an ner­de, kiminle olursanız olun, gönlünüz Allah’la beraber olsun. Tev­hidi yaşayın, ResûluIlah Efendimize daima salâtü selam getirin. Şu hadisi unutmayın: “Allah’ım, beni bir an, bir andan da kısa bir zaman nefsime bırakma”. Şüphesiz nefis kötülüğü emre­dicidir. Teferruata boğulmayın. Daima özü bulmaya, iyiyi, güzeli, doğruyu görmeye çalışın. Bakar kör olmayın. Her an, her şey kendi hâl diliyle Hak’kı zikrediyor. İşitmeye çalışın, görmeye çalışın. Yunus ne güzel söylemiş: “Her zerrede Hak nâzır, göz gerektir göresi”. İlâve ederdi, görenedir görene, köre ne... Azize Annenin en büyük özelliği tevhidi yaşamasıydı. İç ile dış, zâhir ile bâtın, madde ile mânâ, dünya ile âhiret arasında öyle güzel bir denge kurmuştu ki... Her söz, her insan, her olay onu Hak’ka götürmeye bir vesile idi. Boş sözden, gereksiz şika­yetlerden hiç hoşlanmayan annemiz, sohbetinde her nasılsa bulunmuş ham ervâhdan birinin lüzumsuz, boş sözlerinden te­dirgin olunca, hemen başını önüne eğer, sükût ederdi. Bu hare­keti derhal karşı tarafı uyarır, uyandırırdı. En çok sevdiği, tekrar ettiği sözlerden biri, “sükût olsun sana tevhid” idi. Onu her zaman zevkle, heyecanla söyler, çevresindekilerin malayâni konuşmalardan uzaklaşmasını isterdi. Yunus’un “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı, söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ide bir söz” mısralarını tekrara doyamazdı. Bizlerden ısrarla, ağzımızı ya hayırlı bir söz için açmamızı, yahut sükût etmemizi isterdi. Çünkü annemiz, söylenen sözün vücut bulacağına bütün kalbiyle inanmıştı.

Atalarımız boşuna, hayır söyle işine, hayır gelsin başına de­memişti. Azize Anne, ağzın daima hayra açık, şerre kapalı ol­masını isterdi.

Onun dilinden bu otuz beş yıl içinde, bedbin, karamsar, umutsuz bir söz işitmedim. Şartlar ne olursa olsun, içindeki gü­zellikleri kaybetmez, umutla, aşkla, heyecanla gelecek güzel günlere inanırdı. Her haliyle “Mevlâ görelim neyler neylerse gü­zel eyler” der gibiydi. İçi dışı ışıkla doluydu. Annemiz hayat karşısında daima olumlu bir tavır almıştır. İnsanlara ve olaylara takılmadan yürümüştür. Zaten bizi huzurdan, güzellikten, mutlu­luktan uzaklaştıran hep önyargılar, peşin hükümler, gereksiz takıntılar olmamış mıdır? Her an, her insan yeni ve farklıdır. Her an hayat yeniden vardır. Daimi bir değişim içindeyiz. Peygam­berimiz: “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır” buyuruyor. Geçmiş olayları ısıtıp ısıtıp ortaya koymak, her an geçmişteki bir acıyı, bir kaybı, bir üzücü sözü, bir çirkin davranışı hatırlamak bize ne kazandırır? Hiçbir şey. Ne kaybettirir? Pek çok şey. Yunus “Her dem taze doğarız, bizden kim usanası” der. Önemli olan, farkında olarak, her an yeni bir güzelliği yaşa­maktır. Her anın hakkını vermektir. İçimizi, dışımızı bütün varlı­ğımızı sevgiyle, saygıyla doldurmak, kâinatı aşkla, heyecanla, insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle, cemâdatı ile kucaklamaktır. Tevhid, edebiyatı yapılan değil, yaşanan bir olaydır. Yunus, “Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni” der. Anne­miz kuru bilgiden çok hâle, yaşantıya önem verir. Bir gece kal­kar, bakar ki merhum eşi Celâl Emrem Beyefendi her vakit yap­tığı gibi kitap okumakta. Sevgiyle yanına yaklaşır, Celâl, Celâl der. Ne vakte kadar satırlarda takılıp kalacaksın? Biraz da sa­dırlara geçsen. Sadırları okusan. Annemiz espriyi çok seven, her zaman canlı, neşeli, hayat dolu bir kimsedir. Sohbetlerine güzel nükteleri ile renk katar. Her haliyle bir yaşama san’atı ustasıdır. Nice zor günler, çetin sınavlar geçirmiş, ama hepsin­den, içindeki sonsuz Allah ve Peygamber sevgisiyle, tertemiz, başarı ile çıkmıştır. Hayat sınavlarının insanları olgunlaştırdı­ğına inanır. Olan, olması gerekendir, der, olaylara takılmaz. Aleyhte konuşan, çamur atan insanları bile hoşgörüyle karşılar, “Onlar bizim sabunumuz. Onlar olmasa biz nasıl temizleniriz.” der. Her an, her durumda dikkatlidir. Bir gün evden çıkar. Kızı­lay’a doğru yürümeye başlar. Birden iki yanından iki çocuk fırlar. Biri öbürüne bağırır, “Ahmet, dikkat et” der.

Azize Anne gönül gözü açık bir insandır. Hemen teyakkuz durumuna geçer. Kendi kendine, bak Azize der, Allah bu ço­cuklarla senin dikkatli olmanı istiyor. Aman dikkatli ol. Başına bir şey gelmesin. Biraz sonra bakar. Yolda kocaman bir çukur açıl­mıştır. Maazallah düşenden hayır gelmez. Dikkatli yürüyerek tehlikeden kurtulur. Bize, ısrarla, hiçbir şeyin boş ve anlamsız olmadığını, her zerrenin kendi hâl diliyle konuştuğunu söyler. Bir tasavvuf şairi ne güzel söylüyor: “İnsanda görecek göz, işite­cek kulak varsa, her zerre, bizi Allah’a götüren, bize gerçeği söyleyen bir Cebrail’dir.” Ne mutlu görenlere, ne mutlu işi­tenlere... Ne mutlu, nerden gelip nereye gittiğinin farkında olan­lara...

Kur’an-ı Kerim “Oku” diye başlıyor. “Oku... Yaratan Rabbi­nin ismiyle oku. O seni bir kan pıhtısından yarattı...” Mes­nevi, “dinle” diye başlıyor. Dinle neyden kim hikâyet etmede, ayrılıklardan şikâyet etmede... Konuş diye başlayan kitap gör­medim. Okuyabilen, görebilen, işitebilen, hissedebilen için bütün kâinat bir kitaptır. Ve önemli olan, o kitabı okuyabilmektir. İnsa­nın ilk hareket noktası, her şeyi kuşatan gerçeği görmek olma­lıdır. Parça ancak bütün içinde anlaşılabilir. Gerçekler de, gü­zellikler de ancak dikkat ile sezilir, bulunur ve yaşanılır. İnsan kâinat içindeki yerinin ancak dikkat ile farkında olabilir. İster büyük, ister küçük olsun, bu kâinatta ne varsa saatin çarkları gibi birbiriyle ilgilidir. Her olay, arkasında bir dünya gizler. Dış görünüşler çok zaman bizi yanıltır. Her şey, bilgi ve sevgi ile tam bir gerçeklik aşkı ve araştırıcılık heyecanı ile bakıldığı ölçüde sırrını ele verir. İşte burada annemiz sorar, “gözlerin açık diye her şeyi gördüğünü ve anladığını mı sanıyorsun?...”

İlim bize bilmediğimiz çok şey öğretti. Fakat öğrendiğimiz şeyleri ne kadar az anlayabildiğimizi de gösterdi. Dış görünüş yanıltır. Gölgede görülen bir renk, ışıkta değişiverir. Olayların arzu ettiğimiz biçimde oluşup gelişmesini beklemeyelim. Fakat dileyelim ki, olaylar bize oldukları gibi görünsünler ve bizi aldat­masınlar. Kâinatın Efendisi, “Rabbim, bana eşyanın hakika­tini göster. Her şeyi, nasılsa öyle göster.” diye dua ederdi. Bilmek demek, en ufak şeyin, bütününe nasıl bağlandığını anla­mak demektir. Bakmak görmek değildir. Görmek demek, parça­nın bütünündeki yerini, dikkatle incelemek, sabırla durmak, ye­niden bir bakışla bütünü kavramaktır. Sadece bakmak bir şey ifade etmez. Anlamaktır gerçekten görmek. Her varlık kâinat kitabının bir kelimesidir. Bütün yaratılmışlara saygılı olmak, on­ları sevgiyle kucaklamaktır önemli olan.

İnsan bütünü tanımadığı, bütün içinde parçanın yerini, fonk­siyonunu göremediği için, sahip olduklarının da farkında olamı­yor. Bilincine varamıyor. Azize Anne her sohbetinde insana kâi­nat içindeki yerini hatırlatır. Nerden gelip, nereye gittiğimizi dü­şündürür. Önce evrendeki ahengi yorumlamak gerekir. Her şe­yin aslında ne olduğu, insanın kâinatta taşımış olduğu değer, ancak böyle ortaya çıkar. Evrendeki birliği gören insan anlar ki, bütünden soyutlanan parça anlamını yitirir. Her şey akıllara dur­gunluk veren bütünün bir parçasıdır. Azize Annemiz bizlere ısrarla tevhidi anlamayanın, varoluşun da anlamını çözeme­yeceğini söyler. Ve ilâve eder: Bir rüya gibi geçer, burada gün­lerin. Yerini, görevini, değerini iyi bil... Kafanın yeni bilgilere, ye­ni kavrayışlara kapanması zihnen ölmek demektir. Bakmayı öğ­ren önce. İnsana hayatta yaraşan en güzel şey, önyargılardan uzak, gerçeği ve güzeli aramasıdır. Sevmek, devam eden en güzel huyum diyebilmesidir.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]