subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt III                                                                           Sabri Tandoğan

 

Sağlık ve Huzura Giden Yollar

Anadolu insanı yüzyıllarca, dıştan daha çok içe, şekilden ziyade öze, maddeden çok mânâya önem verdiği için, hayatın getirdiği bütün zorluklara, çilelere, sıkıntılara göğüs germiş, nice çetin sınavlardan alnının akı ile, sağlıklı, güçlü, aydınlık pırıl pırıl çıkmıştır. Ben sağlığın, mutluluğun, dirençli olmanın, maddî şartları aşan, bir güzel, bir hoş, bir tertemiz gönlün ürünü oldu­ğunu düşünürüm. Umutsuz olmak, karamsar yaşamak, her şeyi şikâyet konusu yapmak, önüne gelene dert yanarak karan­lıkların yayıcısı olmak, bugüne kadar kime ne kazandırmıştır ki? Bunlar insanın mücadele etme gücünü azaltan durumlardır. İnsanlık böyle bir duygu ile yaşayamaz. Yunus “Her dem taze doğarız, bizden kim usanası” der. Bu tek mısraı nice yıllardır düşünür, üzerinde kafa yorar, ondan her gün yepyeni güzel­likler, incelikler, anlamlar çıkarırım. Hepimiz, bütün hayat her dem yeniden varoluyoruz. Yaradılış ve varoluş hayatın ilk ve en önemli özelliği. Varolmak ve sevmek. Sevmek... Sevmek... Deli­cesine, deliler gibi sevmek. Bütün kâinatı, yerdeki ottan, gök­yüzündeki Samanyolu’na kadar sevgiyle, saygıyla, hayret duy­gusuyla, edep ve incelikle kucaklayabilmek... Yaşamanın özü bu değil mi? “Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni” der Yunus Emre. Sevgiyle dolmayan, sevgiyle kalbi çarp­mayan, “Sevmek devam eden en güzel huyum” diyemeyen insanın, hayatın ve varoluşun korkunç güzelliği, ihtişamı karşı­sında “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” diye ürper­meyen bir insanın, sağlıklı olabileceğini düşünebilir misiniz? Ak­lın alamayacağı kadar güzel, inanılmayacak kadar güzel bir dünyada; Allah’ın mucizelerinin her an, her yerde bitip tüken­meden, birbiri ardı sıra tecelli ettiği bir evrende, her şeye sırtını çeviren “Yumma gözün kör gibi” mısraındaki hitabı duymaz­lıktan gelen günümüz insanları, zamanlarını sigara dumanla­rıyla, alkolle, oyun kağıtlarıyla, dedikodu ile “aptal kutusu” ile kötülükleri, çirkinlikleri, karanlıkları birbirlerine yaymakla geçiri­yorlarsa, hasta olmayıp da ne yapacaklar? Ne sanıyorlar, ne bekliyorlar başka...

Sağlık bir durumdur, bir güzelliktir, bir yaklaşımdır. Sağlık edeptir, saygıdır, incelik ve zarâfettir; sağlık Allah’a yakın ol­maktır. Sağlık, kâinatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı o en güzel, o en büyük, o en yüce insanı aşkla sevmek, onun dav­ranışlarını, yaşama üsIûbunu benimsemek, gücü yettiği kadar onun gibi olmaya çalışmaktır. Bu sevgi özde olmalı, şekilde kal­mamalıdır. O çağlar üstü, uygarlıklar üstü Hak Peygamberin sözleri, sadece dilimizde tekrarlanırsa neye yarar? Onlar sin­dirilmedikçe, günlük yaşantımıza aksetmedikçe, papağandan ne farkımız kalır? Aldanışların en acısı insanın kendini kandırışı değil midir? Bilgiler yaşanmadıkça günlük hayata yansımadıkça, sadece kafamızın bir köşesinde tıkılı kaldıkça, ona buna caka satmak, ben şuyum, ben buyum, falanca mevkideyim, filanca rütbedeyim deyip nefsimizin firavunlaşmasında kullanıldıkça, ru­hen ve bedenen sağlıklı kalabilmeyi, huzurlu olabilmeyi istemek, boş bir hayalden başka nedir? Körler körlere yol gösterirse, gidilecek yer, varılacak menzil uçurumdan başka ne olabilir? Nefis daima kötülüğü emredici değil midir?

Sağlık, ruhla beden, iç ile dış, zâhir ile bâtın, madde ile mânâ arasında kurulan dengenin sonunda ortaya çıkan bir durumdur. Huzurdur, güzelliktir, mutluluktur. Dünyaya ve onun geçici yaldızlarına hapsolan, mâneviyatla ilgisini kesen, madde­nin ve eşyanın esiri olan insan, Allah ile olan bağlarını koparmış demektir. Birtakım lâfızları ve şekilleri tekrarlamak onu gittiği uçurumdan kurtaramaz. Allah’ın ipine sımsıkı, candan ve sami­mi olarak sarılmayanlar için hüsran kaçınılmaz bir sonuçtur. Yunus “Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı” der. Ça­ğımızın en büyük, en trajik durumu insanın kendisini ve kâinatı bomboş hissedişidir. Alışkanlıklar, basmakalıp tekrarlar en derin hakikatlerin mânâsını, en güzel duyguların ürpertisini unuttu­rabilirler. İş bu dar kalıpların, günlük basit yaşamaların üstüne çıkabilmek, sonsuz güzellikle, ebedî gerçekle, varoluşun anlamı ve ihtişamı ile yüz yüze gelebilmektedir.

Günümüzde nice insan, uygarlık ile teknolojiyi özdeş olarak görmekte, teknikte önde olanın uygarlıkta da önde olduğunu sanmakta. Ne kadar yanlış bir görüş. Nasıl da kendi kendimizi aldatıyoruz farkına varmadan. İlâhi vahyin ışığında yolumuzu bulmadan, iyiye, güzele ve doğruya ulaşamayacağımızı hâlâ öğrenememişsek, en büyük yanılgıya düşmüş olmuyor muyuz? Kocaman bir tarlanın minicik bir köşesini ekip biçmeye benzer bu. Tarlanın bütünüyle ilgiliyiz biz. O tarlaysa hayattır.

Hastalığa giden ilk yol olumsuzluklardan geçiyor. Karam­sarlık, sevgisizlik, hep şikâyet, hep şikâyet, her olaya, her insa­na olumsuz yönlerinden bakmak, gün geliyor ki, insanda bir kaos yaratıyor. Işık tek, karanlık ve kaos çoktur. Önemli olan iyi ve güzel görmeye çalışmaktır. Bu bir, bakma eğitimi ve edebidir. Güzel görmek isteyen güzel görür. Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen sağlıklı, mutlu ve başarılı olur, hayatından zevk alır. Resûlullah Efendimiz: “Benden şer hakkında soru sor­mayın. Hep hayırdan sorun bana” buyuruyor. Ne olur her söze “Hâl” katabilsek... Bir Veli zat “Ben hüsnü zanna memu­rum” diyor ve ilâve ediyor, “Kötüye, çirkine, bayağı olana davetiye yazmayın ki gelmesin...” Şunu bilelim ki insan ne kötülenmekle küçülür, ne methedilmekle büyür. Size düşmanlık etmek isteyenlerin dahi hayırlarını isteyici olun. Tartışma ve kavga yerine, tatlı dili, güzelliği, edep ve inceliği tercih edelim. İlim satırda, dilde değil; sadırda olmalıdır. Hazreti Ali “Rabbimi, isteklerimin olmaması ile bildim” diyor. Bugün, çok insan istedikleri olmayınca hayata küsüyor, kendine küsüyor, bir olum­suzluklar yumağı oluyor. Ruhî, bedenî rahatsızlıklar bir bir orta­ya çıkıyor. Kendi yaşamını bir karabasan haline getiriyor. Acaba o isteklerin olmaması kendisi için daha hayırlı mıdır? Bir bunu düşünse... Bir Hak’ka teslim olabilse... “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” diyebilse... İnsanın bilgisizlik, görgüsüz­lük nedeniyle kendi hayatında mahpus kalması ne acıdır. Gü­nümüz insanlarının genel zaafı, lâyık olmadan sevgi bekle­meleridir. Bir bilseler ki sevgi vermektir. Almak değil. Vermeden almayı istemek, Hak’tan gafil olmaktan başka nedir? Günah seni Allah’tan perdeleyen her şeydir. Köylü misafirine “Evinde imiş gibi ye, çekingen olma, bizim rızkımızı yiyecek değilsin” demiş. Bu inceliği sezen ve anlayanlar ne kadar azalıyor. İnsanı insan eden, insan değil midir? Edep olmadan, saygı olmadan, ihtiram olmadan, iyi niyet olmadan, bir insanın başka bir insana yaklaşımı ne ifade eder. Hak’ka giden yolu bilmeyenlerin, öğ­renmek istemeyenlerin, Ebu Cehil’lerin, Ebu Lehep’lerin torun­ları için yapılacak ne vardır? Bir zarara uğradığınızda hiddet göstermeyiniz. Allah’ın takdirine isyan etmeyiniz. Sedef bir dam­la yağmura rıza gösterdiği için, Allah onu inci yapar. En büyük cehalet “bilgi bilgisizliği” içinde kalmaktır. Allah rızkını tekeffül etmiş, daha ne istiyorsun? Korkma, sana ayrılan rızk bitmeden ölmezsin. Nefsini terketmek, bir hiç olduğunu bilerek, Allah’tan başka hiçbir şeye rağbet etmemek, kemâldir, olgunluktur. Bile­lim ki yaratılan her şey güzeldir. Güzellik gözle görülmez. Gönül ile görülür. Gören göz değil gönüldür. Dışını değil içini süsle. Şartlar ne olursa olsun, efendiliğini kaybetme. Derdini kimseye açma. Hangi devirde yaşadığını anlamaya çalış. Gerekirse aç kal, ama kimseye söyleme. Dertlerini, ıstıraplarını, yoksulluk­larını sakın söz haline getirme. Melekler bile duymasın. İstek­lerini yalnız Allah’a ve Resûlüne aç. Allah’ın huzurunda secdeye varan başını, ölüm pahasına bile olsa kimsenin önünde eğme. Mütevâzı fakat vakarlı ol. Kimde kibir var ise, o gizli şirk için­dedir. Hak’ka asidir. Kibir insanın kendi küçüklüğünü gizlemek için, gizlendiği bir perdedir. Şükür ve sabır olmadan arınma, te­mizlenme olmaz. Cesedini ruhunun emri altına alarak Hacca gidersen hastalanmazsın. Neden? Çünkü sen Allah’ın misafi­risin. Allah kuluna yetmez mi? Namaz, kendi özgürlüğünü Allah’ın huzurunda bulmak demektir. Güzelliklerin en güzeli ah­lâk güzelliğidir. Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura, mutluluğa ve güzelliğe kavuşurlar. Zihin temizliği, berraklığı beden sağlı­ğına götürür insanı. Hastalıklar bedenden önce düşüncede baş­lar.

Bilen konuşmaz, konuşan bilmez; onların gözlerini ve ağız­larını kapayın, kulaklarını tıkayın da, zihin karışıklığını giderin. Zihni karmaşık, değer yargıları alt üst olmuş kimselerin, sağlıklı olmalarına imkan var mıdır? Aza kanâat etmek, elindekiyle ye­tinmek, tabii olmak, mütevâzı olmak, sâkin ve sabırlı olmak ne güzel erdemlerdir... Mü’min Allah’ın nuruyla bakar. Onun sezi­şinden sakınmak gerekir. Allah, inanan, kalbi ve kafası tertemiz olan insanlarla beraberdir. Onlar Hak katında meleklerden daha sevimlidirler.

Allah bir kuluna kendi sevgisini verdi mi, diğer insanlar onu sevmeye başlar ve sık sık ziyaretine giderler. Dış ziynetlerle uğraşıp, zaman kaybetmek yerine, içimizi temiz ahlâk, iyi huyla süslemek gerekir. İhtiyacını, hastalığını, paranı sakla, halka du­yurma. Fazla şakalaşmak insanın vakarına gölge getirir. Her­kese şefkât gözü ile bak. Kimseyi hakir görme. Kimseden bir şey isteme. Kötülük yapanları Allah’a havale et. Kimsenin gıy­betini yapma. Arkasından söz söyleme. Dünya ehline güvenme, dünya ehli vefasızdır. Sohbetleri huzursuz ve sefasızdır. Bir kimsenin sohbetinden ayrıldığın zaman, için karanlık duygularla, sıkıntı ve bunaltı ile dolmuşsa, bil ki, o kimse kim olursa olsun, onun sohbetinde hayır yoktur. Sık görüşme. Sonra kalbini ölü bulmayasın. Hâl sarîdir. Dikkatli olasın. Nefsinin oyuncağı ol­muş kimselerle sohbet, ateşi tutmak gibidir, azap verirler. İnsanı perişan ederler. Kalpler yalnız Allah’ı anmakla huzura ve sü­kûna kavuşurlar. Bazen sükûnet, en kudretli sözden daha etki­lidir. İnsanların zihnini, konuşma ile kelimelerle açacaklarını sa­nanlar, hayatı ve insanı hiç anlamayanlardır. Sohbetten amaç, bir hâli, edebi, bir güzelliği bir gönülden başka bir gönüle akta­rabilmektir. Gerisi söz yığınıdır. Kuru kalabalıktır. Önemli olan, satırdan değil sadırdan konuşabilmek, bir aşkı, bir heyecanı, bir gönül ürperişini verebilmektir.

Sevgi ve sağlık beraber gider. Sevginin olduğu yerde sağlık da vardır. Sevgi içimizdedir; yapılacak iş, onun çıkışına, zuhu­runa, tecellisine engel olan bütün önyargıları, şartlanmaları, taassubu, karanlık duyguları, kinIeri, nefretleri kaldırıp atmaktır. Bir insana yapılacak en büyük iyilik, onun içindeki güneşin gü­zelliğini ortaya çıkarmasına ortam hazırlamaktır. Hastalık en ko­lay tarifi ile huzur eksikliğidir. Ancak huzurda olanlar, huzura duranlar huzurlu olabilir. Huzursuzluk, bütün hastalıkların başı­dır. İlk çıkış noktasıdır. Allah’tan uzaklaştığımız anda huzur­suzluk da başlar. Aslında gören göz, işiten kulak, hisseden kalp için huzursuzluk bir alârmdır. Bunun mânâsı; dikkat et, Allah’tan uzaklaştın, geri dön, evine dön, kendine gel demektir. Ama nice insan, dışta sebep arar. Topluma çatar, insanlara çatar. Kaçış mekanizmalarını harekete getirir. Peki kimi aldatıyoruz? İnsanın en kolay aldattığı varlık kendisi değil midir?

Hayatta basit, önemsiz, hiçbir an, hiçbir zerre yoktur. Bütün işlerini dikkat, itina ve incelikle yap. Sabırlı ol. Güzelliğe giden yolun kapısı, sabırla açılır. Tevâzu, edep, incelik ve zarafet, sa­bır, şükür ve kanaatle birleştiği zaman ortaya pırıl pırıl bir insan çıkar.

İş egonun, nefsin ötesine geçebilmededir. Arif olan yokluğu gönlünde taşıyandır. Sensiz bir âleme ulaştın mı hiç? Sağlık, ruh ve bedenin birlikte uyumu ile ortaya çıkan, bir hoş, bir güzel, bir lâtif hâldir. Ve bu öz, sessizce, gönülden gönüle aktarılır. Dışta görülenler içte olanların bir yansımasından başka nedir? Düşüncelerinizi temizleyiniz. İşinizi yaparken, yürürken, oturur­ken, yanınız üzerinde yatarken, alışveriş yaparken, konuşurken, yazarken, “O’nunla” birlikte olduğunuzu unutmayınız. İnsan dı­şıyla karşılanır, içiyle uğurlanır. Dünyada kötü insan yoktur. İçin­deki güzelliği ortaya çıkaramamış insan vardır. Bu da her gün çaba ister... Düşünmek kolay, yapmak zordur. En zor olan da düşünüleni yapmaktır. Bilmem diyen öğrenir. Bilirim diyene ne verilir? Her kötülük, bilgi sanılan bilgisizlikten gelir. Yaşamak san’atı sabırla başlar. Sabır, dayanabiImek, güçlüklere taham­mül edebilmek sanatıdır. İçini kargaşalıktan ve kalbini dünya tasalarından, olurdu olmazdılardan arı ve duru eyle. İç âlemini ney gibi, kuşkulardan, art düşüncelerden boşalt. Her an uyanık, dikkatli, edepli, zarif ve ince olabilmek yaşamak sanatıdır. Ve­rebilmek, başkalarının mutluluğundan en az onlar kadar heye­can duyabilmek, paylaşmanın, birlikteliğin sıcaklığını duyabiI­mek... Kendi içimizde mahpus kalmaktan kurtulabilmek ne gü­zeldir. Kalplere giden yollar, zarif, edepli, saygılı insanlara sonu­na kadar açılır. İnsan, iç dünyasındaki çelişkileri uzlaştırmadan sağlığa, rahata ve huzura ulaşamaz. İnsanlar, Allah’tan uzak­laştıkları nispette kendilerinden de uzaklaşırlar. Kendilerine ya­bancılaşırlar. Biz buraya, tekâmül etmeye, noksanlarımızı ta­mamlamaya, her gün daha iyiye, daha güzele, mükemmele doğru gitmeye geldik, Her an yeni bir sınav içindeyiz. Unut­mayalım, bu dünya darılma pazarı değil, dayanma pazarıdır.

Yunus “Bir siz dahi sizde görün, benim bende gör­düğümü” der. Her insan yaşamın anlamını kendi kendine bul­mak zorundadır.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]