Zikir
Allah’ı zikretmek her mü’mine farzdır. Bir ayet-i kerime’de “Allah-ü Teâla’yı çok zikrediniz”(EI-Ahzap, 41) buyruluyor. Mü’minler öyle kimselerdir ki, Hak Teâla’yı ayakta, otururken ve yaslandığı halde zikrederler ve düşünürler.(Âl-i İmran, 191). Zikir üç mertebedir. 1- Dille yapılan zikir, 2- Gönülle yapılan zikir, 3- Hem dil, hem gönül, hem de bütün âzâ ile yapılan zikirdir. Dil ile yapılıp da gönlün haberi olmayan zikir için, “Gafillerden olmayın” buyruluyor. (El A’raf, 205) Gafletle Allah’ı anmak insana ne kazandırır ki? Huzursuz kılınan namazın, sünnete uymadan getirilen salâvatın, bize getireceği nedir? Vaktiyle, bazı zevat, “Sadece dil ile zikir laklakadır” demişlerse, üzerinde düşünmek gerekmez mi? ResûluIlah Efendimiz, “Lâ ilâhe illâllah kelimesi azim ve kerim bir kelimedir. Kim muhlis olarak bu kelimeyi söylerse Allah-ü Teâla o kimseyi mutlaka cennetine koyar” buyuruyor. Gafil, dil ile söylediğine, gönülden katılmayan, sadece papağan gibi birtakım kelimeleri bilinçsizce tekrarlayandır. Ney, kendinden çıkan sesleri ne bilsin... “İman edenlerin kalpleri Hak Teâla’nın zikri ile mutmain olur.” Dikkat ile, Hak Teâla’nın zikri, kalpleri mutmain mertebesine yükseltir.(Er-Ra’d 28)
Zikretmek, gönül âleminden, karanlıkları giderir. Basiret gözünü açar. Peygamberimiz, “Her şeyin bir parlatıp cilâ edeni vardır. Gönüllerin parlatıcısı ve cilâlayıcısı da Lâ ilâhe illâllah, Muhammedün Resûlullah’dır.” buyurur. “Zikretmek, sadaka vermekten hayırlıdır” diye ilâve eder. “Size öyle bir hayırlı işten bahsedeyim ki, o bütün günahları eritir. Derecelerinizi yüceltir. Altını gümüşü sadaka olarak vermekten daha hayırlıdır. Kâfirlerle karşılaşıp siz onların, onların da sizin boynunuzu vurmasından daha hayırlıdır. O, Allah-ü Teâla’yı zikretmektir”. Zikretmek insana öyle sevap kazandırır ki, yazmaya ne mürekkep yeter, ne de kağıt. Vecde devamlı zikir ile ulaşılır. Kur’an-ı Kerim’in üzerinde ısrarla durduğu konulardan biri de zikirdir. Allah ile kul arasında bütün perdelerin kalktığı an zikir ânıdır. Hadis-i şerifte “Zikirle Allah arasında perde yoktur” buyruluyor. Tefekkür ve zikir daimi olunca insan ruhu arınır, temizlenir, güzelliklerle dolar. Mârifetullaha engel olan perdeler ortadan kalkar.
Hakikatte zikir, kalbin her şeyden temizlenerek Allah’ı anması ve bu anmayla huzura kavuşmasıdır. Ancak huzurda olanlar huzuru tadabilirler. Kudsî hadiste “Kulum beni anınca, zikredince, zikrimle dudakları oynadıkça onunla beraberim” buyruluyor. Kim cennet bahçelerinde gezmek istiyorsa mutlaka Allah’ı lezzetle zikretsin.
- Ya Resûlullah, amellerin hangisi daha faziletlidir?
- Lisanın Allah’ın zikriyle diri olduğu halde ölmendir. Zikir kelimesi iki türlü hatırlamaya işaret eder:
1. Unutulan şeyi hatırlamak.
2. Unutmamak için sürekli hatırda tutmak.
Zikirde ulaşılmak istenen birinci mânâ olup, ikincisi buna yardım eden bir unsurdur. Misaktaki halimize dönmeye çalışmak, zikrin esas unsurudur. Misakta Allah’a verdiğimiz söze, bu dünyada ters düşmeye, Kur’an, ahdi bozmak diyor. Bir gönül dostu diyor ki: Özbenliğinin Allah’ı müşahededen bir an sapması bile, ahdi bozmak cümlesindendir. Elest gününü yani misakı hatırlama, az veya çok bütün insanlarda mevcuttur. Münafıklarda bile... “O münafıklar Allah’ı çok az anarlar”(Nisa, 142).
Kur’an, bütün insanları çeşitli vesilelerle, esas kimliklerini hatırlamaya çağırıyor. “Hatırlat, zikre davet et. Çünkü hatırlatma mü’minlere fayda verir.”(Zâriyât, 55). Zikrin gaye edindiği hatırlatma veya zikirden gaye olan hatırlama gerçekleşince insan aslî varlığı ile beraberliğe ulaşıyor. Kalp zikrin rayihasıyla ıtırlanır, nuruyla ışıklanır, ateşiyle yanar, hararetiyle pişer, rengiyle ifadelenir, sıfatıyla sıfatlanırsa, bütün beden uzuvları Allah Allah diye zikre koyulur. Yıldırımlar, mü’min, gayri mü’min herkese isabet eder. Bunun tek istisnası Allah’ı zikreden kimselerdir. Hadis-i şerifte, “Kişi, ölüm anında olduğu hal üzre diriltilir” buyrulmuştur. Bu yüzdendir ki sürekli zikrederek ölümün bizi o hal içinde yakalamasını sağlamak gerekir. “O, gönül gözü sahipleri öyle insanlardır ki, ayakta iken, otururken, yanları üstüne yatarken... Hep Allah’ı zikrederler ve gökler ve yerin yaradılışı hakkında derin derin düşünürler.”(Âl-i İmran 191).
“Öyle erler vardır ki, onları ne bir ticaret, ne bir alışveriş Allah’ı zikretmekten, namazı hakkıyla kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerle gözlerin döneceği günden korkarlar.”(Nur, 37).
“Ey iman edenler, sizi ne mallarınız, ne de evlâdınız Allah’ın zikrinden alıkoymasın.”(Münafikun, 9).
Gerçek zikir, “çoklukta birlik”, “kalabalıkta uzlet” sırrına ermiş ulvî insanların zikridir. Bizim önderimiz, rehberimiz ResûluIlah Efendimizdir. O halde, O’nu zikrine örnek alanlar, kalabalıkta uzlet sırrına ermek zorundadırlar. Dağ başında, evin bir odasına çekilerek, hayattan ve insanlardan kaçarak zikre koyulmak, herkesin yapabileceği bir iştir. Mesele, aynı işi hayata ve hadiselere karışarak yapabilmektedir.
Kur’an-ı Kerim, kendisini bir zikir olarak tanıtır. “İşte bu Kur’an da bizim indirdiğimiz, feyz kaynağı bir zikirdir. Şimdi siz mi bunu inkâr etmektesiniz.”(Enbiya 51). Zikirde en kestirme ve en erdirici yol Kur’an’dır. Onu okuyup üzerinde tefekküre dalmak en mükemmel zikirdir. Kur’an-ı Kerim aynı zamanda bizi, sorunlarımızı çözmede “zikir erbâbına” danışmaya davet eder. “Eğer bilmiyorsanız zikir erbâbına sorun.”(Nahl 43, Enbiya 7). Zikir erbâbı, akıl üstü bir bilme ve kavrama gücü olan, ledün terbiyesi görmüş mânâ erleridir. Gönül sahipleridir.
Her kim günde yüz kere “Lâilâhe illallâhu vahdehu lâ şerike leh... Lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr” (Allah’tan başka mabud yoktur. Yalnız O vardır. Onun eşi ve ortağı yoktur. Mülk Onundur. Hamd Onundur. O her şeye kadirdir.) derse, bu dua, o kimse için on köle azatlamak sevabına eş değerde olur, yüz iyilik sevabı yazılır, yüz musibet ondan giderilir. Akşam erişinceye kadar şeytan şerrinden emin olur. “Lâ ilâhe illâllah cümlesi ile şeytan kalpten kovulur. Allah’ı zikreden bir topluluğu mutlaka melekler çevreler, rahmet kuşatır, onların üzerine ilâhi sekinet iner” buyuruyor Resûlullah Efendimiz. Zikir meclisleri gönüllere şifadır.
Abdülvahid b. Zeyd, ölüm döşeğinde başına toplanan dostlarına dedi ki:
- İki şeye hasret duyacağım. Zikir meclisleri ve o meclislerde zikredenler.
Allah’ı anış, gözler kapalı, dilini damağına bitiştirip hareketsiz kalarak kalben, Allah diye yapılır. Tıpkı güneş ışığını pertavsızla bir noktada toplamak gibi, ruhsal melekeler bir noktada toplanır, zihin dağınıklıktan kurtulur.
İslâm tasavvufunda Beyâzid-i Bestami’den sessiz, Cüneyt Bağdadi’den sesli zikir usulleri intikal etmiştir.
Kalp ve lisan ile yapılan zikrin efdal olanı, beraber yapılanıdır. Eğer sadece biri ile zikredilmek isteniyorsa, kalp ile yapılması efdaldir.
“Rabbini kendi içinde tazarru ile (titreyerek) ve korkarak zikret.”(Araf, 205).“Rabbinize tazarru ile ve gizli olarak dua ediniz.”(Araf, 55).“Ben kulumun zannına göreyim. Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Eğer beni kendi içinde zikrederse, ben de onu kendi kendime zikrederim. Eğer beni topluluk içinde zikrederse, ben de onu ondan daha hayırlı bir topluluk içinde zikrederim” buyruluyor. Zikrin hayırlısı hafî olanı, rızkın hayırlısı kifâyet miktarında olanıdır. Kulun yapacağı en doğru iş, kalbini temizlemenin çaresini aramaktır. Kalp tasfiyesinin yolu ise, zikre yapışmak ve ünsiyet peyda etmektir. Zikir kalplerin reyhanıdır. Mahbupla ünsiyet, ancak zikrin devamlı oluşuna bağlıdır. Kalpler ancak zikrullah ile huzura erer. Kalplerimiz, Cenab-ı Haktan gaflet etme tehlikesinden, ancak zikrullah ile korunabilir. Kalpleri zikrullah ile cilâlamak gerekir. Çünkü orası Cenab-ı Hakkın nazargâhıdır. O sâlih olursa, bütün vücut sâlih olur.
Kul Allah’a kalben bağlanmadıkça, mü’min olamaz. Hangi ibadet olursa olsun, niyetsiz yapılamaz. Niyet ise, kalp ile yapılır. Kalbin iştirak etmediği hangi amelin kıymeti var? Bütün ibadetlerin sıhhati, kalbe bağlıdır. Kulun başına gelebilecek en büyük dert, kalbin Allah’tan kopmasıdır. Kalp Allah’tan irtibatını kestiği anda orayı gaflet kaplar. Her an Allah’la ol. Gaflet sana yol bulamasın. Mevcûdatın zikrini duymaya çalış. “Kâinatta hiçbir şey yok ki, onu zikretmesin.”(İsra, 44) Allah’ın zikri, kalplerin şifasıdır.
Hazreti Ali, Hazreti Muhammed’e sordu:
- Allah’a giden en yakın, kullar için en kolay ve Allah indinde en efdal olan yol nedir?
- Ya Ali, gizli ve açık olarak zikrullaha devam et. Benim ve benden önceki enbiyanın söyledikleri en hayırlı kelime “lâ ilâhe illâllah” sözüdür.
Allah’ı anmak elbette en güzel ibadettir.
Kalbin sarayın eyle pak
Şayet gele sultan sana
Niyazi
“Ey Resûlüm, görmedin mi ki, gökte olanlar, yerdekiler, havada kanatlarını çırparak uçan kuşlar, gerçekte hep Allah’ı tesbih ediyorlar. Bunların her biri duasını da, tesbihini de bilmiştir. Allah da bütün yaptıklarını bilir.”(Nur, 41) İşte, yaratılış hikmetinin zikir sırrı ile ifade edilişi...
Tevhidin aklî boyutu, kelimenin tam anlamıyla, olayları Allah’a bağlayarak izah eden tefekkür sistemidir. Buna aklın zikri de diyebiliriz. İbâdet, âzâların zikridir. Zikir sırrı, kâinatın, fıtratın, hayatın ve hatta topyekün her şeyin sırrıdır. Mahlûkatın ortak lisanı ve şifresidir. Bezm-i Elest, zikri anlatmaktadır. Ruh, yapısı gereği, zikre âşıktır. Gıdası Allah’ı zikirdir. Gaflet, yaratılışın hikmet ve gayesine aykırıdır. İnsandaki buhran ve bunalımın asıl sebebi, gaflet nedeniyle, insanın Rabbinden uzaklaşmasıdır.
Dinle neyden kim hikâyet etmede
Ayrılıklardan şikâyet etmede
Mevlânâ
Zikrin yerini gaflet alınca, ruh da safiyetini kaybediyor. Karanlığa, esarete sürükleniyor.
Çocuğum dua et geceleri
İnsan uzaklaşabilir Allah’tan
Yaradılışın gayesi kulluk, kulluğun esası da zikrullahtır. Eğitimin amacı, insanı temiz fıtrî yapısı istikametinde yönlendirmek ve onu nefsin egemenliğinden kurtarmak olmalıdır. Her an Allah’la beraber olmak, O’nun adına iş yapmak, O’nun adıyla işe başlamak. O’nun rızasını kazanmaya çalışmak... Varoluşumuzun amacı başka ne olabilir? Mâsiva, insanı Allah’tan uzaklaştıran, hakikate perde olup, ruhun safiyetine zarar veren her şeydir. Hakkı görmeye engel olan bir perdedir. Gayenin unutulması, kulluk bilincinden uzaklaşılması, en tehlikeli gaflettir. Gaflet mâsiva ile beraberdir. Zikir geldiğinde mâsiva yok olur.
İnsanı yaratılış gayesinden uzaklaştıran mâsivanın izâlesi en önemli olaydır. Bu da zikrullah ile mümkündür. Zikir, mâsivayı, günah ve isyan kirlerini yakar, yok eder. Ruhu safiyetine, ilk şekline, temizliğine, berraklığına ulaştırır. Her insan doğuştan temiz, masum, günahlardan uzaktır. Peygamberimiz, “Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra çevrenin, ailenin etkisiyle mecûsi, nasranî, putperest olur.” buyuruyor.
Günahlar ve olumsuz etkiler, ruhun safiyetini bozmakta, onu esarete sürüklemekte, gayesinden alıkoymaktadır. İmtihan dünyasında yaşayan biz insanlardan istenen kulluktur. Kulluğun amacı Hak’ka dönüştür. Bu dönüşün mutmain olmuş bir kalp ile olması istenmektedir. Sen O’ndan razı, O senden razı olarak dön Rabbine. İnsan şeytandan her an Allah’a sığınmalı, Allah’ı zikretmeli ki, kurtuluş yolu açılsın. AlIah’a sığınmak ifadesi olan Eûzü Besmele ise, zikrin ta kendisidir.
Arif, Allah’ı bilen, eşyanın tabiatına vakıf olan, hikmeti kavrayandır. Bir günah işleyen kimsenin kalbinde, izi kaybolmayan bir leke oluşur. Onu vakit kaybetmeden, derhal, bir hayra dönüştürmek gerekir. Kur’an’da zikirle tefekkür bütünleşiyor. Tefekkür eden zikreder, zikreden tefekkür eder. Zikirle Allah arasında perde yoktur. Zikrullah gönülde sevinç husule getirir. Allah’ı zikir, zikirsiz olan her ibadetten üstündür. “Malın da, evlâdın da fayda vermeyeceği bir günde, yalnızca Allah huzuruna tertemiz bir kalple gelenler kurtulacaktır.”(Şuara, 81) Rabbimiz, nurumuzu sen tamamla. Bizi bağışla. Sen her şeye kadirsin...
Ufacık bir tohumda koskoca bir ağaç gizlidir. Dünya bir ormandır. Görebilene, sezebilene... Bir tohum, bir ormana gebedir. Bir söz bir insanı, bir toplumu âbad da edebilir, berbat da... Sâkin ol. Öfkelenme. Öfke gelir göz kızarır. Öfke gider yüz kızarır. İnsan saf ve temiz yaratılmıştır ve temiz olarak da ömrünü tamamlaması, emanete hıyanet etmemesi gerekir. Allah cümlemize iman ile çene kapamayı nasip etsin. Şükür, hamd, sabır, tevekkül, edep ve tevâzu içinde yaşayanlar, daha dünya hayatını yaşarlarken cennet nimetlerini tatmaya başlarlar.
Kimsenin iç âlemine karışma, kimseyi iç âlemine karıştırma. Kimseye iç âlemini açma... Gizli tut. Yan ama tütme. Allah’la senin aranda gizli kalsın. Nedenini sorma. Geçen yıllar nasıl olsa öğretecek. Dost bildiğine fazla açılma. Düşman bildiğine fazla yüklenme. Bir gün bakarsın, devran değişir. Dostlar düşman, düşmanlar dost olur. Her an, her yerde, uyanık, dikkatli, tetikte ol. İşler yolunda gidince şımarma. Burnun büyümesin. Onu her an sürtmeye memur gizli görevliler vardır. Tarih, ne oldum ben diyenlerin, bir süre sonra kopardıkları çığlıklarla, feryatlarla doludur. Her zaman saygılı, efendi, ince, zarif ve edepli ol. Bugüne kadar edepli olup da kaybeden kimse olmadı. Hepimiz, her an, her yerde, sınav içindeyiz. Varlıkla, yoklukla, ikbâlle, idbarla, sağlıkla, hastalıkla... Aman dikkatli olalım. Dikkatsizce sarfedilen bir tek kelime, bir insanın, bir ailenin, bir toplumun mahvına sebep olabilir. Ağaca dayanma kurur, duvara dayanma yıkılır, insana dayanma ölür. Allah’a dayanan ne kurur, ne yıkılır. Her an, her işte Rabbiyle beraber olmak, her yerde onun cemâlini müşahede etmek, O’nun varlığını vücudunun bütün hücrelerinde duymak, her an daimi zikir içinde olmak ne güzeldir. Sevmek devam eden en güzel huyum diyenler ne bahtiyar insanlardır. Bedeni ile bu dünyada, gönlü ile sonsuzlukta olanlar, her ikisinin de hakkını verenler, birbirine tecavüz etmeden iki âlemi de uyum, huzur ve mutluluk içinde götürenler ne güzel insanlardır. Birinden birini öne çıkarıp, diğerini hakir görenler, yok sayanlar, hiçbir zaman manevî neşeyi tadamayacak, tevhid âleminin güllerini deremeyeceklerdir. Bir kuşun iki kanadı vardır. Birini koparırsanız, kuş uçamaz. Madde ve mânâ, ikisi de Allah’ın nurunun iki farklı tezahürü ve tecellisidir. Madde nurun kesafet hali, mânâ nurun letâfet halidir. İkisi de birbirini tamamlar, tevhid eder. Madde ve mânâ, sonsuz güzellikteki nûrun, birbirini tamamlayan iki unsurudur, ancak o zaman kompozisyon meydana geliyor. İnsanoğlu tevhidi parçalamaya çalıştıkça, başını taştan taşa vurdu. Acılar, ıstıraplar içinde kaldı. Ne olur, yetsin bu çile. Önümüzde yeni açılmış beyaz bir gül gibi duran günler var. Ne olur, onların hakkını verelim. Hayatı bir özsu gibi damarlarımızda hissedelim. Etrafımızdaki güzelliklerin farkına varalım. Ne yana bakarsan bak, Allah’ın vechi oradadır. Güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel, rüya gibi bir dünyada yaşıyoruz. İçimizde eğer hayatı çirkin, karanlık ve korkunç görenlerimiz varsa, ışığın ve rengin ve sevginin değil, karamsarlığın türküsünü söylüyorsak, kabahati biraz da kendimizde arayalım. Kimse görmek istemeyen kadar kör değildir. Suçu hep aynada arayacağımıza biraz da kendimizde arayabilsek... Yunus gibi...
Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz, diyebilsek...
|