subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt III                                                                           Sabri Tandoğan

 

İnsan Bu Meçhul II

Allah ne verdi ise, onu tenkitsiz olarak kabul et. Allah’ın verdiği nimetleri teşekkürle karşıla. Saygı ile, edeple karşıla. Ben buna lâyık mıyım diye düşün. Düşünme, bir şükürdür. Bir insana teşekkür edersen, Allah’a şükretmiş olursun. Vasıtaya teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmemiş olur. Şüphesiz veren, gönderen O’dur. Ama edeben vasıtayı da unutmamak gerekir.

Başkalarının kötülüklerinin affını, Allah’tan dile. Kötülere kötü deme. Küfür ve kötülük illeti ile hasta olduklarını söyle. En büyük kerâmet Resûlullah Efendimiz’in ahlâkı ile ahlâklan­maktır. Kim ki kâhine, falcıya gider ve ona inanırsa Allah’ın Kur’an’ını inkâr etmektedir. Gâibi ancak Allah bilir. Büyücüye, falcıya, medyuma gidenler şirk içindedirler. Kendilerine sorsan; efendim ben lâf olsun, eğlence olsun diye gidiyorum derler. Ka­bul etmezler. Sonra da o kimselerin sözleriyle, hayatlarını zehir ederler. Kimi gizli, kimi açık şirk içindedirler, farkında olmazlar. İyiye, doğruya, güzel olana, gerçek olana giden yol apaçık orta­da iken, billûr gibi olan pınardan kana kana içmek varken, mü­levves, kirli sulardan içmeyi nefsin, egonun esiri olmaktan başka neyle açıklamak mümkün olur? Bir suya taş attığın vakit, su nasıl açılırsa, Allah’ın nuru bir müminin kalbine indiği vakit, onun kalbi de öyle açılır, genişler. Hoş ve lâtif bir mekân olur. Gerçek hüzün, senin her üzüntünde Allah’ı göremeyip hatırlayama­mandır. Eğer her gamda Allah’ı görebilseydin, hüzün diye bir şey olmazdı. Allah’ın seni sevmesi, kalbini istilâ etmesi ve her şeyi onunla görmen, cennettir. Allah’a yakınlık, Allah’ın sana olan yakınlığındandır. Allah her şeye kâdirdir. Ârif insan, kim­seden bir şey istemez. İhtiyacını kimseye bildirmez. Allah’a bile açmaktan utanır.

Kimsenin malına elini uzatma. Kimseden isteme. Hak’tan başka veren olmadığını unutup da, elini hiçbir kimseye uzatma ve isteme. Daima nefsin isteğinden kaçınmalı, onu almamalı, istemeden geleni almalıdır. Dostlarından biri senin ihtiyacın ola­nı ummadığın anda gönderirse, sen de kabul et. İstemeden ve beklemediğin bir anda gelen rızkı al. İhtiyacın yoksa ihtiyacı ola­na ver. Allah’a vasıl olan insanı, her şey Allah’a çeker. Eğer Allah’tan ayrı olursak, hiçbir şey bizi Allah’a çekemez. Dünyanın geçiciliğini anlamak için ilim lâzımdır. İlim olmayınca insan hiçbir şeyin fayda ve zararını anlayamaz. İlim, sahibinin kalbini parla­tır, kalpten perdeleri kaldırır. Böylece o kimse de gideceği yolu görür. İlim insanı Allah’a yaklaştırır. Yunus suresinin 62. âye­tinde “İyi bilin ki, Allah dostlarına korku yoktur. Onlar üzül­meyeceklerdir.” buyruluyor. Allah iman edenlerin velisidir. On­ları karanlıktan aydınlığa çıkarır. Allah’tan başka dost edinen­lerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. Ve insan için ulaşılacak en son, en güzel makam, Fecr Suresinin “27-30” âyetlerinde ne güzel gösteriliyor. “Ey itminâ­na ermiş nefis dön Rabbine, sen O’ndan razı O senden razı olarak...” Unutma, en azgın düşmanın, senin içindeki nefsindir. Peygamberler, insan ruhundaki büyüklüğü, yüceliği, güzelliği gören, insanları yaratılıştaki temizliğe, asalete, öz ve tabii cev­here dâvet eden Allah’ın elçileridir. Hayat kavgası, insana çoğu zaman kendini unutturuyor. İnsanı kendinden uzaklaştırıyor ve giderek kendine yabancılaştırıyor. Bu hayat kavgasında şaşkın ve perişan düşenler, özlerinden, fıtrî yaratılışlarından uzakla­şanlar çevrelerindeki güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar gü­zel olan şeyleri göremez, hissedemez, idrâk edemez oluyorlar, onları algılayamaz özümleyemez oluyorlar. Bir bilseler ki, aşk kimde ise yücelik ondadır. Allah’tan başka dost edinenlerin du­rumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Neye iti­bar ediyorsak, mâhiyetimiz aynıdır.

Yaşamak san’atı, insanın varoluş amaçlarını bilerek, niçin yaratıldığının, nereden gelip nereye gittiğinin farkında olarak, tekâmül kanunlarına uyarak, her gün daha iyiye, daha güzele giderek, iki gününü birbirine eşit kılmadan, temiz, asil, pırıl pırıl bir yaşama üslûbuna ulaşmak demektir. Sevgi, saygı ve hoş­görüyü yaşamının her anında göz önünde bulundurarak, yerde­ki bir kum tanesinden, gökyüzündeki Samanyolu’na kadar bütün kâinatı kucaklamak demektir. Yaşamak san’atı, insan olduğu­nun bilincine varmak ve bu bilinçle yaşamını en güzel şekilde sürdürmek demektir. Büyük Yunus, yüzlerce ciltte anlatılama­yan bu gerçeği bir mısrada ne güzel özetliyor:

          Sevelim, sevileIim, dünya kimseye kalmaz.

Yaşamak san’atı, bütün varlığı insanıyla, hayvanıyla, bitki­siyle, taşıyla, toprağıyla, deniziyle, gökyüzüyle sımsıcak kucak­lamak, tek istisna olmadan onlara saygı duymak demektir. Yunus gibi “Yaradılanı hoşgör, Yaradan’dan ötürü” diyebil­mektir. Mevlânâ, “Sevgiden bakır altınlaşır” der. Yaşama sa­natında usta olan insanlara bakın, vücutlarının bütün zerreleri sevgiyle dolmuştur. Sevgi bütün varlıklarını istilâ etmiştir. Sım­sıcak, yalansız, riyasız, menfaatsiz, ana sütü gibi duru ve temiz duygularla uzattıkları sevgi dolu elleri, karşı tarafça anlaşılma­dan hoyratça itilse, reddedilse bile onlar yine, Allah’ım sen bu insanı affet, onu iki cihanda aziz et, içini sevgiyle doldur diyecek kadar, insan sevgisiyle doludurlar.

Yaşamak san’atı, ânını yaşamak, kafasını vehimlerden, ku­runtulardan, vesveselerden kurtararak, varoluşun çılgın güzelli­ğini duymak ve duyurmak demektir. Yaşamın her ânını birer inci dakikası haline getirebilmek, yaşama sevincini yüreğinin tâ de­rinlerinde hissederek, Geothe gibi “Ey zaman geçme dur, öyle güzelsin ki” diyebilmektir. Hayatı öyle dikkatli, uyanık, saygı dolu olarak yaşayabilmeli ki, sonunda Ömer Hayyam gibi

          Sevginle gireceğim toprağa

          Sevginle çıkacağım topraktan,
diyebilmelidir.

F.H. Dağlarca bir şiirinde “Ve bir ân yaşıyorum, bütün bir ömre bedel...” diyor. İşte yaşamak sanatı, imkân nispetinde, o ânı bütün bir ömre teşmil edebilmek demektir. “Sevmek devam eden en güzel huyum” diyebilmektir. Büyük Yunus, sevgiyi ha­yatının mihrâkı yapar ve “Sevdiğimi demez isem sevgi derdi boğar beni” der, “Eğer âşık isem ölmezem ayruk” der. “Ölenler hayvanmış, âşıklar ölmez” der.

Yaşamak san’atı, hayatın ebedî diyalektiğini sezebilme, keş­fedebilme ve bunun sonucu olarak da, çöpsüz üzüm, dikensiz gül aramama demektir. Bütün hayat zıtlıklar üstüne kurulmuştur. Gece gündüz, hayat ölüm, varlık yokluk, neşe üzüntü, acı tatlı vs. Bunların, işin derinine, kökenine inilirse, birbirini tamamlayan unsurlar oldukları görülür. Transistörlü radyonuzu çalıştırmak için aldığınız pilin iki ucu da (+) veya (-) olsa, ne işe yarar? (+) ve (-) bir araya geldikleri zaman birbirini tamamlamakta, bir işe yaramaktadır. Yüzeyden bakıldığı zaman çelişki gibi görünen durumların, öze inildiğinde, bir araya gelmekle bütünleştikleri, bir bütün oluşturdukları görülmektedir. Unutmayalım, hepimiz bir ağacın dallarıyız. En huzurlu insan, Allah’a en çok yaklaşan insan demektir. “Her kim beni anmaktan yüz çevirir, beni gönlünden çıkarırsa, onun nasibi darlıklar içinde yüzen bir yaşayış olur.”(Tâhâ, 124)

Ümitsizlik en büyük günahtır. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. İnsanlar düşündükleri ile değil, fiilen yaptıkları, orta­ya koydukları ile önem kazanırlar. Halka hizmeti olmayanın Hak’ka da hizmeti olmaz. Gerçeği yakalamak; iyiye, doğruya, güzele ulaşmak isteğinde olan kişi, kendi içinde sessizliği kur­mak zorundadır. Allah Resûlüne karşı duyulan aşk, tek başına bir kurtuluş belgesidir. Hakikatin konuşulabilmesi için iki hususa ihtiyaç vardır: 1- Söyleyen 2- Dinleyen. Dünya, seni Allah’tan alıkoyandır. Dünya, Hak’tan gafil olmaktır. Kusursuz olsaydık, başkalarının kusurlarını meydana çıkarmaya bu kadar meraklı, bu kadar istekli olmazdık. Herkes kendi evinin önünü temizlese, bütün şehir temiz olurdu. İç dünyamızı edep, incelik, zarâfet, sevgi, saygı, hoşgörü ile doldurursak, bütün menfi düşüncelerin kaybolup gittiğini görürüz. Işık gelince karanlık gider. İnsan âlemde insanları sevdiği müddetçe yaşar. Kalbiyle kafası ara­sına fesat sokanlar, kendi kendilerine en büyük ihaneti yapmış olurlar. Eğer dua etmek için kaldırdığımız ellerimizi tekrar indir­diğimiz zaman, daha iyi bir insan olabilmişsek, dualarımız kabul edilmiş demektir. İnsanoğlu bir şeyi sevmeden onu anlayamaz.

Nasıl tohumda renk, koku, tat, çiçek, meyve, ağaç gizli ise, insanda da öyle. Beyin âdeta ilâhi bir depo. Bir bilgi, akıl, ilim, idrak deposu. Âdeta bilgisayar. Geçmişin, hâlin, geleceğin her çeşit sorununu çözecek bir bilgisayar. Bu ilâhi bilgisayarın ba­kımı, bozulmaması, aksamadan çalışması için prospektüsünü Peygamberler getirdi.

Her hayvanda, en küçük böceğe kadar bir beyin var. Hepsi de başında... Görme, işitme, hissetme, koku, tat, duygu... Bun­ların hepsi, en küçük böcekten en büyük mahlûka kadar bir baş içinde gizli. Bütün diğer iç ve dış organları o merkezden idare ediliyor. Bu merkez ilâhi bir bilgisayar.

Kâinatta her şeyde devamlı, süratli, intizamlı bir titreşim var. Atomlar durmadan hareket halinde. Yıldızlar dönüyorlar. Vücut­taki hücrelerin her birinin ayrı bir görevi var. İnsanı ürperten, hayrete düşüren intizamlı bir kaynaşma halinde... Kur’an-ı Ke­rim’de, “Her şey sizin göremeyeceğiniz bir süratle yok olu­yor, tekrar varoluyor...” buyuruluyor. Bir ampulün saniyede altmış defa yanıp sönmesi gibi. Biz onu devamlı gibi görüyoruz. Bu titreşimler ilâhi bir emirdir. Bir öğüttür. Bir sırrı fısıldıyor bü­tün evrene. Havadaki radyo dalgalarını küçük bir âlet ile alı­yoruz. Bu titreşimler Allah’ın sınırı olmayan güçlerindendir. Bu kudret ve güçler, bize doksan dokuz esmâ şeklinde bildirilmiştir. Bu esmâların titreşimlerine göre adetleri vardır. Bu titreşimler insan dimağındaki milyonlarca hücrelere muhtelif yollardan gi­rer. Resûlü Ekrem’in, “Ben ahlâkı tamamlamak için gönde­rildim” buyurması, ilâhi bilgisayarın bozulmaması için emirleri, tarifnameyi insanlığa bildirmesi demektir. Adet kâinatın, tekâmül hayatın, birlik Allah’ın kanunudur. Mutluluk Allah yanında mak­bul olabilmek mazhariyetine kavuşmaktır. İlmin en muhteşemi, bilmiyorum noktasına ulaşmaktadır. Allah’ı sev. Eli açık ol. Değil kötülük etmek, kötü bir düşünceyi bile kafandan uzak tut. Sade, basit, mütevâzı yaşa. Zenginlerin, meşhurların yaşayış biçimin­den uzak dur. Şöhreti seven ve onu arayan kimseler, kendi mut­luluklarını başkalarının bakışlarında ve sözlerinde arayan zavallı insanlardır.

Fâsıklarla arkadaş olma. Çünkü ahlâkı sana bulaşır. Aman dikkat et. Arkadaşının kim olduğunu söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim, sözünü unutma. Kişi refikinden azar. Eğrinin doğru­su, doğrunun eğrisi yine eğridir. Efendim, beni etkilemez, bana vız gelir deme. Bunu söylemek insan ruhunu tanımamak de­mektir. Herkes derece derece etkilenir. Sen de etkilenirsin ama farkına varmazsın. Sana deva yine senden gelir, ama görmü­yorsun. Sendeki dert yine sendendir, fakat bilmiyorsun. Hak’kın haremine namahrem koyma. İçini ve dışını Hak’tan gayrıdan uzak tut. Kalp ancak Hak’kı anmakla mutmain olur. Hak’kı ana­rak ona yakınlık tahsil et. İnsan bütün nefeslerini Allah’a yak­laşmak için sebepler arayarak harcamalıdır. Para, mal, mülk, şöhret, mevki, makam, rütbe gibi geçici durumlar insanın aya­ğını kaydırabilir, aman dikkatli ol, üst üste üç yıl milli piyangodan en büyük ikramiyeyi alanların üçünün de şimdi hapishanede ol­duğunu unutma. Bunların hepsi aslında birer imtihandır.

          “Zorluk ve kıtlıkla denendik sabredebildik.

          Bolluk ve refahla denendik sabredemedik.”


Rabbinize boynu bükük halde ve gizlilik içinde dua ediniz. Dua, kelime ve ses işi değil, samimiyet işidir. Kur’an-ı Kerim okumak en ideal duadır.

Ancak varoluşunun nedenini bulabilen insanlar, güçlü ve huzurlu olurlar. Her birimizin dünyaya gelişinin bir nedeni var. Hiçbirimiz tesadüfi olarak dünyaya gelmedik. Zaten bir tek tesa­düf var. O da lügatlardaki tesadüf kelimesi. Ne için yaratıldığını bilen, yaşamasının amacını bulan insanlar, hayata, insanlara, olaylara bir başka bakarlar. İnsanda şehvet bir fetih atıdır. Ona fethedecek bir istikâmet gösterilmezse, o etkinliğini yalnız cin­siyet alanında duyurmak zorunda kalır. Tıpkı deli dolu akan bir nehir, etrafındaki evleri, tarlaları, ekinleri basıp zarar verirken, çevresine kurulan tesislerle, sükûnete kavuşup, evleri aydın­latan, fabrikaları çalıştıran elektrik üretilmesi gibi... Şehvetini yönetebilen insan, her alanı fetheder. İnsanda şehvet, bir gaye bulursa, insan, gücünün üstünde işler başarır. Din, tasavvuf, bilim, güzel san’atlar, devlet yönetimi gibi hayatın birçok ala­nında bunun çok güzel örnekleri vardır. Buna süblimasyon de­nir, yani cinsel hayatın yüceltilmesi. İnsan dünyaya gelirken, ona büyük bir enerji veriliyor. Amacı, insanın kendini aşması, yüce Rabbine lâyık nezih, temiz, güzel işler yapan bir insan olması. Biz cehaletimizle bu büyük, bu yüce enerjiyi yalnız cin­sellik alanında kullanırsak, kendimize kıymış, ihanet etmiş ol­maz mıyız? Cinsellik, neslin devamı için, o büyük enerjiden yalnız bir bölümü ile iktifa etmesi, yetinmesi gereken bir durum. Cinsel alandaki ahlâksızlıklar, azgınlıklar, sapıklıklar hep gaye­sizlikten ileri geliyor. İnsan varoluş amacını bulup, onu yaşa­yamayınca ahlâksızlık başlıyor, insanlık da ölüyor. Sonra cinsel sapmalara, azgınlıklara sıra geliyor. Kur’an-ı Kerim’de ürpertici bir tabir vardır. Belhüm adâl. Hayvandan daha aşağı, demektir. En büyük ahlâksızlık, ciddiyetsizlik ve gayesizliktir. İnsanın he­yecan ve faaliyet kaynağı olan şehvet, bir yüce amaç bulursa insanı ötelere götürür. Onu arıtır, temizler, tekâmül ettirir, yücel­tir. Bir çıkış bulamazsa, o ruhen ölü insanda son bir canlılık emaresi, son bir varoluş çırpınışı ile sekse yönelerek insanı harap eder, onu hayvanlaştırır hatta daha aşağı bir mertebeye indirir. Çünkü varoluşun kanunlarında gidiş iyiye, güzele, geliş­meye doğrudur. Hayat geriye adım atmaz. Asıl hürriyet, aslî varlığımız olan Allah’a ulaşmayı engelleyen ve bizi yabancı­laştıran her şeyden kurtulmaktır. Düşünceleriniz neyse hayatı­nız odur. Dünya cenneti Allah’a yakınlıktan doğan gönül rahat­lığıdır.

İnsan ilim ve anlayışta yükseldikçe benliğinin sırlarını çözer, yaratılış hikmetlerine erer. Asıl müflis, zamanını boşu boşuna harcayandır. Görüş nurdur, göz yağ. Nurun yağla ne ilgisi var? Kalbini cilâla ki her şeyin aksi orada görünsün. Cihan binbir güzellikle ve aşk ile doludur ama, kör aynada ne görür? İlim ve hikmetin vatanı bütün insanlığın kalbidir. İnsanları sevmek, Allah’ın rızasına açılan kapıların anahtarıdır. Bütün hayırlı çalış­malar sevgi kapısına açılır. İnsanlara musibet ve sıkıntılar çok defa ruhta yükselmeleri için verilir, zaman geçince bunların bir lütuf olduğu anlaşılır. Ancak Allah’a teslim olan insanlar, hayata, insanlara, olaylara sükûnetle ve rahatlıkla bakarlar. Yaşamak san’atı, yaşamın her an tadını çıkararak doya doya, dolu dolu yaşamaktır. Ruh nefse hakim olunca, sefer tamam olur. Mısrî Niyazi “Ben taşrada arar idim, ol can içinde can imiş” diyor. Hayat akıl almaz bir sırdır. Herkesin kendi bulacağı bir sır. Genç yaşta insan bunları sezinlemezse, ihtiyarlığında çekilmez, ta­hammül edilmez biri olur. Her şey bir insanı sevmekle başlar. Önemli olan her gün o sevginin sınırlarını genişleterek bütün kâinatı kucaklayabilmektir. İçini sevgiyle doldurmadan ölecek olursan, geriye bir avuç toprak ve bir yığın boş lâkırdıdan başka bir şey kalmayacaktır. Mutluluğun peşinden koşulmaz. O sa­dece, edep, tevâzu, sabır, şükür, kanaat sonunda yaşanılan bir güzel, bir hoş hâldir. Ancak şunu elde edersen, şuna sahip olur­san mutlu olursun demek, hayatı hiç mi hiç anlamamak de­mektir. Hakikate ulaşmanın yolu, insanın kendisini bilmesidir.

İnsan kendi içinde ulvî ve ebedî bir cevher taşıdığını bilme­lidir. Velilerin, onların sohbetlerinin rolü, dünya işine, maddeye dalan insanları uyandırmak, kendi içlerine döndürerek ebedî ışı­ğı göstermektir. İnsanların adileşmelerinin, ahlâksızlık, sapıklık uçurumuna yuvarlanmalarının sebebi, varoluş nedenlerinden habersiz yaşamaları, kendi kendilerini unutmaları, kendileri üze­rinde düşünmemeleri, varlıklarının sırrını ve sebebini araştırma­malarıdır.

Sohbet, insanı kendi varlığı ve kâinat üzerinde düşünmeye sevkederse bir anlamı vardır. Sohbette insanoğlunun günlük işlere dalınca kolayca unutuverdiği ebedî hakikatler hatırlatılır. Sohbet insanın kendine dönmesi ve kendi gerçek şahsiyetini bulması için olursa bir anlamı, büyüklüğü ve önemi vardır. On­dan ötesi çene çalmak, gevezelik yapmak ve vakit öldürmektir. İnsan varlığa ve gerçeğe kendinden gider. İnsan evrenin öze­tidir. İnsan hem maddî, hem manevî varlığı birleştiren bir sen­tezdir. İnsan kâinatın meyvesi, bütün varlığın özü ve kalbidir. Kâinatın Efendisi her gece yatarken, “Allah’ım bana eşyanın tabiatını göster” diye dua ederlerdi. Gönül sohbetleri insanı, kendi dar benliği içinde hapsolmaktan kurtarır. Onu bütün var­lıkla, kâinatla, bütün insanlarla, Allah’la dost eder. İnsanları dar­lığa, sıkıntıya, ıstıraba, kine, kıskançlığa sevkeden kendi dar benlikleri içinde kalmaları, bakışlarını sonsuz kâinata ve Allah’a çevirmemeleridir. İnsanlar günlük hayatın koşuşturmaları içinde kâinat ve Allah ile olan bağlarını unutuyorlar. Gönül sohbet­lerinde insan kendini aşmayı, kâinatla birleşmeyi, ancak bu su­retle gerçek mutluluğa ulaşabileceğini öğreniyor. İnsanoğlunun bütün ıstırabı, hayattaki bütün karışıklıklar, ruhlarındaki nizam­sızlıktan ve ahenksizlikten geliyor. Gönül sohbetlerinde, insanla Allah arasında bir köprü kuruluyor. Daha önce kendi yalnız­lığında, ıstırapları içinde kahrolan insana, renk dolu, ışık dolu, pırıl pırıl bir âlemin kapıları açılıyor.

          “Ben sanırdım halk içinde hiç bana yâr kalmamış
          Ben beni terkeyledim, gördüm ki ağyâr kalmamış”


Aslında herkes kendi kendisinin kuyumcusu olduğunu bir bilse. Kur’an-ı Kerim oku diye başlıyor. Mesnevi dinle diye... İlâhi hakikatler zanla, vehimle, kuşku ile bilinmez. Gerçeklere ancak yakîn bilgisiyle, yani her türlü şüphe ve tereddüt geride kaldıktan sonra varılır. Eğer insanlar başkalarında görüp tiksin­dikleri şeylerden sakınsalar, edepleri kemâlini bulur, terbiye edi­ciye lüzum kalmazdı. Hayatta her zaman bir fırsat vardır. Önemli olan bu fırsata hazır olmaktır. Bazen bizi iyi edecek tabi­bi Allah önümüze çıkarır. Ama biz hazır değilsek, o kibrimizle, gururumuzla, bencillik ve nefsaniyetimizle burun kıvırır, adam beğenmez, saygısızlık eder, kıymet bilmez, o mübarek insanı incitir, bizden uzaklaştırırız. Ondan sonra da beni kurtaracak el ne zaman gelecek diye bekleriz. Sen gözünü kaparsan, etrafın ışık olmuş ne fayda... İnsanların genel zaafı, lâyık olmadan sevgi beklemeleridir. Sevginin olmadığı her yer cehennemdir. Unutmayalım ki bütün kâinat konuşuyor, her zerre hakikati fısıldıyor ama, onu duyacak kulak nerde? Ahmaklığın alâmeti kibirdir. Kibrin alâmeti ise kimseleri beğenmemektir. Aramıyor­san nasıl bulacaksın? Burun büyüklüğünden, sana dost elini uzatanlara tepeden bak, onları hor ve hakir gör, ondan sonra ben yalnızım, kimse beni anlamıyor diye gözyaşı dök. İş yap­tığını mı sanıyorsun? Bir Allah dostunu kırmanın ne demek olduğunu biliyor musun? Hareketlerinde, sözlerinde çok dikkatli ol. Ufacık bir hata bütün hayatını alt üst edebilir. Büyük Yunus ne güzel söylüyor:

          Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil
          Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil


Şunu iyi bil. Gönül iklimine kibirle, gururla, kendini beğen­mişlikle girilmez. Sonra burnunu fena sürterler. Mevkiim var, makamım var, servetim var diye sen kendini ne sanıyorsun. Ön­ce tevâzu, sonra edep. Kimde ne olduğu hiç belli olmaz. Sonra pişman olmayasın. Kralla da çobanla da aynı şekilde konuşa­sın. Ateş görmeyen çamur, tuğla olmaz. Gaflet daima küstah­lıktan zuhura gelir. Saygı gösteren saygı görür. Edep öyle bir taçtır ki, onu başına tak da nereye gidersen git. İman iki kı­sımdır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür. Sabırla şükürden edep do­ğar. Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır. Günahtan bunalan bir hayat, Allah’ın kurtaran, temiz­leyen aşkı ile yeni bir hayata kavuşur. Gerçeği ve güzeli görmek isteyen kimse, ilk önce kendinde sükûnu tesis etmeli, zihni, bir gölün durgun suları hâlini almalıdır. İnsanların birçok felâketleri bir şeyden ileri geliyor. Bir odanın içinde yalnız oturmasını bil­meyişlerinden. Nerede olursanız olun Hak sizinle beraberdir. O bütün iyiliklerin ve güzelliklerin kaynağıdır. Yeryüzünde cenneti, insanın kendi içinde aramasını bilmesi ne hayırlı bir bilgidir. Gü­nah, er veya geç çöküş getirir. Sürekli başkalarıyla alay edenler, dedikodu yapanlar, iftira atanlar, nefretle çevrelerini incitenler, haysiyet lekeleyenler, bir süre sonra kendi benliklerine yaban­cılaşmakta, kendi kendilerinden soğumaktadırlar. Önce ruhsal yaşamlarında başlayan aksama ve düzensizlikler, bir süre son­ra, organik varlıklarına da sirayet etmektedir. Ancak hayatın ve fıtratın kanunlarına uyanlar mutlu, başarılı ve huzurlu olacak­lardır.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]