subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt II                                                                            Sabri Tandoğan

 

İnsan

“Andolsun ki biz insanı çamur mayasından yarattık. Sonra onu sağlam ve metin bir karargâhta nutfe kıldık. Sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı, kan pıhtısını da bir çiğnem et yaptık. O bir çiğnem ette de kemikler meydana getirdik. Kemikleri de et ile donattık. Sonra onu bambaşka bir ya­ratılışla inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir. Sonra siz öleceksiniz. Sonra kıyâmet günü kal­dırılacaksınız.” buyuruyor bizi yaratan. İnsanın topraktan yara­tılmasına şeytan gururla, kibirle, tepeden bakarak cevap veriyor. Ben ateşim, o toprak diyor, “Âdeme secde et” emri geldiği zaman. Ve temiz mekândan kovuluyor, lânetleniyor. Nice yıl­lardır bu olay beni düşündürür. Ürpertir. Hayatın, varoluşun, insanın sırrını fısıldar. İnsan öyle yüce, öyle büyük bir varlık ki... İnsan, Halifetullah, yaratılanların en şereflisi. En güzel yüzüğün, en güzel taşı. İnsan âlem-i suğra, küçük âlem. Bütün mevcû­datın cevherinin özü. Muhatab-ı İlâhi. Allah’a secde eden. Yara­dan’ın çamurdan teşekkül ettirdikten sonra “Biz ona ruhu­muzdan üfledik ve her varlığın ismini öğrettik” dediği. Ya­ratılanların en güzeli. “Yerdekini göklerdekini size râm ettik” hitabına muhatap olan varlık. Hazreti Ali “Sen kendini küçük bir cisim görüyorsun, oysa en büyük âlemler senin içinde gömülüdür” der. İnsan, yüceldiği, arındığı, temizlendiği zaman, Muhammedî neş’eye kavuştuğu zaman, Allah’ın ahlâkı ile ah­lâklandığı zaman, meleklerin bile gıpta ettiği, güzeller güzeli var­lık. Üstlendiği o muhteşem, o yüce emâneti unutup, nefsinin maskarası olduğu zaman, Kur’ân-ı Kerim’de “Belhüm adâl” diye nitelendirilen, hayvandan daha aşağı olan varlık...

Nefs-i emmâre hâkim durumda iken, kalp hastadır. Aslında kalp hastalığı Allah’tan uzaklıktan başka nedir? Bir büyük zat, cehennem uzakta kalmışların sırrıdır demiyor mu? “Nereye dö­nerseniz dönün, Allah’ın vechi oradadır” Âyet-i Kerime’si “Nefsini bilen, Rabbini bilir” Hadis-i Şerifi üzerinde uzun uzun düşünmek, durmak, idrâk etmek gerekir. Hissedebilen, seze­bilen için fetihler vardır. Allah ancak Allah’la görülür. Varlık, Allah’ındır. İyice düşünecek olursa, insanın benimdir diyebi­leceği nesi vardır? Benim dediği her şey, yaparım veya yapa­mam dediği her fiil, onu yarı yolda bırakır.

Kâmil insan, Hak’kın gözüdür. Hak âleme onunla bakarak rahmetini ulaştırır. Hak’ka ulaşmak, kâmil insanı sevmek, say­mak, ona gönül verip, yolunda gitmekle kolaylaşır. Kâmil insan, hayatımıza ışık tutar, renk verir. Hayat yolu o kadar karmaka­rışık, o kadar engellerle dolu ki, şairin “bir kör düğüm ki içim, çözdükçe dolaşıyor” dediği gibi, o ışık olmadan da ben yürü­rüm diyenler, kendilerini ne güzel aldatıyorlar. “İnan Halûk, ezelî bir şifâdır aldanmak” sözü sanki onlar için yazılmıştır. İnsanoğlu, ben, ben dedikçe ne kadar sevimsizleşiyor, bir bile­bilse... En büyük benim, başka büyük yok diyenler, kendi za­manlarının firavunları olmuyorlar mı? Bir büyük zat, ağzından ben kelimesi çıkınca, gider, defalarca ağzını yıkarmış, sebebini soranlara, ben, ben dedikçe ağzım necâsetle doluyor. Onu te­mizlemeye çalışıyorum, dermiş. Ben, hep ben, ille ben, yalnız ben diyenler, hayata, varoluşa, insana saygı duymayanlar, şey­tana mensup değiller midir? İnsan madde âlemine fazla bağ­lanırsa, bırakın mânevî âlemi, bu dünyanın da tadını alamaz. Lezzetini duyamaz. Mânâ âlemi ile yakınlığı olmayanlar bir kere şükretmez, kanâat etmez, sabretmezler ki, içlerinde yaşama se­vinci olsun, mutluluğu ta içlerinde duysunlar. Yunus, “Bir siz dahi sizde bulun, benim bende bulduğumu” der. Lâfla haki­kat olmaz. Tevhid kolay lokma değildir. Bütün varlığı ile Allah’a bağlanan, Allah’a teslim olan vuslata erer. Olgunlaşan meyve­nin gözü yerde olur. Her şey helâk olacak, illâ Allah’ın vechi bâki kalacaktır. İnsanlar bugün sürekli olarak çevrelerinde, baş­kalarında kusur ve noksanlık arıyorlar. Buldukları zaman da onu bir an evvel başkalarına yaymak, duyurmak için çocuklar gibi seviniyor, acele ediyorlar. Eğer o husus aynen kendilerinde ol­masa o kadar heyecan duyarlar mıydı? Yunus, “Seni deli eden şey yine sendedir, sende” der. Bir insanın kendi sahip olduğu eksiklikle başkalarını ithâm etmesi ne kadar düşündürücüdür... Can kulağını ve basiret gözünü açmayanlar, dünyada da âhi­rette de pişman olacaklardır. Gerçekleri görenler, kendi nefsi ile mücadele eden, kendi nefsinin sırtını yere getirmeye çalışan kimselerdir. Kimin yanında kalbî huzur duyuyorsan, kimin yanın­da mânâ âleminde bir ferahlık, bir rahatlık, bir güzellik duyu­yorsan, hakiki dostun ve arkadaşın odur. Yanında huzur ve ra­hatlık duymadığın, özü ve sözü birbirine uygun olmayan kimse­lerden uzaklaşmakta hayır vardır. Nefsin hoşlandıklarından Hak hoşlanmaz. Bu dünyada bir göz ara ki seni gerçekten sevsin. Seni sana gösteren bir ayna olsun. Kâmil insan suyu akan çeş­me gibidir. Akıllı insan, sular akarken kabını doldurandır. Koca­man bir denizin yanında küçük ama suyu pırıl pırıl, tertemiz bir çeşme varmış. Gece gündüz akarmış. Bir gün deniz, gazaba gelmiş. Bre çeşme, demiş. Sen kim oluyorsun da benim ya­nımda akıyorsun, ben koskoca bir deryâyım. Çeşme cevap ver­miş, efendim demiş, haklısınız. Siz bir ummansınız, ama unut­mayın ki, susayan insanlar, susuzluklarını benimle gideriyorlar. Aynanın kadrini dilber, çeşmenin kadrini susuzluktan çatlayan bilir. Gözü yerde olanın, gönlü âsumana çıkar. Şekiller insanı yanıltabilir. Ama mânâyı gören, şekli görse de aldanmaz. Yu­nus, “Dağ ne kadar yüce olsa, yol onun üstünden aşar” der. Kâinatta olan her şey insanın içinde de vardır. “Seni deli eden şey, yine sendedir sende” sözünde, düşünebilen, hissede­bilen kimseler için büyük ve derin anlamlar, çok ince sırlar vardır. Tabii görene, görebilene, yoksa köre ne... Eğer biz güzel ve iyi olamadıysak, dışımızdaki iyilikler ve güzelliklerden bize ne... Istırap çekmeden, çileyi ve inkisârı tatmadan kim tekâmül yolunda yürümüş ki... Kardeşleri Hz. Yusuf’u kuyuya niçin attı­lar? Yusuf’un kuyusu bütün insanlar için, hepimiz için bahis konusu. Fark kuyularda... Önemli olan, olaylar karşısında insa­nın takınmış olduğu tavırdır. O zaman yakılması için atıldığı ateş, Hz. İbrahim’e gül bahçesi oldu. Çünkü şeksiz, şüphesiz inanıyordu. Bütün varlığı ile teslim olmuştu. İnsan hiç yüzme bilmese, denize kendini tam bir teslimiyetle, sırt üstü bıraksa, deniz onu sırtında taşır. Bir şey olmaz. Ama çırpındıkça, debe­lendikçe batar. Yok olur gider. Hayat da öyle... Allah’a teslim olmayan insanlar, zuhûrata tâbi olmayanlar hiçbir zaman gerçek güzelliği, neş’e-i Muhammedîyi tadamayacaklar. Gül alıp, gül satamayacak, gülden terazi tutamayacak, gülü gül ile tarta­mayacaklar... “Sevmek devam eden en güzel huyum” diye­meyecekler. “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” sözündeki inceliği ve güzelliği yaşayamayacaklar... Bu âlemde Hak’ka teslim olup, yoksulluk lezzetini tadanlar her iki âlemde de varlık saadetine ererler. Niyazi-i Mısrî “Adavet kılma kim­seyle, nefsin yeter düşman sana” diyor. Resûlullah Efen­dimiz, bir muharebeden dönüşlerinde, “Küçük muharebe bitti, bundan sonra büyük muharebe başlayacak, sizin en büyük düşmanınız nefisleriniz olup, bundan sonra nefislerinizle mücâdele edeceksiniz” buyurdular. Mecellede, “Zan ile ya­kîyn hasıl olmaz” diye bir madde vardır. İşte o zanlar, vehimler başımıza ne büyük işler açıyor. Bizi nasıl mânâ âleminden, gönül âleminden, gönül huzurundan uzaklaştırıyor... Muham­medî neş’eyi bize haram ediyor. “Mûtû kable entemûtû” “öl­meden evvel ölünüz” sırrına ârif olan kimseler, kendi nispet ve zanlarından kurtuldukları için, o gün yüzleri beyaz olarak, yani Hak ile Hak’ka vuslat etmiş olarak vücut bulacaklardır. Ölmeden evvel ölen kişi varlığının Allah’a ait olduğunu idrâk eden, bunun bilincine ulaşan kişidir. O, Allah’ın varlığı ile dirilir ve Âdem rüt­besine ulaşır. Yoksa ne mi olur? Hiç, sadece zanları, vehimleri, hayalleri, çelişkileri ile ölene kadar çırpınır durur; huzuru, mut­luluğu, güzellikleri yaşayamadan göçer gider. Beni bende demen/ Bu ben değilim/ Bir ben vardır bende/ Benden içeri, sözündeki varoluş sırrı, onlar için bir şiirden başka bir şey değil­dir. Ve kim ne derse desin, sonuç hiç değişmedi değişmeyecek. Dönüşümüz yalnız Allah’a olacaktır.

İnsanı dosta götüren tevâzu, edep ve inceliktir. Kibirli insan­lar rahat değildir. Huzursuzluk, sıkıntı, bunalım ve stres onlar­dan hiç eksik olmaz. Gurur, kibir ve nefs dolu insanlar kendi­lerini aşamazlar. Dosta ulaşamazlar. İçlerinde taşıdıkları ulvî varlığı göremezler. Kendilerine yabancıdırlar. Ancak kendi dar ve karanlık dünyalarını aşabilenler, başkalarına faydalı olabi­lirler. Sabır insanları en aşağı noktadan, en yüksek noktaya çı­karır. En zor işler sabır ile başarılır. Olgunlaşmak için sabırlı olmak gerekir. Başkalarını kötüleyen kendini unutur. Gıybetin asıl zararı, insanın dikkatini kendinden başka tarafa çevirme­sidir. Her insan önce kendi kusurlarını görmeli, başkasından ön­ce kendini ıslâh etmelidir. Hakikati arama yolundan insanı uzak­laştırdığı için Yunus, gıybet üzerinde ısrarla ve önemle durur. Gıybet insanı kendi özünden uzaklaştırdığı için, Allah’tan da uzaklaştırır. Önemli olan kâl değil, hâldir. Eğer söylediklerimiz, yaşadıklarımız, okuduklarımız, dinlediklerimiz hayata geçmiyor­sa, aile hayatımıza, iş hayatımıza, sosyal hayatımıza yansımı­yorsa, o zaman yapılanların ne anlamı, ne faydası vardır. Boşa harcanan zamandan, bir kuru emekten başka nedir? Eğer, de­sinler diye okuyor, yazıyor, konuşuyorsak, önce kendimizi aldat­mış olmuyor muyuz? İnsanları mutlu eden, maddî değil, mânevî zenginliktir. Nice zenginler var ki, can sıkıntısından patlıyorlar. Yunus, böyleleri için, “Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı” der. Her çağda insanların, uzlaşmaya, paylaşmaya, sevmeye ve sevilmeye ihtiyaçları vardır. Sait Faik “her şey bir insanı sevmekle başlar.” der. Maddî kâinattaki hiçbir şey, insanın içindeki büyük boşluğu doldurmuyor. İnsan kendi içinde bir âlemdir. Onda hiçbir varlıkta olmayan bir ruh vardır. Kâinatın sırrı belki de insanoğlunun içindedir. Yunus, “Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası” der. Denize atılan bir taşın dal­galar halinde büyümesi gibi, bir insanda başlayan sevginin gide­rek büyümesi... büyümesi... yeryüzündeki bütün insanları, bütün hayvanları, bütün bitkileri, bütün cemâdatı içine alması... Ne muhteşem bir olaydır. Ömer Hayyam, “sevginle gireceğim toprağa, sevginle çıkacağım topraktan” diyor. İnsanın kurtu­luşu da bu dünyadadır, helâk oluşu da... Yeryüzünde her şey fânidir. Bâki olan Allah’tır. Olgun insan olmak için dünyayı tanı­mak, gezmek, sevmek ama yine de ona esir ve mahkûm ol­mamak lâzımdır. Bu âlemde kör olan, gönül gözü açılmamış olan öbür âlemde de böyle olacaktır. Her yerde dostu gören için ne yâr, ne ağyâr vardır. Yunus, “Bir çeşmeden akan su, acı, tatlı olmaya” der. Dünya hayatı bir oyundur. Yunus’un amacı güzel söz söylemek değil, insan ruhunu yükseltmek, temizleyip arıtmak, insana kendi iç dünyasındaki mânevî kuvvet kaynak­larını ifşa etmek, hayatın ve kâinatın sırrını anlatmaktır. İnsan ömrü, iki bulut arasındaki kıvılcım gibidir. İnsanlara karşı edepli olmak, Allah’a karşı edepli olmak demektir. Allah yolundaki in­san, bilmediği hususlarda konuşmaz, anlamadığı durumlarda tartışmaz; kalbini ve kafasını her zaman tertemiz tutar; dostunu ihtiyatla sever, olabilir ki bir gün ona düşman olur, düşmanına ihtiyatla muamelede bulunur, olabilir ki bir gün ona dost olur. Aç kalmak çalmaktan hayırlıdır. Azı yeter bul da kimseye yüzsuyu dökme. İnsanların solukları ecellerine doğru attıkları adımlarıdır.

Hangi gün Allah’a isyan edilmezse, o gün bayramdır. Üç ku­ruşluk servetiyle, mevki, makam, şöhretiyle sözüm ona sahip ol­duğu ilimle burunları havada gezen, çalımlarından yanlarına yaklaşılmayan o firavun taslaklarına sormak gerekir, dün bir meni parçasıydılar, yarın bir leş olacaklar, farkındalar mı aca­ba? Allah kimseyi dalâlete sevketmez, kimseye zulmedici değil­dir. En hayırlı azık takvâdır. Mü’min, sevgisi, saygısı, edebi, za­rafeti, inceliği Allah için olan insandır. Mü’min insanların ezâsına tahammül eden, fakat hiç kimsenin ondan incinmediği kişidir. Mü’min, kendisinden bilmediği bir şey sorulunca, bilmiyorum demekten utanmayan, Rabbinden başka bir şeyden korkmayan insandır. Ayıbın en büyüğü, ona benzer bir ayıp bizde de var­ken, başkalarını ayıplamaktır. İnsan dilinin altında gizlidir. Utan­cın üstünü, insanın kendinden utanmasıdır. Mü’minin şükrü amelinde, münafıkın şükrü dilindedir. Bâtıla yardım eden, Hak’ka zulmeder. İnsanlarla iyi geçinmek aklın yarısıdır. Kötü insanlarla, sıkılıyorum, bunalıyorum bahanesiyle dostluk yap­maktansa yalnız kalmak daha iyidir. Bedri Rahmi “yalnızlığın mis kokmalı” der. Allah’la beraber olan, Onu her an içinde hisseden, dışı halkla içi HAK’la beraber olanlar ne güzel insan­lardır. Her başlangıçta yeni bir anlam vardır. Önemli olan Yunus gibi, hayata, olaylara, insanlara her an yepyeni bir gözle, hay­retle, hayranlıkla ürpertiyle, “ulu nazar”la bakabilmektir. Şikâ­yet, varoluşun anlamını tanımayan insanların nefislerinin heze­yanlarıdır. Hayat bir bayram yeridir. Hiç bitmeyen bir bayram yeri. Yunus “Bu dünya bir gelindir, kızıl, yeşil donanmış / Kişi yeni geline bakıbanı doyamaz” der. Her dem yeni doğan­larla, her anları Hak’la beraber olanlara ne mutlu. Allah cüm­lemize nasip etsin.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]