subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt III                                                                           Sabri Tandoğan

 

Bir Babanın Kızına Mektupları

Sevgili kızım. Artık evlendin, senin için yeni bir hayat baş­lıyor. İnşallah, bir ömür boyu eşinle beraber, huzur dolu, mut­luluk dolu, sağlık dolu güzel bir hayat yaşarsınız. Bütün günle­riniz hayırlı çalışmalar, devamlı ibadetlerle birbirinden güzel geçsin. Birbirinize sevgi, saygı duyun. Unutmayın ki içinizdeki sevgi kadar, saygı kadar var olacaksınız. Sevmek devam eden en güzel huyum, deyin. Kıymetli yavrum, eşine karşı her zaman, her yerde, her durumda saygılı ol. Dikkatli ol. Onu uğurlarken, karşılarken, bir hükümdara nasıl davranılırsa öyle yap. Öyle ince, öyle edepli ol ki, senden ayrıldığı zaman, içi en güzel, en nezih duygularla dolsun. Arkasından hayır dualar et. İyi dilek­lerde bulun. Allah’a emanet et. Unutma ki bu çağda insanın tek umudu, bu adına hayat denilen fırtınalarla do!u denizde, gide­ceği tek liman, kendi evi. İster minicik bir gecekonduda otur, ister muhteşem bir sarayda, orayı cennet haline getir. Edebinle, inceliğinle, zarafetinle, temizliğinle, hassasiyetinle evinde hep güzellikleri yaşa. O güzellikleri eşinle paylaş. Mutluluğu, huzuru parada, eşyada, giyimde arayanlardan olma. Bütün yücelikler senin içinde. Kâinattaki yerini bil. Şeyh Galip, “Hoşça bak zâtı­na kim, zübde-i âlemsin sen” diyor. Kâinatta bir şey kalmadı da sen var oldun. Ağzından çıkan her söze dikkat et. Her za­man, her yerde Yüce Peygamberimizin buyruğunu yerine getir. Ya hayır söyle, yahut sus. Lütfen, elimde olmayarak diye, itiraza başlama. Sen güzel düşünürsen, güzel konuşursun yavrum. Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından zevk alır. Daima olumlu ol. Eksi elektrik üretenlerden olma. Düşün­cemiz neyse biz oyuz. Tek istisna olmadan bütün insanlar için hayır duada bulun. Onları sev. Onlara saygı duy. Yaradılanı hoş gör, Yaradan’dan ötürü... İnsanlarda mükemmellik arayan, son­ra da hayal kırıklığına uğrayan gaflet ehlinden olma. Unutma ki hiç birimiz mükemmel değiliz. Her birimizin artı yönlerimiz de var, eksi yönlerimiz de. İdeal insan bir soyutlamadır kızım. Ger­çek hayatta yoktur. İnsanları olduğu gibi kabul et. Her ânını değerli bir armağan gibi, her durumu, eşi olmayan değerli bir ders gibi karşıla. Hayat, çevremizdeki bir mucizedir her gün. Karşılaştığın sorunlar karşısında takınılacak en kötü tavır, pani­ğe kapılmak, kötü kötü söylenmektir. Bu ne biçim iş, neden be­nim başıma geliyor? Bula bula beni mi buldu? Ben ne yaptım da böyle oldu? Bu mu adâlet? Bunlar gibi daha nice saçma sapan sözler... Arabeskin en kötü örnekleri sıralanır.

Batsın bu dünya. Ölürsem kabrime gelme... Bunlar bizim kafamızı büsbütün karıştırır. Ortaya mariz, hasta ruhlu, sağlıklı düşünmeyen, hayattan korkan, mücadeleden kaçan tipler çıkar. Hayat bir mücadeledir kızım. Unutma. Önemli olan her gün sıfır kilometreden başlayabilmek, kavgayı barışa, karanlığı ışığa, çirkinliği güzelliğe dönüştürebilmek, kabul ettirebilmektir. En bü­yük başarı kendimizi düşmanımıza bile sevdirebilmek, saydıra­bilmek, ondan bir dost kazanabilmektir. Hayat, her şeye rağmen yürüyenlerindir yavrum. Hayat geriye adım atmaz. Amacımız, her gün daha iyiye, daha güzele gidebilmek, acıyı bal eylemek olmalıdır. Zafer, zafer benimdir diyenlerindir. Yunus, “Her dem taze doğarız, bizden kim usanası” der.

Her günün sabahı taze bir başlangıçtır. Her sabah dünya yeniden kurulur. Dün geçip gitti; ama acı, ama tatlı, yarının neler getireceği bilinmiyor. Ama şu an varız. Yaşıyoruz. Seviyoruz. Seviliyoruz. Güzelliğimiz bu yüzden. O halde neden onu en gü­zel, en hayırlı, en yararlı işlerle doldurmayalım? Neden bugünü bir fırsat, en iyiye en güzele gidilecek bir fırsat olarak karşı­lamıyoruz? Dün birtakım fırsatları kaçırmışsak, birtakım güzel­likleri yaşayamamışsak, bugün onlar için ah-ü vah etmekle aynı aptallığı sürdürmüş olmuyor muyuz? Bugün önümüze açılan ha­yat sayfasına gücümüz yettiği kadar güzellikler, hayırlar yazmak varken, dövünmekle, ağlamakla elimize ne geçecek? Bir düşün­sek... Bakılan bakana bağlıdır. Bakmasını bilen görür. Her şey bir insanı sevmekle başlar. İçi sevgi dolu insanların dünyaya ba­kış tarzları da bambaşka olur. Sabahleyin aynada kendi yüzüne bakarken gülümse. Bu bir sırdır. Zamanla anlarsın. Mutlu insan, başka insanlara ilişkin yargılardan, beklentilerden ve endişe­lerden uzak olan kimsedir. Balık denizde yaşar ama, ne denizi ne kendisini bilir. Yaşamak veya sahip olmak, bilmek, anlamak, idrak etmek demek değildir. Farkına varılamayan şey, bizim için yok demektir.

Kıymetli yavrum, mutlu olan, başkalarını da mutlu eder. İn­sanlar ve durumlar, ancak, sen izin verdiğin takdirde seni inci­tebilir. Olgun insan, ne incitir, ne incinir. Aman dikkatli ol, ken­dini huzursuz ve uyumsuz bulduğun zaman, bir tıkanıklık var demektir. Onu keşfet, ara, bul. Bu halin bir alârmdır. O anda Allah’tan uzaklaştın demektir. Fazıl Hüsnü Dağlarca “Çocuğum dua et geceleri; insan uzaklaşabilir Allah’tan” der. Hiç şüp­hen olmasın, ya bir edep dışı hareket, düşünce ya işlenen bir günah ya bir kimseyi kırmak, incitmek, onun hakkını yemek, ya da bencil, kaba bir davranış bizi Yaradan’ımızdan uzaklaş­tırmıştır. Derhal, en kısa zamanda onu ortadan kaldır, kaldır ki, ilâhi trafik açılsın.

Yine gül yüzünde ilâhi tebessüm dolaşsın. Eğer o engeli kaldıracak gücün yoksa, bir kâmil insandan, bir Allah dostundan yardım iste. Onunla istişare et. Başkalarının mutluluğunu engel­lemesine izin verme. Dehr bir bazardır, herkes metaın arze­der, diyor Fuzûlî. Bir güzelliği görmek, bilmek ve değerlen­dirmek de bir kültür meselesidir. Hayatta, birisini sevmek ve onun tarafından sevilmek kadar büyük bir şey yoktur. Peşin hü­kümlü olmak kadar, insanı tekâmül yolundan alıkoyan ne var­dır? Onlar hayatı hem kendilerine, hem çevrelerine zehir eder­ler. Hele günümüzde, yaşamın, önyargılara hiç mi hiç taham­mülü yok. Seni sınırlayan her ne ise, bilinçaltını ondan temizle. Temizle ki, duygusal tıkanıklıklar açılsın. İkilikten geç. Tevhidi seç. Her şeyi birlediğin zaman göreceksin ki, bütün müşküller çözülecek, bütün sorular cevaplanacak. Karanlıklar ışık içinde kalacak. Kendinle, diğer insanlarla, Allah’la barış ve biliş içinde yaşadığın zaman, bu dünyan da, öbür dünyan da renk, ışık ve güzellikle dolacak. Cenneti yaşayacaksın. Hiç şüphen olmasın, bütün doyumsuzlukların nedeni tevhidden uzak yaşamaktır. İnsan ruh ve bedeni ile, zâhiri ve bâtını ile, madde ve mânâsı ile bir bütündür. O bütünü parçalamak, birini tutup diğerine cephe almak bizi hüsrana götürür. Bugüne kadar da öyle oldu. Bundan sonra da öyle olacak. Tevhidi yani insanın gerçeğini bozdu­ğumuz, parçaladığımız zaman huzurdan, mutluluktan, güzellik­ten de uzaklaşmış oluyoruz. İnsanın kendine yapacağı en bü­yük kötülük, aklı ile gönlü arasına fesat sokmaktır. Akıl ve gönül, birbirine zıt değil, bilâkis birbirini tamamlayan iki kuvvettir. İki ilâhi cevherdir. Birini kabul edip diğerine cephe aldığımız za­man, tevhidî düşünceden uzaklaşıyoruz demektir.

Olaylar karşısında aşırı tepki gösterme. Her an hazırlıklı ol. Her an, her şey olabilir. Allah her an yeni bir şe’ndedir. Unutma. Sükûnetle düşün. Rahatlıkla karar ver. Telâş, panik, rahat dü­şünmemizi önler. Acele şeytandandır. Yeni bir durum karşısında kaldığın zaman, en akılcı, en güzel çözüm nedir diye düşün. Karar ver ve uygula. O olay biter, geçer, başkaları gelir, hayat ne bir doluş, ne bir boşalıştır.

Hayat atının eğeri üzerinde yumuşak ve sâkin otur.

Bu dünyadaki bütün insanların bize anlatacakları, öğrete­cekleri çok özel, çok ilginç bir şeyleri vardır. Eğer insanların ara­sında içimiz sıkılıyorsa, bu onların aslında ilginç olmayışların­dan ötürü değildir. Bu bizim her bir an içinde, bir çekicilik, bir büyüleyici yan bulma yeteneğimizi yitirmiş olmamızdandır. Unutma yavrum, hayatta sevgilerin kadar varsın. Sevginin dol­durduğu bir kalp Allah’a daha yakındır. Yunus, “taş gönülden ne biter” der. Ancak sevgi ve saygıyla, edep ve incelikle dolu kalpler âlemdeki ilâhi rahmeti ve bereketi görebilirler. İşte o zaman hayat yaşanmaya değer. Mutluluğunu hiçbir şarta bağ­lama. Şu şöyle olursa, ancak mutlu olabilirim deme. Dersen ne olur bilir misin? Mutluluk adına, huzur adına ölünceye kadar avucunu yalarsın. Bu dünya bir misafirhane. Hepimiz misafiriz. Bir süre sonra hiçbirimiz olmayacağız. Unutmayalım. Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer. Şartlı mutluluk olmaz. Varol­mak, görmek, işitmek düşünmek, idrak etmek, konuşabilmek, ibadet edebilmek, hayır yapabilmek mutluluk için yeterli değil mi? Sabahattin Kudret Aksal, “Kapımın önündeki ağaç, Türkçe’nin güzelliği, mutlu olmam için yeterli” der. Yavrum, insan hayatını berbat eden vehimleri, üzüntüleri, endişeleri, ku­runtuları kirli bir kağıt gibi buruşturup çöpe at... Bir daha hatır­lama. Anını yaşa. Her an birbirinden güzeldir. Onu yakalamaya çalış. Gerilimden, stresten uzak kal. Sev. Daha çok sev. Yerdeki bir kum tanesinden gökyüzündeki Samanyolu’na kadar bütün kâinatı sevgiyle kucakla. Öğrenci hazır olduğunda, öğretmen gelir. İnsan sevgiye lâyık olur, sevilecek hale gelirse, muhakkak sevenleri olur. Işık yanmadan pervane gelmez. Seven, sevilir.

İnsan gençlikte Allah’ı terkeder, anmazsa, ihtiyarlıkta da Allah onu anmaz, terkeder. Bu âlem irfan sahibi olanların vuslat ve müşahede yeridir. Rabbani ilhamlar bir kuş gibidir. İnmek için temiz bir gönül, nurlu bir dimağ ister. Kulun söz ve ifade ta­sarrufuna giren her şey, Rabbani esrarını kaybeder. Cihan bir ibadethanedir. Cümle mevcudat, bilerek bilmeyerek Hakkı zik­retmektedir. Ne yana bakarsan bak, Allah’ın vechi oradadır. Za­man konusunda çok dikkatli ol. Dakikalarını bile değerlendir. Gazete ile, TV ile fazla zaman kaybetme. Unutma ki, kültür bir birikimdir, ancak kitap okuyarak, muhakeme, mukayese, idrâk ederek ona ulaşılabilir. Aslanın vücudu yediklerinden ibarettir. Kültür, beşer tefekkürünü bütün zenginliği, bütün nüansları ile tanımaktır. İnsanın içini ışıtır. Onda yüceItici, mutluluk verici bir ışık vardır. Yarım saat veya bir saat için bir başkasının hüvi­yetine bürünmek bizi dar benliğimizden kurtarır. Başkalarını anlamaya çalışmak, bizi anlayışlı kılar. Sevgi, saygı, ilgi, şefkat ve yumuşaklık, insanın içindeki ilâhi tohumu çatlatır, gözleri ve gönülleri kamaştıran harikulâde güzellikler, yücelikler ve değer­ler çıkarır. Her insanın iç varlığında, ruhunun derinliklerinde bir veli, bir âlim, bir sanatkâr gizlidir. İş onu ortaya çıkarabilmekte... Eskiler, düşüncelerini, insana daha yakın gelen duygu ve hayal yüklü sözlerle söylüyorlardı. Sözlerinde incelik, zarafet, edep, hayâ, saygı vardı. Bugün ne yazık ki o nüansları kaybettik. Ka­balaştık. Batı geleneğine uyarak, kuru ve soyut bir üslûpla konu­şuyoruz. Her çağın insanına, onların anlayabileceği, etkilene­bileceği bir sesle hitap etmek lâzımdır. Birçok insan ne söylen­diğine değil, nasıl söylendiğine bakar. Bazen yumuşak ve tatlı bir söyleyiş, sımsıcak bir ses tonu, dinleyen insanın bütün dün­yasını değiştirir. Onu güzellikler ülkesine götürür. Kur’an-ı Ke­rim’de Cenab-ı Hak, Hazreti Musa’yı, Firavunu Hak’ka davetle görevlendirirken, “Ya Musa, Firavun’la konuşurken, yumuşak ve tatlı söyle” buyurur.

İnsanlar düşünürken, konuşurken, adım atarken, bütün in­sanlığı içinde taşır. Bütün insanlık, her insanda doğar, yaşar ve ölür. İnsana kolay gelen, en bayağı olandır. Kusur arayan, kim­senin hünerini göremez. Bir gün bir kimse, bir veliye gider. “Efendim” der, “Kalbimizin korkulardan, vehimlerden, endi­şelerden, vesveselerden kurtulması için ne yapmalıyız?” Cevap çok kısa, çok vecizdir. “Düşüncenizi düzeltiniz, her şey düzelir” der. Kalp korkuyu bilmedikçe, korku yoktur. Seni rahatsız eden düşüncelerden, duygulardan kurtulmak istiyorsan, kalbinde ve kafanda Kur’anî duygu ve düşünceler egemen ol­sun. Işık gelince karanlık gider yavrum. Hak gelince bâtıl zâil olur. Karanlık bir eve girince, sopayla, süpürgeyle karanlıkları dağıtmaya çalışmak, sadece zaman ve enerji kaybettirir. Hiçbir netice alınmaz. Elektriğin düğmesine dokunman yeter. Bir anda bütün ev nurla, ışıkla dolar. Kalbimiz ve kafamız da böyledir. Negatif duygu ve düşüncelerle dolunca, onlardan kurtulmanın en kestirme yolu, kalbimizi ve kafamızı Nûr-u Muhammedî ile doldurmaktır. Kemâl ehli, kemâlâtı sükûtta buldu hep. Konuş­mak, insanın aklını kullanma sanatıdır. Konuşmak bir ihtiyaç ise, susmak bir sanattır.

Güzel konuşmanın tek yolu vardır: Dinlemeyi öğrenmek. Bir tek kitap yazmak için, bir kütüphanelik eser okunmalıdır. Gü­zellik onu görenin gözündedir. İnsanın yüzü kafasının içiyle gü­zelleşir. Dünya bir pazardır. Herkes, metaın arzeder. Hayatı yal­nız para, yalnız mal, mülk, makam, mevki olarak görenler için, zevk-ü sefaya meyledenler için hayat, deniz suyu içmeye ben­zer. İçtikçe susar, susadıkça içer. Hiçbir eşek, çıktığı yolculuk­tan at olarak dönmez.

Bir sıkıntı mı hissetin? Bil ki kötü bir şey yapmışsındır. Söy­lemişsindir. Düşünmüş ya da hayal etmişsindir. Lütfen, tevil yo­luna gitme. Ne olur kendini aldatma. Bil ki bütün aldatmalar çir­kindir. Ama en kötüsü, insanın kendi kendini aldatmasıdır. O sıkıntıyı bir alârm kabul et. Derhal uyan. Derhal tavır al. Baha­neler arama. O anda Allah’tan uzaklaşmışsındır. Güzellikler âle­minden ayrılmışsındır. Derhal tövbe ederek dön Rabbine. Gene için ışısın. Renkle, ışıkla, şiirle dolsun... Nasıl dünya hayatında insan sevdiğinin yanında rahat, huzur, mutluluk ve güzellik bu­lursa, sen de öyle yap. Mânâ âleminde, gönül yurdunda mut­luluk her an, her yerde, her zaman Allah’la beraber olmakla, her an O’nun tecellilerini seyretmekle, onları hayretle, hayranlıkla, aşkla müşahede etmekle mümkün olur. Yürürken, otururken, yan üzerinde yatarken, konuşurken, susarken, okurken, ibadet ederken, dua ederken, tespih çekerken hep O’nunla beraber ol. En yakın arkadaşın, dostun, sırdaşın seccâden olsun. Seccâde, bütün güzelliklerin toplandığı yerdir.

          “Beni kimsecikler okşamaz madem,

          Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem”


Kur’an-ı Kerim’de “Sen O’ndan râzı, O senden râzı olarak gir cennetime” buyruluyor. Önemli bir nokta da kızım, bir müs­lüman hanım olarak, her zaman tertipli, düzenli, dikkatli, uyanık, gözü açık, çalışkan, ama çok çalışkan bir insan olman. Her işini dikkatle, özenle, itina ile yap. Sanki bütün hayatın devamı o işe bağlıymış gibi. Sen de lügatından, Japonlar gibi, küçük, basit, önemsiz, sıradan, alelâde kelimelerini çıkar. Bulaşık yıkarken bile, lâboratuarında deney yapan bir bilim adamı ciddiyetinde ol. Japonlar, “güzellik bir işin yapılışındadır” derler. Her iş gü­zeldir. Yeter ki onu yaparken kendimizden, gönlümüzden bir şeyler katalım.

İşimizi aşk ile yapalım. İçtiğimiz bir bardak suyu bile, aşk ile içelim. Allah, aşk ile yapılan işleri sever. Hiçbir kimseyi basit, önemsiz görme. Her insanın ayrı bir varoluş nedeni vardır. Her insan kendi istidadı alanında tek ve mükemmeldir. Yunus, “Tehi görme kimesneyi, hiç kimesne tehi değil” der. İnsana saygı duymayanlar şeytana mensupturlar. Bilirsin, şeytan Âdeme sec­de etmediği için, kibirli olduğu için cennetten kovuldu. Aman dikkatli ol yavrum. Hakkın dostları binbir kisve içinde gizlidir. Herkese karşı saygılı, mesafeli, edepli ol. Hazreti Ali, “dostla­rınıza, bir gün düşmanınız olacakmış gibi, düşmanlarınıza bir gün dostunuz olacakmış gibi hareket edin, itidalden ay­rılmayın, ifrata gitmeyin” der. Yarının neler getireceğini kimse bilmez. Yunus, “Hiç kimse bilmez bizi, biz ne işin içindeyiz” der. İfratların sonucudur sıkıntın. Bunu bil. Daima ölçülü, itidal içinde, dengeli ol. Sırrını kimseye söyleme. İçini kimseye açma. Yan, ama tütme. Allah ve Peygamber varken, neden sırdaş arı­yoruz acaba. Niyazi, “Ben taşrada arar idim, ol can içinde can imiş” diyor. Sakın çevrende gördüğün bazı kimseler gibi pasif, içe dönük, mücadele gücü olmayan, karamsar, tembel, hayata küskün olma. Gerçek müslüman, iradeli, güçlü, kendin­den emin, her şeye büyük bir ilgi duyan, dünyayı daha iyiye, da­ha güzele doğru değiştirmek isteyen, bilime, güzel sanatlara, doğaya aşık, hayat dolu, cıvıl cıvıl bir insandır. Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. İnsanlar doğuştan iyi veya kötü değillerdir. İçinde bulundukları şartlara göre, aldıkları eğitimin şekline göre, iyi veya kötü olurlar. Hayat geriye adım atmaz. Bizden her gün, daha iyiye daha güzele doğru bir fetih bekler. Kendini, ulvî, ilâhî, estetik duygulardan koparan insanlar, yaşamlarının her yönün­de sükût ederler.

Kur’an-ı Kerim’de “Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz” buyruluyor. Ömür boyu temiz ye, temiz giyin, temiz evde otur. Ama dikkat, sakın aşırıya gitme, lükse, israfa daIma. Bunlar in­san şahsiyetini kemiren güvelerdir. Gösteriş, çalım satmak insa­nı insanlıktan çıkarır. Nefsin bataklıklarına götürür. Güzellik, te­vâzuda, incelikte, sadeliktedir. İmkân nispetinde sade bir hayat yaşa. Günde bir çeşit yemek, sağlık bakımından da en iyisidir. Asabi iken, hırçın zamanında yemek yapma. Sendeki o hâl, yemeğe de geçer. O yemeği yiyen, farkına varmadan hırçınla­şır. İnsan ruhen ve bedenen o kadar hassas ki... Akla hayale gelmeyen en ufak şeyler bir insanı incitebilir, yaralayabilir. Nef­sine ve eşyaya esir olmak kadar insanı küçülten ne vardır? Ye­meğin tadını getiren tuzdur. Ama tuz tadını kaybetmişse ne ola­cak?

Şahsiyet, kendini ve şartlarını olduğu gibi benimseyerek ona derin ve güzel bir şekil vermektir. Gözü yerde olanın gönlü âsu­mana çıkar. Önemli olan kendimizi ve başkalarını her an yeni­den keşfedebilmektir. Unutma ki en hain düşman peşin fikirdir. Her çeşit söz ve duygu, sahibinin kazanç ve sermayesi oldu­ğundan, aynen kendisine geri döner. Kem söyleyen, kem söz işitir. İnsan ektiğini biçer.

          Her ne yüzle baksa göz âyinede kendin görür.

          Vechini pak eyle kim mir’ata bühtan olmasın.


Yavrum, lütfen aceleci olma. Konuşurken yavaş sesle ko­nuş. Allah yavaş sesle konuşanları sever. Seslerin en çirkini eşek anırmasıdır. Sessizlik güçlülüğün dile gelmesidir. Sessizlik kişiyi özgür kılar, darağacından bile. O kadar güzel, temiz, nezih yaşa ki, senin gömüldüğün toprak seninle iftihar etsin.

İnsanın insanla karşılaşmasından doğan canlı diyaloğun ye­rini hiçbir şey tutamaz. Bir insan kitap okuyarak çok şey öğre­nebilir. Fakat, bir karakter ve şahsiyet haline gelemez. Karakter ve şahsiyete, bilgi yüküyle değil, ferdî özelliklerin gelişmesiyle ulaşılır. Şunu hiç hatırdan çıkarma yavrum, insanı insan eden, yine insandır. Kimse tek başına ne hakikati bulabilir, ne mutlu olabilir. Bugün, psikologlar, diyalog ve dostluğu bir tedavi me­todu olarak kullanıyorlar.

İnsan, ilkin kendini insanlığa ve cemiyete bağlayan temel gerçekleri ve değerleri tanımalıdır. Güzeli, iyiyi, doğruyu bul­madan pisliği, adiliği, çirkinliği öğrenmeye kalkmak insanları de­jenere eder. Ancak temel değerleri ve gerçekleri bulanlar, sos­yal hayatın karmaşık yollarında gideceği istikameti bizzat bula­bilirler. Bir meselenin ortaya konulması, çözülmesi kadar önem­lidir. Bir mesele, açık ve seçik olarak ortaya konulursa, çözül­mesi de kolaylaşır. Her meselenin anahtarı kendi içindedir. Eğer çözülemiyorsa, doğru olarak bütün unsurları ile ortaya konu­lamıyor demektir.

İnsanoğlunu iyi kötü, güzel çirkin bütün tezatları ve karı­şıklıkları ile bilmek, çelişkileri, bunalım ve sıkıntıları ile tanımak, dünyanın en zor işidir. Dünyada gerçek insan kadar bilinmeye değer başka ne vardır? Varlık binbir sırla doludur. Allah insana akıl ve iradeyi bu sırları çözmek için vermiştir. Bu mânâda dün­yayı hakir görmek, güzelliklere sırt çevirmek, her şeye boş ver­mek, her duruma bana ne demek, akıl ve zekâyı geliştirmemek en büyük günahlardan değil midir? O zaman emanete ihanet etmiş olmuyor muyuz? Buna hakkımız var mı?

Yaratılışın bir mânâsı var. İnsana düşen en büyük görev bu mânâyı araştırmak ve bulmaktır. Bu da hayat ve kâinat karşı­sında aktif bir davranışı gerektirir. İslâmiyet, hayat ve kâinata en derin mânâyı vermiştir. Onu anlayabildiğimiz, farkına varabil­diğimiz gün, bütün varlık pırıl pırıl aydınlık bir mâbet haline gelecektir.

Gören bir göz, işiten bir kulak, hisseden bir kalp, düşünen bir insan için, hayatın her ânı bir mucizedir. Her an düşüncelerini olumsuzdan olumluya çevir. Istırap çekmekten vazgeç, seni üzen, ıstırap veren her ne varsa bırak onları. Kayıtsız şartsız Allah’a teslim ol. Kader oluğu altında uyu. Mutlu olmak isteyen, daha çok şükretsin. Mutluluk, içinde bulunduğumuz koşullarda değil, bizzat kendi içimizdedir. Allah’tan gelen her şeyin bir hik­meti vardır. Allah kimseye taşıyamayacağı yükü vermez. Çö­züm bekleyen bir sorunla karşılaştığımızda, bağırıp çağırmak, üzülüp ağlamak bizim henüz olgunlaşmadığımızın, ham ve çiğ olduğumuzun en güzel göstergesidir. Sosyal statümüz, ekono­mik durumumuz ne olursa olsun... Önemli olan karanlığa küf­retmek değil, bir mum ışığı ile de olsa, o karanlığa aydınlık bir kapı açabilmektir. Bazen bir tebessüm dünyayı dolaşabilir, bir insanı ölümden döndürebilir. Sükûnetle içimize döndüğümüz za­man yalnız olmadığımızı anlarız.

Kâmil insan, halktan biri iken hükümdar gibi olan, hüküm­darken halktan biri gibi olandır. İnsan gözdür, gerisi posttan iba­rettir. Göz ise dostu görendir. Dostu gören göz için hayatını ya­şamak büyük bir aşktır. Başını nereye çevirse, Hak’kın cemali ile yüz yüze gelir. Şekil ve madde, ışığın akislerine göre her an değişir. Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. Yunus “Cümle yerde Hak nazır, göz gerektir göresi” der. Güzellik insanın içini ışıtır, aydınlatır. Onda yüceltici, mutluluk verici bir ışık var­dır. Seviyoruz. Hayatımızın güzelliği bu yüzden...

Sevgi bedenimizdeki hücreleri yeniler ve bizleri dünyanın kesafetinden çıkarır. Letâfet âlemine götürür. Yunus, sevgisi olmayan insanlara, taş gönülde ne biter diye seslenir. Kabahati kimsede aramayalım. Şâd olmuyorsak nedenlerini düşüncele­rimizde, yaşantımızda bulmaya çalışalım. Her şey çok ince bir hesap üstüne kuruludur. Mesele her şeyin yerini, değerini, ro­lünü kavramadadır. Her şey küçük başlangıçlarla olur. Dağ diye görünen, birleşen atomlardır. Irmaklar, nehirler, barajlar da bir­leşen su damlaları... Gerçeği insanların ölçüsü ile değil, insan­ları gerçeğin ölçüsü ile tanı. Âlim ölü olsa bile diridir. Cahil diri olsa bile ölü... Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Bazen kurt en güzel meyvenin içinde gizlenir. Sabır acıdır ama meyvesi güzel­dir. İnsan şükür kapısından geçmeden, sabırda yükselemez. Ne yazık ki insanların çoğu, şükretmenin sadece zannı ile yaşı­yorlar. Kıymetli yavrum, kini kinle değil, sevgi ile temizle.

En muktedir insan, eline fırsat geçtiği halde, kinIeri unutup bağışlayıcı olandır. Yunus, “Düşmanımız kindir bizim” der.

Huzur, içte sağlanan dengenin meyvesidir. Düşünebilmek için ruh sükûnet ister. Gerçeği seyretmek isteyen kimse, ilk ön­ce kendinde sükûnu tesis etmeli, zihni, bir gölün durgun suları halini almalıdır. Sessizliği güzelleştirmedikçe konuşmamak ge­rektiğini öğren. Kartallar yalnız uçar, kargalar sürü halinde... Sa­na bir kötülük yapıldığında verebileceğin en güzel karşılık unut­maktır. En güzel mânâ gülleri, sessizlik içinde açılır. Her günü en önemli gün olarak yaşa. Her işi, yapılacak en iyi iş olarak yap. Her insanı, en değerli insan olarak karşıla. Söylediğin her sözü, en önemli söz olarak söyle... Her gün daha iyiye, daha gü­zele gidebilmek için, son nefesine kadar elinden gelen bütün gayreti göster. İki günün birbirine eşit olmasın. Mutlu ve çalış­kan ol yavrum...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]