subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IV                                                                          Sabri Tandoğan

 

İslâm’ı Yaşamak

Egzistansiyalizmin kurucularından Danimarkalı filozof Şären Kirhgegard, Kopenhag’da doğar. Ailenin tek çocuğudur. İhti­mamla yetiştirilir. Liseyi birincilikle bitirir. İlâhiyat Fakültesine gider. Oradan da birincilikle mezun olur. Mükâfat olarak Ko­penhag’ın en büyük kilisesine papaz olarak atanır. Birkaç yıl görev yaptıktan sonra, ilgili makamlara istifa dilekçesini gön­derir. Dilekçesinde, ben der, bu görevi yapmaktan artık uta­nıyorum. Bütün yaptığım iş, bir hafta kitap okumak, sonra bu okuduklarımı, hafta sonunda, beni dinlemeye gelenlere nak­letmek. Kendimi bir papağan gibi görmeye başladım. O yazı­lanları içime sindirmeden, günlük hayatımda yaşamadan, sa­dece naklediyorum. Bu beni artık sıkmaya, üzmeye, bunaltmaya başladı. Yaşanmayan, günlük hayata intikâl ettirilmeyen inanç­ların, duyguların, düşüncelerin ne kıymeti kalır. Aldanışların en kötüsü, insanın kendi kendini aldatması değil midir? Bu ne­denlerle, kendime karşı saygımın devamı için istifa ediyorum. Kabulünü rica ederim, der. Sonra kiliseden ayrılır. Kendini kitaplarını yazmaya verir. Yıllar önce, lisede öğrenci iken oku­muştum bunları. Bir ömür boyu etkiledi beni. Sorun, yalnız Kirhgegard’ın değil hepimizindi, bütün insanlığındı. Teori ve pratik, bilmek ve yapmak, çağlar boyu insanlığın en büyük sorunu oldu. Bugün de önemini koruyor. Kanımca, günümüzün karmakarışık olmuş, kördüğüm hâline gelmiş sorunlarının köke­nine inecek olursak, yine karşımıza bu durumun çıktığını gö­rürüz. Bazı eli öpülecek, fevkalâde kıymetli hocalarımızın dışın­daki kimseler için, söylenen şu söz ne kadar acı, ne kadar düşündürücüdür. Anadolu insanı, hocanın dediğini tut, gittiği yoldan gitme der. Bir insanı yücelten, ötelere götüren, bilgi­lerinden daha çok, o bilgileri yaşamaktaki, uygulamaktaki, gün­lük hayatına geçirişindeki göstereceği ruh salâbeti, dürüstlük ve samimiyetidir.


Bir düşünür, işlenmeyen, yaşanmayan inançlar, samimi olabilir mi, diye soruyor. Kâinatın Efendisi bir hadis-i şerifinde: “Allah’ım faydası olmayan ilimden sana sığınırım.” buyu­ruyor. Günümüzde bu tür insanların pek çok örneğini görüyoruz. Ellerinde çarşaf gibi kâğıtlarla, televizyon ekranlarına çıkanlar, kendilerine ve topluma ihanet ettiklerinin farkındalar mı? Ya onları, çeşitli küçük hesaplarla ekranlara çıkaranlara ne demeli? Kâğıtsız konuşamayanlar, kendilerine itimadı olmayan, inançları samimi olmayan ama ille de televizyon ekranlarında boy gös­termek isteyen, nefislerinin esiri olmuş, birtakım zavallılar değil midirler? Zaten nerede olursa olsun, inancında samimi olmayan insanlar, daha ilk cümlede belli olur. Bugün bir bilgi hastalığı, almış başını gidiyor. Gazetelerin verdikleri çöplüklere sığmayan ansiklopedilerden tutun da, radyo televizyonlardaki bilgi yarış­malarına kadar, bir bilgi furyası her yanı sarmış. Kimsenin işine yaramayacak, beş para etmeyen kırıntılarla kafalar doldu­ruluyor. İşin acı tarafı, bunlara sahip olanlar da, marifet yapmış gibi kasım kasım kasılıyorlar. Bu zavallıların hayatlarına bakı­yorsunuz, yaşama üslûplarına bakıyorsunuz, sefaletten başka bir şey göremiyorsunuz. Bilinenler uygulanmadıkça, yaşanma­dıkça neye yarar? Kimi kandırıyoruz? Tamam, o tefsir pro­fesörü, o hadis profesörü, o tasavvuf profesörü veya o konu­larda düzinelerle eser vermiş kimseler. İyi güzel, şimdi ben soruyorum, bana bir insan gösterin, on Hadisi, on Âyeti günlük hayatında, iş hayatında, aile hayatında yaşamış olsun, uygu­lamış olsun. Buyurun cevap bekliyorum. Göstermenizi rica edi­yorum. Gösterin ki, gidip o mübârek insanın ellerinden öpelim, duasını alalım. Mesele burada efendim, söylediğine sahip, inan­dığını yaşayan insan olabilmek. Çünkü ancak inançlarında samimi olabilenler, söylediklerini yapıp uygulayabilenler, toplu­mu etkileyebilirler. Bir hususu, birinden işitmekle veya kitaptan okumakla öğrendiklerini sananlar, sadece kendilerini aldatan­lardır. Bir papağan da, toplumdan ancak bir papağan kadar ilgi görebilir. Biz, söylediğine inanan, inançlarını uygulamak için, icabında ölümü bile göze alan insanların, o yiğit, o gerçek in­sanların özlemi içindeyiz. Ancak, özü sözü, içi dışı bir insanlar, sevgiye ve saygıya lâyıktırlar. Birtakım küçük hesaplar uğruna, sürekli inançlarından taviz verenler, er geç o toplumun tokadını yemeye mahkûmdurlar. Bir inancın sahibi olmak, kolay iş de­ğildir. Ferhat, Şirin’e kavuşmak için, dağı deldi. Şirin kimdi, o dağ ne idi, düşünmek gerek. Tarihin bütün dönemlerinde ve günümüzde, hiç şüphe yok ki, samimi olarak inançlarını ya­şamayanlar, üstelik o inançları, mevki, makam, para, pul, şöh­ret, siyaset yolunda kullananlar, er veya geç, hayatın tokadını yiyeceklerdir. Tarih buna şahittir.


Kimse zorla inanmaya mecbur değildir. İsteyen inanır, iste­yen inkâr eder. “Kul ya ey-yuhel kafirune” diye başlayan surede, bu gerçek ne güzel anlatılmaktadır. Asr suresinde, ancak inananların, inançlarına göre yaşayanların, birbirlerine sabrı ve hakkı tavsiye edenlerin hüsrandan kurtulacakları yazı­lıdır. Lâfla peynir gemisi yürütmek isteyenler, hiçbir zaman mu­vaffak olamayacaklardır.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]