subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt III                                                                           Sabri Tandoğan

 

Yunus

Beş yaşında bir çocuktum. İçim içime sığmıyordu. Hayata karşı, insana karşı, sorularla doluydum. 3,5 yaşımda okuma yazma öğrenmiştim. Eve gelen misafirlerin içinde okuyan, ya­zan, düşünebilen insanları seçiyor, sonu gelmeyen sorularımla onları geldiklerine pişman ediyordum. Bunlardan biri, bir gün bana beş kuruş verdi. Beş kuruş o zaman iyi para idi. Gittim. Bir kitap aldım. Yunus Emre Divanı yazıyordu kitabın kapağında. O yaşta o kitabı bana aldıran nedeni hâlâ bilmiyorum. Düşünüyor, bulamıyorum. Ama bildiğim bir şey var. O yaşta, Yunus’u sev­dim. Ona aşkla bağlandım. Yıllar geçti, aşkım her gün daha çok arttı. Onu düşünmeden, ondan şiirler okumadan bir günüm geç­medi. Öyle sevdim ki... Gün oldu anam oldu, beni bağrına bastı, babam oldu, kardeşim, arkadaşım, sırdaşım oldu. Hocam, mü­rebbim, yol göstericim oldu. Nice sorunlarımı çözdü. Nice karan­lıklardan aydınlığa, feraha, ışığa, nura ulaşmada rehberim oldu. Türkçe’nin erişilmez, doyumsuz güzelliğini tattırdı bana, konuş­malarım, yazılarım onun mısraları ile zenginleşti. Anlam kazan­dı. Güzelleşti. Allah’ım ne güzel bir dostluktu bu. Hayalden güzel, hakikatten güzel... Sevmek, devam eden en güzel huyum oldu, içim dışım ışıkla doldu... Yunus’u sevmek, sevgilerin en güzeli idi. Yunus’u düşünmek, hayatın ta kendisi idi. Yunus’u yaşamak ışıktı, estetikti, renkti, şiirdi. Yalnızlıktan, sevgiye su­suzluktan bağırları şahrem şahrem yarılan insanlara, bir hayat pınarı oldu Yunus.

Yunus’un yaşadığı zaman ve mekân çok ilginçtir. 13. yüz­yılın sonlarıyla 14. yüzyılın başları, Anadolu tarihinin çok karışık ve huzursuz bir dönemi idi. Moğol akınları insanları perişan etmiş, kurulu düzen yıkılmış, Selçuklu İmparatorluğu içten çök­müş, ayaklanmalar, isyanlar, yağmalar birbirini takip ediyordu. İnsanlar ağır vergilerden bunalmışlar, yaşama sevinçlerini kay­betmişlerdi. Bütün bunlara kuraklık ve kıtlıklar da eklenince, hayat çekilmez olmuştu. Bir bunalım çağı yaşanıyordu. İşte böy­le bir dönemde, Yunus ortaya çıktı. Umut oldu insanlara. Işık oldu. Kurtarıcı, yol gösterici oldu. Onlara çıkış yolunu gösteren rehber oldu. Yıkılışla diriliş bir arada yaşanıyordu. Yunus, böyle bir çağın yıkılışını dirilişe yönlendiren, çöküşü uygarlığa dön­düren gönül sultanlarından biri idi. Onun bütün çabası, farklı­lıkları anlayışla karşılamayı, bütünleşmeyi, hoşgörmeyi, sevme­yi, affetmeyi, edebi, inceliği, güzelliği gönüllere nakşetmekti.

          Gelin tanış olalım

          İşi kolay kılalım

          Sevelim sevilelim

          Dünya kimseye kalmaz,
diyordu.

Aşk gelicek cümle eksikler biter, diyordu. İnsanlara dünyada İslâmiyetin öngördüğü tarzda yaşamayı öğütlüyor, kâ­mil insana, olgun insana giden yolları anlatıyordu. İlâhi haki­katlerin sırları ve incelikleri Yunus’un şiirlerinde en güzel yoru­munu buluyordu. Halkına, anlayacağı en saf ve duru Türkçe ile en güzel iman, ahlâk, ümit, sevgi ve barış şiirini yazdı. Türk insanının mânevî yapısına en güzel, en ince, en derin ve mânâlı şekli veren büyük ruh ve mâneviyat mimarlarından oldu.

          Ben gelmedim dâvâ için

          Benim işim sevi işi

          Dostun evi gönüllerdir

          Gönüller yapmaya geldim


diyerek insanın yaradılış nedenini veciz bir şekilde ne güzel belirtiyor. Göz, güzeli ve güzelliği görmek içindir. İnsana ve kâinata gönül gözüyle bakanlar, sonsuz güzellikler görürler. Kur’an-ı Kerim’de “Nereye bakarsan bak, Allah’ın vechi ora­dadır” buyrulmuyor mu? Sevgi daima güzeldir. Her güzel sevil­mek ister. Kâinatı kötü ve karanlık görüyorsak, suçu biraz da kendimizde aramak gerekir. Edep, sabır, şükür ve kanâat bir in­sanın iç dünyasında egemen olunca, bütün varlık ışıl ışıl par­lamaya başlar, gözleri ve gönülleri kamaştırır. Başkalarını, top­lumu suçlamak kolaydır, kolaydır ama insana hiçbir şey kazan­dırmaz. Enerji ve zaman kaybından başka nedir ki? Karanlığa küfredeceğimize, bir mum yakmak, bir mum ışığı ile de olsa çevreye ışık tutmak daha akıllıca bir davranış değil midir? Önemli olan bir önceki güne göre daha iyi, daha güzel bir insan olmak değil midir?

          Her dem taze doğarız

          Bizden kim usanası,
der Yunus.

Önemli olan her geçen günün hakkını verebilmektir. Kendi kendimizi yenilemek, aşmak, daha iyiye, daha güzele doğru git­mek... İnsanları anlamak, onların ruh derinliklerine inmek, onla­rın hallerini kendinde yaşamak, bütün insanlığı ve kâinatı ku­caklayan bir ruh olgunluğuna erişmek... “Kendini ne sanırsan, ayruğa da onu san” diye hedefi gösterir Yunus. Kendi için istediğini diğer insanlar için de istemeyen, henüz hamdır, çiğdir. O, “Miskin Yunus sen seni bir adam mı sanırsın. Halini, miktarını bil derlerse ne dersin” diyecek kadar edep, tevâzu ve incelik içinde yaşamıştır.

İnsan en büyük savaşı, kendini, nefsine köle yapan egoya, ihtiraslara karşı verir. İnsanoğlunun asıl zaferi nefsine karşı ka­zandığı zaferdir. Ebedî huzur ve mutluluk, nefsin kölesi değil, efendisi olabilenlerindir. Nefis insanı yüceItmez. Düşürür. Zelil ve rezil eder. İki dünyasını da berbat eder. Hayata ve kâinata gönül gözüyle bakabilenler için, gönül dostları için yaşamak, bir muhteşem senfoni, güzelliğine doyum olmayan bir şiirdir. Yunus’a göre gönül adamları “ulu nazar” sahipleridir. İnsan maddî varlığı ile değil, manevî varlığı ile değer kazanır. Yunus’u dikkatle, saygıyla, edeple okuyanlar, okudukları insanın büyük hakikatlerini kavrayacaklar, “Taze civan oldum ben” diyecekler. Bugünkü modern felsefe ve psikolojinin temel fikirlerine Yu­nus’un yüzyıllarca önce ulaştığını göreceklerdir. Kendinde in­sanlığı, insanlıkta kendini bulmaya götürür Yunus. Herkes, her varlık, her zerre bir mazhariyetin aynasıdır. İnsanda görecek göz, işitecek kulak, hissedecek gönül varsa, her zerre Hak’kın sesini duyuran, Hak’kın emirlerini bildiren bir Cebrail olur.

          Tehi görme kimesneyi

          Hiç kimesne tehi değil,
der Yunus.

Boş insan yoktur. Hiç kimseyi boş görme diyor. Herkesin bir yaratılış nedeni vardır, bir fonksiyonu vardır. İnsanlara tepeden bakanlar, küçük görenler, hakir görenler daimi bir aldanış için­dedirler. Yunus onlar için

          Aşk ile gelen erenler

          İçer ağuyu nûş eder

          Topuğa çıkmayan sular

          Deniz ile savaş eder,
der.

Nefislerini yenemeyenler, burnu büyük, mağrur insanlar, iç dünyalarında kendileri ile daimi bir kavga içindedirler.

          Beni bende demen

          Bu ben değilim

          Bir ben vardır bende

          Benden içeri,
der Yunus.

Kendi içimizdeki öz varlığa ulaşmadadır hüner. İç varlık ile dış varlık, zâhir ile bâtın arasında bir huzur, bir sükûn, bir gü­zellik kurulduğu zaman insan gerçek kişiliğine ulaşır. Çe­kişmelerden, çelişkilerden kurtulur. Aşk gelicek cümle eksikler biter.

          Bu dünyaya kanmayalım

          Bir iken ayrılmayalım

          Gel dosta gidelim gönül,
diyor Yunus.

Hayat yolunda yürürken, karşılaştığı engelleri, müşkülleri, karşısına çıkan sorunları, yetişmek için, tekâmül etmek için, bir ders gibi görenler, yavaş yavaş pişerler, olgunlaşırlar. En güzel undan, yağdan yapılmış bir börek, pişmediği sürece, çiğ kaldığı sürece ne ifade eder? Önemli olan her durumu, her anı yetiş­mek için bir vesile kabul ederek o yolda yürümektir.

          Taptuğun tapısında

          Kul olduk kapısında

          Yunus miskin çiğ idik

          Piştik elhamdülillah


Bu yolda yürürken en çok dikkat edilecek nokta edeptir. An­cak edep ile, tevâzu ile, incelik ile yürüyenler menzil-i maksûda ulaşırlar. İnsanlar mânâ yolunda ne kadar ilerlerse, edep, tevâzu ve güzellikleri de o kadar artar. İnsanların en büyüğü, Resûlullah Efendimiz “Tenzih ederim seni, seni sana lâyık olacak tarzda tanıyamadım, sana lâyık olacak tarzda kulluk edemedim” buyurur.

Yunus söze büyük önem verir. Söz, insanlar arasında barışı, sevgiyi, saygıyı temin etmeli, yaralara merhem olmalıdır. Bazen susmak, cevap vermemek de en güzel cevaptır. Yeri gelince konuşmalı, olumlu konuşmalı, hayır söylemeli, yahut susmalıdır. İçinin kirlerini, çirkinliklerini dökmek için konuşanlar, kendilerine ve hayata karşı ne büyük bir ihanet içinde olduklarının farkın­dalar mı?

          Söz ola kese savaşı

          Söz ola kestüre başı

          Söz ola ağulu aşı

          Yağ ile bal ide bir söz,
diyor Yunus.

İnsanlara dünyayı cehennem gibi gösteren, varlıklarının mâ­nâsını bilmeyişleridir. İnsanlar hakikati görmedikleri, göremedik­leri için yanlış yollara sapıyorlar. Bilgiyle, kuru bilgiyle her şeyin halledilebileceğini sanıyorlar. Ama sanmakla iş bitmiyor ki... Bu görüşün, insanı nasıl yanılttığını görmek için, çağımıza şöyle bir göz atmak yeterli. Bakın çevrenize, bakın dünyaya, huzuru, mutluluğu, güzelliği bulabilen kaç kişi var? Soruyorum size, bir yaşama üslûbu olan, sevgiyi, ışığı, şiiri, güzelliği ve zarafeti günlük hayatında yakalayabilen kaç kişi gördünüz? Kaç kişi tanıdınız? Şikâyet, şikâyet, sürekli şikâyet günümüz insanının dilinin virdi olmuş. Herkesten, her şeyden şikâyet, hep şikâyet etmekle görevimizi yaptığımızı sanıyoruz. Enerjimizi boşu bo­şuna sarfettiğimizin farkında değiliz. Kimi kime şikâyet ediyoruz. Elimize ne geçiyor farkında değiliz. Karanlığa küfredeceğimiz yerde, bir mum ışığı ile de olsa, çevremize aydınlık vermenin daha yararlı olacağını ne zaman idrâk edeceğiz?

Kalp berrak bir su, sırlı bir ayna gibidir. Dış âlemdeki suretler oraya akseder. Bu su, bu ayna bulanık, kirli olursa suretler ora­da görünmez. Eğer hayatı karanlık, kötü görüyorsak kabahati kendimizde arayalım. Mutlu değilsek, huzurlu değilsek, içimiz sevgi ile dolu değilse kabahat bizdedir. Boş yere onu bunu it­ham etmekle, suçu ona buna atmakla vakit geçirmeyelim. Ken­dimizi aldatmayalım. Hayatta en kötü işlerden biri de insanın kendi kendini aldatmasıdır. Suçu, kendimizde arayacağımız, kendimizi düzelteceğimiz yerde, başkalarının üzerine atmakla elimize ne geçiyor?

Kimden zuhur ederse etsin, hakikat hakikattir. Söyleyene bakma, söyletene bak. İnsan demek, göz demektir. Göz, madde ve mânâ güzelliklerini görüyorsa ona göz denir. Yoksa gerisi et ve kemiktir. Olaylara, insana, hayvana, bitkiye ve eşyaya iyi gözle bakmayı itiyat haline getirmek lâzımdır. Küçük şeylerdeki sanatın inceliğini, sırrını görebilmek için araştırmak gerekir. Einstein diyor ki, “bir kum tanesinin sırrını çözmeyi başar­saydık, bütün dünyanın sırrını öğrenmiş olurduk.”

Kimsenin yanlışını yüzüne vurmayın. Kötüler her an bir baş­ka biçimde, durmadan can çekişir. Onlara merhamet edin. Tam bozulmamışsa insandan ümit kesilmez. Onun gerçekle karşılaş­ma saatini beklemek lâzımdır. Onun hakikatle yüzyüze gelme, uyanma saatini beklemek gerekir. Allah sevgisinin ispatı insan­ları sevmek, saymak, Allah rızasını kazanmak için onlara faydalı olmaya çalışmaktır. Varoluşta her şey sevginin emrindedir. Ağaç bile sevgiden çiçek açar. Bütün mevcudat her an, her yerde sevgi susuzluğu, sevgi özlemi içinde. Ancak Allah’la be­raber olanlar huzura kavuşurlar. Huzurdan uzaklaşanın içi sıkın­tı ile doluyorsa, kime ne demeye hakkı var? Şekilde kalan, kabukta kalan, öz olana, şekilsize ulaşamaz. Şeytanı kendi dışında araman ne gaflet! Rahmaniyetinle şeytaniyetini denge­le. Öz, tevâzu sahibinde parıldar. İlâhi ihtişamı gösteren yalnız tevâzudur.

          Miskin Yunus, sen seni

          Bir adam mı sanırsın

          Halini miktarını

          Bil derlerse ne dersin?


Hak’ka teslim olmak için, gönlü nefsden teslim almak gere­kir. Hayatı bize zehir eden kendi noksan bakışımızdır. Nefsi kul, gönlü Hak eylemedikçe tevhide varılmaz. Varlığın tadı an’dadır. Güzele varmak, bütünü kavramakla mümkün olur. Lezzet yedi­ğinde değil, acıkmandadır. Çevrende olup biten teferruatta bo­ğulma. Gözünü aç, öz olanı al. Yoksa kendi özüne varamazsın. İki cihan serveri demek, madde ile mânâyı mükemmelen bağ­daştıran demektir. İki âlemi bir etmeyen huzura ulaşamaz, gü­zele varamaz. Senin bedeninde hapsolmuş bir dünya güzeli Yusuf var. Bedenin kafesinden o güzeli çıkarsana, ne duruyor­sun?

Çıkarmadığın sürece senin, Yusuf’un kardeşlerinden farkın ne?

Öyle yaşa ki, bütün düşüncelerin, bütün davranışların bir dua kadar güzel olsun. Yaşama sanatı işte budur. Dua bir bü­yük, bir yüce, bir güzel varlığa sığınmadır. O’nunla her yer cen­net, O’nsuz her yer cehennem. Seni rahatsız eden, sevgiliden uzaklığındır. Senin bedenin aslında bir Kâbe. Farkında mısın? Ne olur o Kâbe’yi içindeki nefs putlarından temizle.

Göz odur ki, Hak’kı göre... Yunus için, görmek olayı, son de­rece önemliydi. Madem ki Kur’an-ı Kerim’de “Ne yana bakar­san bak, Allah’ın vechi oradadır.” buyrulmuştu. O halde göz, Hak’kı görmedikten sonra neye yarardı. Görme yeteneği gö­rende değil miydi? Göz esma, gözden bakan müsemma değil miydi?

Unutmayalım ki Allah’ın gözümüze koyduğu mercek ortada­dır. Vasattır. Aşırı yönlerdeki mercekler ise mikroskop ve teles­koptur. O hiçbir insana mikrobu ya da uzayı görecek mercek koymamıştır. Yunus bir yerde “şu gözümden bakan nedir?” diye sorar. Eğer gözlüğümüz kirlenmişse, toz kir içinde ise neyi, nasıl görebiliriz? Yapılacak iş, o çamuru temizlemek değil midir? Ne­yi, niçin, ne zamana kadar bekleyeceğiz? Bazı kimselerin söy­ledikleri gibi hayatı kirli, kötü, iğrenç görüyorsak niye kabahati kendimizde aramıyoruz? Mutlu değilsek, huzurlu değilsek, içi­miz sevgiyle, renkle, ışıkla dolu değilse, kabahat bizdedir. Bir ömür boyu bir iç dünyası olduğunun farkına bile varmayan, aklı fikri yirmi dört saat parada, malda, şehvette, gösterişte olan bir kimse pek tabi ki, hayata baktığı zaman pislikten başka bir şey göremeyecektir.

          Beni bende demen, bu ben değilim

          Bir ben vardır bende benden içeri

          Süleyman kuş dilin bilir demişler

          Süleyman var, Süleyman’dan içeri,
der Yunus Emre.

Cennet canda cânânı bulmaktır. Dünya bir dağa benzer. Nasıl seslenirsen öyle cevabını alırsın. Önemli olan her gün daha iyiye, daha güzele doğru bir adım da olsa gidebilmektir. İki günü birbirine eşit olan zarardadır buyuruyor Yüce Peygam­berimiz. Bir şey iyi başlarsa zamanla daha iyiye, kötü başlarsa daha kötüye varır. Ancak idrak edebilenler neden dünyaya gön­derildiklerini biliyorlar. Varoluşun amacının yemek içmek, yatıp uyumak olmadığını biliyorlar. Anadolu’da böyleleri için, “aman sen onu adamdan mı sayıyorsun? Ver yesin, ört uyusun” derler. İki âlemi bir etmeyen huzura varamaz... Kömür ne çilelerden geçti de elmas oldu. Karşına çıkan güçlüklere neden itiraz edi­yorsun? O güçlüklerle mücadele etmeden, çile çekmeden, inki­sarı tatmadan nasıl HAK’KA varabiliriz?

          Güzel âşık cevrimizi çekemezsin demedim mi?

          Bu bir rıza lokmasıdır, yiyemezsin demedim mi?


Allah cümlemizi eşek gelip eşek gitmekten muhafaza buyur­sun. Gönül aynası arınıp temizlenirse, su ve toprağın dışında, bambaşka âlemler, nakışlar görürsün. Gönlü uyanık olan kim­senin baş gözü uyusa bile, kalbinde yüzlerce göz açılır. Nice kimseler var ki, gözü uyanık ama gönlü uyuyor. Kâinat, âlemin gözünde pek eski, pek kuru görünse de, sen onlara bakma. O, her an yeni, her dem taze, her vakit güzeldir. Görene, köre ne? Yunus, her an tekrarladığım harikulâde mısraında ne güzel söylüyor; “Her dem taze doğarız, bizden kim usanası”.

Bütün güzellikler ve yücelikler, günlük yaşamanın içinde. Ne olur, onun her ânını değerlendirelim. Her dakikamız eşi olmayan bir mucize. Unutmayalım. Sevgi ile bütün kapılar açılır. Bütün engeller yıkılır.

Yunus’un ısrarla belirttiği gibi, insan hayatında önemli olan gönüldür. Gönül Çalab’ın tahtıdır. Dünyaya hükmeden odur.

Ne olur, hep aşk içinde yaşasak. Aşksız bir ânımızı bile geçirmesek. İçtiğimiz bir yudum suyu, yediğimiz bir lokma ek­meği bile aşkla içsek, aşkla yesek. Aşkla görsek, aşkla yürüsek. Önemli olan temiz görmek, temiz düşünmek, temiz yaşamaktır.

Behimî arzulardan en yüce, en güzel, en temiz olana kadar her şey zihinde doğar, zihinde başlar. Zihnimizi tertemiz, nezih, güzel yaptığımız zaman, bütün kâinat pırıl pırıl aydınlık bir mâ­bet halini alacaktır. Işık içinde yaşayan, ışık içinde ölür. İnsan her baktığında kendi iç aydınlığının yankısını görebilmelidir. İş, görüneni görmek değildir. Görünmeyeni, görünemeyeni görme­dedir hüner. İnsan kendini ancak düşünme yolu ile gerçek kıla­bilir. Gerçeğin anlaşılmasında en büyük engel dış ayrıntılar, ta­kıntılar, önyargılardır. Önemli olan bunların etkisinden sıyrılabil­mek, öze varmayı aşk haline getirmektir. Sabırla, inançla bek­lemesini bilmektir. En büyük aşk insanın kendi özünü, aslını, Allah’ı bulmasıdır.

İnsan hayatının en küçük olayları bile büyük önem taşırlar. Hayat kumaşı her an bir ilmik atarak dokunur. Her ilmiğin son derece dikkatli atılması gerekmektedir. Her şey küçük başlan­gıçlarla olur. Dünya maraton şampiyonu, yarışa girmeden önce küçük adımlar atar.

Fatihte Sinanağa Mahallesinde, Sanki Yedim Camii var. Bu cami, küçük birikimlerin gücünü gösteriyor. Camii yaptıran Keçeci Hayrettin Efendi, bundan 300 yıl önce, canı fazladan bir şey yemek istediğinde, yemeyip bedelini biriktiriyor ve bu camii yapıyor. Nefs üzerindeki hâkimiyetin zaferi. İnsanoğlu, hayatın ve kâinatın kendi etrafında dönmesini istediği ve beklediği süre­ce avucunu yalamak zorundadır. Böyleleri bir süre sonra, hayat tarafından, mahrekinin dışına fırlatılıp atılır. Hayat kimsenin et­rafında dönmez. Herkesle beraber yürür.

Yunus, içinden gelen ilâhi sesi dinlemek için susar. Yunus susunca O konuşmaya başlar. Bundan dolayı sükût en derin konuşmadır. Yunus’a göre söz, insanlar arası barışı temin et­meli, yaralara merhem olmalıdır. Söz söyleyen, kelimelerini iyi­ce tartmalı, akıllıca konuşmalıdır. “Bu cihan cehennemini se­kiz uçmağ ide bir söz”. Bazen sükût en asil konuşma olur. Bir gönül eri “sükût olsun sana tevhid” der. Bazen cevap ver­memek, en güzel cevap olur. Önemli olan nerede susup, nere­de konuşulacağını bilmektir. Yunus Emre’ye göre, ilmin mânâsı ve amacı, insanın kendisini ve Allah’ını bilmesidir.

          İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir

          Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktır.


Söz, insanda maddeyi aşan bir varlık olduğunu ifşâ eder. İnsan hakikati bulunca, kendisini, dünyayı ve insanları bam­başka bir gözle görür. Yunus’a göre insanı dosta götüren teva­zudur. Kibir, insanı kendinden ve Hak’tan uzaklaştırır. Kibirli insanlar daimi bir huzursuzluk içindedirler. Kendilerini aşamaz­lar. İçlerinde taşıdıkları ulvî varlığı göremezler. Onun için de Allah’a ulaşamazlar. Onlar kendi kendilerinin düşmanıdırlar. Yunus, cömert insanları sever. Hasis olanlardan hoşlanmaz.

          Duruş kazan ye yedir bir gönül ele getir

          Hepisinden iyisi bir gönüle girmektir.


Aklı fikri parada, malda olan insanlar için; “bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı” der. Bu tür insanlar, ne kendilerini, ne başkalarını, ne Allah’ı tanırlar. İç dünyasını mal ve mülkün esaretinden kurtaran insan kâinata başka bir gözle bakar. Ha­kim insan odur ki, ölümün yapacağını kendiliğinden yapar. Zira o, ölümün alacağını peşin olarak kendiliğinden vermiştir.

Hak’la beraber olmuş, nefsin esaretinden kurtulmuştur. İnsa­nın bütün davranışlarında sevgi ve iyilik fikrini görmek ister Yunus. Gevezelik ve dedikodudan hiç hoşlanmaz. “Kişinin hayzıdır ağzında gıybet” der. Ona göre, gıybet her şeyden önce insanın dikkatini kendine değil de başkalarına çevirmesi, kendi kusurlarını, hatalarını görerek düzeltecek yerde, başka­larını kötülemesidir. Başkalarında sürekli noksanlık arayanlar, kendilerini unuturlar. En büyük kötülüğü de kendilerine yaparlar.

Durmaksızın şikâyet etmek, çekişmek, tartışmak da insanı kendinden uzaklaştırır. Kendini kendine yabancı kılar.

          Kakımak olaydı ger Muhammed de kakırdı

          Vara yoğa kakırsın, sen derviş olamazsın,
der Yunus...

Bir muhteşem teslimiyet; sabır, kanâat, şükür, edep ve ince­likle birleşince ortaya, adına Yunus dediğimiz, yaradılış muci­zesi çıkar... Allah’ın rahmeti üzerine olsun büyük insan, Sana selâm... Sana sevgi... Sana saygı...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]