subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt II                                                                            Sabri Tandoğan

 

Takvâ

Takvâ, Allah’ın himayesine girmek, yasaklarından kaçmak, emirlerine koşmak suretiyle Allah’a sığınmak, azabından kork­mak, lütuflarına nail olmaya gayret etmek demektir. Kaçmak, korunmak, sakınmak, edepli ve dikkatli olmak, uyanık olmak, ne tam bir güven, ne tam bir ümitsizlik içinde olmamak ancak Allah’ın kanunlarına riâyetle mümkündür. Takvâ yolunda iler­lemek ancak Kur’an-ı Kerim’e ve sünnet-i Resûle uymakla mümkün olur. Kur’an’ın ve Resûlün yolunda gidenler de güzel örnek olarak takvâ yolunda yürümek isteyenlere faydalı olurlar. Dünyada ve âhirette huzurlu olmak isteyenler takvâ yoluna gi­rerek, içlerini de, dışlarını da gül haline getirirler. Kendileri git­tikten sonra da kokularını bırakırlar.

Hayat yolu çok ince. Bazen atılan yanlış bir adım, gelişi gü­zel, yersiz, zamansız sarf edilen bir söz, incelikten, zarafetten, edepten uzak, kaba, nefs dolu bir davranış bir insanın helâkine sebep olabiliyor. Varolan bir şey kaybolmuyor. Ağzımızdan çı­kan her sözün bir ilâhi teypte kaydedildiğini bilmeyenler, bir gün acı acı bu gerçeği görecekler. İnansalar da, inanmasalar da gö­recekler. Boşuna bu yeryüzüne gönderildiklerini sanıyorlar. Ba­zen TV’ler elli yıl önce çevrilen bir filmi gösteriyorlar. Bizler de her an, her saniye kendi filmimizi çeviriyoruz. Bir gün her dav­ranışımızı, iyi kötü, güzel çirkin, asil bayağı her hareketimizi o ilâhi ekranda seyredeceğiz. Orada kendini utandıracak, küçük düşürecek, yerin dibine batıracak davranışları olmayanlara ne mutlu. Hep güzelliklerin, temiz, asil, yüce olan duygu ve dü­şüncelerin görüleceği ekran sahiplerine ne mutlu... Onlar, dün­yalarını da, âhiretlerini de cennet huzuru içinde yaşayanlar, ne güzel insanlardır. Allah, onların ellerinden öpmeyi cümlemize nasip etsin. Açık konuşalım, bugüne kadar çok denendi ve gö­rüldü, bundan sonra da hiç şüphe yok ki, görülmeye devam edi­lecek. Fıtratın kanunlarına aykırı davrananlar, öyle yaşamayı kendilerine şiar edinecekler hep hüsran içinde kalacaklar, ke­der, ıstırap, huzursuzluk ve bunalım asla, asla yanı başlarından ayrılmayacak. Ne söylerlerse söylesinler, ne yaparlarsa yapsın­lar, eninde sonunda pişman olacaklar. Muhammedî neş’eden uzak, sevgiden uzak, dostluktan uzak, varoluşun çılgın hazzını duymadan, inancın sonsuz lezzetlerini tatmadan ölüme mah­kûm olacaklar. Fazıl Hüsnü Dağlarca “gelme, gelme üstüme, bir şifa vermeyeceksen eğer” der. Kendi söylediklerine kendi inanmayanlar, kendi yazdıklarını kendileri uygulamayanlar nasıl bir gaflet içinde yaşadıklarının farkındalar mı? Fikret “İnan Halûk, ezelî bir şifâdır aldanmak” diyordu. Lâf, lâf olarak kalır. Basında, radyolarda, TV’lerde kendileri zerresini yaşamadığı halde, bazı kutsal kelimeleri sakız gibi çiğneyen lâf ebeleri nasıl komik durumlara düştüklerini bir gün anlayacaklar mı acaba? Ellerinde çarşaf gibi kağıtlara bakmadan iki söz söyleyeme­yenler, yaptıkları işin hizmet değil, sadece nefislerini tatmin olduğunu bir gün idrâk edecekler mi? İtiraz etmeyin lütfen. Sa­dece inancı olan, yüreği olan konuşur; o kadar. Bu dünya da­rılma meydanı değil, dayanma meydanıdır. Cihanın şerefi in­sanla, insanın kıymeti, akıl, inanç ve inancını yaşamakla anla­şılır. Beşikten mezara kadar devam eden fâni hayat, kısa bir yolculuktur. Hakiki ve uzun yolculuk ölüm iskelesinden başlar. Bugün her şey toz duman içinde. Belirsizlik içinde. Ama yarın öyle bir gün gelecek ki, atlı kim, yaya kim ortaya çıkacaktır. Şüphe yok ki, kimsenin yaptığı yanına kalmayacak, zerre kadar hayır ve şer işleyenler muhakkak karşılığını göreceklerdir. İsti­kamet, saadet hedefine doğru yönelmek, yolun doğrusunu seçmektir, “Önce inandım de, sonra dosdoğru ol” sözündeki incelik ve derinlik, üzerinde, yıllarca düşünmeyi gerektirecek yü­celiktedir. El-Maide suresinin 35. ayetinde “Ey imân edenler, Allah’tan daima korkun ve O’na yakınlık sebeplerini araş­tırınız. O’nun yolunda çalışınız ki, ancak bu suretle saadete erersiniz” buyurulmaktadır. Takvânın en yüksek derecesi, Allah ile daimi beraberlik duygusu içinde bulunmaktır. Her an, her zamanda ve mekânda Allah ile beraber olanlar, O’nun zikri ile dolu olanlar için hayat sonsuz güzellikler kazanır. Bilir ki, “Ne­reye bakarsa baksın, Allah’ın vechi oradadır”. Evde, işte, çarşıda, pazarda, yemek yerken, yazarken, bir çiçeğe, bir bö­ceğe, bir karıncaya, bir kelebeğe, duran bir buluta, uçan bir kuşa bakarken O’nunla beraber olanlar için, hayat bir cennet değil midir? “Siz nerede olsanız, O sizinle beraberdir” buyu­rulmuyor mu? “Ey imân edenler, Allah’a karşı, hakiki bir tak­vâ içinde bulununuz ki, tam bir müslüman olarak ölesiniz” Âyet-i Kerimesini hepimizin her gün okuyarak, sonsuz mânâ derinliklerine, biraz daha yaklaşmamız gerekiyor.

“Allah sizin cesetlerinize, suretlerinize bakmaz; lâkin o ancak kalplerinize nazar buyurur.” Hadis-i Şerifini ne zaman okusam heyecanlanıyorum, içim ürperiyor. Her an kalbimizi ter­temiz, bembeyaz, pırıl pırıl bulundurmak, bütün nefsanî azgın­lıklardan, kinlerden, lekelerden, düşmanlıklardan, nefretlerden, hainliklerden, dedikodulardan, hasetlerden, fitne fücurdan uzak tutmamız gerektiği ne kadar güzel anlatılıyor. Evet önemli olan, zorlukta da, bollukta da müttakî olabilmekte. En güzel rızık tak­vâ. Dünya ve âhiret takvâ sahipleri için ne güzel, ne emin bir mekândır. Onlar daimi bir Muhammedî neş’e içinde, tertemiz, cıvıl cıvıl, pırıl pırıl yaşayacaklar, arınmış ve temizlenmiş olarak Hak’ka göçeceklerdir. Sevginle gireceğim toprağa, sevginle çı­kacağım topraktan diyebilenler ne güzel insanlardır. Onlar her hâl ve davranışlarıyla, sulh, sükûn, barış, mutluluk ve güzellik, takvâdadır diyenlerdir. Onlar Allah’ın sığınılacak ve dayanılacak tek varlık olduğu inanç ve aşkı içinde yaşarlar. Onların her aza­sından ilâhi nûr akar, ilâhi bir heybet taşar. Onlar bütün var­lıkların zikrini duyarlar; çünkü Hak’tan başka bir şeyi görmezler. Her şeyin döne dolaşa O’na varacağı bilinci içindedirler.

Bilirler ki Allah her zaman ve her yerde müttakîlerle bera­berdir. Resûlullah Efendimiz “Ey Muhammed ümmeti! Vallahi benim bildiğimi sizler bilseniz, pek az güler, çok ağlardınız” buyururlar. Bu dünya yetişebilmemiz, tekâmül edebilmemiz için pek çok sınavların verildiği çetin bir mekândır. Her an, her sa­niye çok dikkatli, uyanık, tetikte olmamız gerekiyor. Ölüm öte­sine karşı ayarlanmak ve sonsuzluğa doğru hayırlı adımlar ata­bilmenin başka yolu yoktur. Hikmetin başı Allah korkusudur. Takvâya devam edenler, Allah’ın emirlerini tutup, nehiylerinden kendilerini koruyanlar, Allah yolunda cihâd edenler, Allah’ı çok­ça anıp, dillerini tutanlar, ya hayır söyleyip yahut susanlar, bol­luk zamanında şımarmayıp şükürlerini artıranlar, darlık zama­nında isyana gitmeyip sabredenler ne güzel insanlardır.

Kalpte Allah’tan gayrı ne varsa çıkarıp, onların yerini Allah’ın nûru, tecelliyâtı ilâhi ile dolduranlar, ne yana bakarlarsa orada Allah’ı görenler, takvâ yolunda yürüyenlerdir. Kur’ân-ı Kerim’in yüz elli yerinde takvâ geçmektedir. Müslümanlar takvâya davet edilmektedir. Her iki dünyada huzurun, mutluluğun, güzel yaşa­manın, yaşamaktan sonsuz bir lezzet almanın yolu takvâdır. Takvâ ehli öyle ince, öyle zarif, öyle edepli insanlardır ki, mü­bahlardan haram gibi kaçarlar, müstehaba farz gibi sarılırlar, her nimetin O’ndan olduğunun bilinci içinde şükrederler. Takvâ sahipleri, Resûlün yolunun bilinci içinde şükrederler. Takvâ sa­hipleri, Resûlün yolunun gerçek yolcularıdır. Şüpheli şeye el sürmeden, nefsini ondan çekmek takvâ alâmetlerindendir. On­lar, boş şeylerden, fazla ve lüzumsuz sözden, telâş ve endi­şeden uzak yaşarlar, sabırlı ve mutedildirler. Onlar, ilmin sade­ce bilmek değil, yaşamak olduğunu, yaşanmayan bir ilmin in­sana yük olduğunun bilinci içinde hareket ederler. Ancak ya­şanan, uygulanan ilim insana dünyada şeref, âhirette efendilik getirir.

Hakiki dost olarak Allah kâfidir. Hakiki yardımcı olarak da Allah yeter.(Nisâ Suresi, Ayet: 45)

Bu dünya ibret almak için yaratılmıştır. Onda bulunan her şeyden ibret almak aklın ta kendisidir. Onlar hikmeti nerede bulurlarsa hemen alırlar. Çünkü kendi yitik mallarıdır. Allah kor­kusu bütün hayırların başıdır. Bizi ilgilendirmeyen, dünyamıza da âhiretimize de faydası olmayan boş şeylerden, abuk sabuk söz ve davranışlardan, böylesi insanlardan uzaklaşmamız gere­kir. Hava kirliliği diyoruz, iyi güzel de gönüller de, kafalar da kirleniyor. Temizlenmesi, hem de âcilen temizlenmesi, arınması gerekiyor. Allah yolunda, Allah’a doğru yol almak ne güzel yol­culuktur. Şüphesiz biz Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz. Fırsat bulut gibidir. Gelir geçer. Hayat da, ömür de öyle. Sular akarken gönül testimizi dolduralım. Akıllı insan, söyleyene değil, söylenene, söyletene bakandır. Soruya verilen cevap çoğalınca, doğru gizli kalır. Dostunu ihtiyatla sev. Olabilir ki bir gün sana düşman olur. Düşmanınla da ihtiyatla muamelede bulun. Fazla ileri gitme. Olabilir ki, bir gün yakın dostun olur. Aç kalmak al­çalmaktan hayırlıdır. Azı yeter bul da yüz suyu dökme, insan­ların solukları ecellerine doğru attıkları adımlarıdır. Hangi gün Allah’a isyan edilmezse, o gün bayramdır. En hayırlı azığın tak­vâ olduğunu bilenlere, idrâk edenlere, yaşayıp uygulayanlara ne mutlu, Allah, bizlere de nasip eder inşallah...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]