subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IV                                                                          Sabri Tandoğan

 

Düşünceler…

İsviçre’de ekonomi doktorası yapıp dönen bir okurum, geçen gün ziyaretime geldi. Çeşitli konularda izlenimlerini anlattı. Bir husus var ki, sizlere anlatmak ihtiyacını duydum.


Bu okurumun oturduğu apartmanın karşı dairesinde, dört kişilik bir aile var. Anne, baba, kız evlât, erkek evlât. İkisi de öğrenci. Bu aile İngiltere’den gelmiş. Düzen var, nizam var, sulh, sükûn var diye, İsviçre’ye yerleşmek istiyorlar. Bir süre sonra, İsviçre vatandaşı olmak için resmî makamlara müracaat ediyorlar. Gelen cevap olumsuz. İki çocuğunuz öğrenci, bunlar kalabilirler; ama siz en kısa zamanda İsviçre’yi terk edin diyor­lar. Size müsaade etmiyoruz. Sebebini soruyorlar. Gelen cevap çok ilginç, bir o kadar da düşündürücü.


Size çeşitli vakıflardan mektuplar geldi, soruların birine bile cevap vermeden üç-beş kuruş yardım etmeden hemen çöpe attınız. Gün oldu kimsesiz hastalara yardım vakfından, gün oldu fakir öğrencileri okutma vakfından mektuplar geldi. Sizden sembolik de olsa bir yardım bekliyorlardı; ama siz ufak bir ilgi bile göstermeden gelen tüm mektupları çöpe attınız. Oysa, bunların hepsi bilgisayara kaydediliyordu. Siz herhalde, kimin haberi olur dediniz. Attınız. Bu kadar duygusuz, merhametsiz, şefkâtten uzak insanların, İsviçre topraklarında yaşamasına mü­saade edemeyiz. Lütfen en kısa zamanda terk edin ülkemizi...


Genç arkadaşımın anlattığı bu olay, beni günlerce düşün­dürdü. Her şeye omuz silken, burun kıvıran, bana ne diyen kimselerin, ne kadar insanlıktan uzaklaştıklarını gösteren ibret verici bir olay. Oysa atalarımızın vakıfları ciddi olarak ince­lenecek olursa, neler neler karşımıza çıkmaz. Onlar; sadece insanları, muhtaçları, yoksulları, hastaları değil, akla hayale gel­meyecek incelikleri düşünmüşlerdi. Acaba dünyada kuşları bile düşünerek, onlar için vakıf kuran başka hangi millet vardır? Ma­hallenin kedileri, köpekleri, kışın soğukta oturanlar, tabak kıran hizmetçi kızlar bile bu gönül adamlarının kurdukları vakıflardan nasiplerini almışlardır. İstanbul’da Yeni Cami’nin temizliği için kırk kişiyi görevlendiren insanlar ne kadar duygulu, ne kadar inançlarına bağlı, ne kadar mübârek insanlardı. Dört kişi, Yeni Cami’nin merdivenlerini pırıl pırıl yapmakla görevliydi. Merdiven­leri ayna haline getireceklerdi. Dört kişi, ezan okunmadan önce halıları gülsuyu ile ovalayacaklardı. Cemaat kapıdan girerken, o mis gibi gül suyunun serinletici ferahlığını ta içlerinde duya­caklardı.


Akla gelen her konuda insana, hayvana, bitkiye, cemâdata yardım için, ecdadımız nice güzel, erişilmez vakıflar kurmuşlar, içlerinde duydukları Muhammedî aşkı nokta nokta bütün varlığa dağıtmışlardı.


Bugün de yine güzel, faydalı, hayırlı nice vakıflar kurul­makta, insanlara hizmet için en güzel insan emeklerini, maddi ve mânevi varlıklarını ortaya koymaktadırlar.


Şu içinde yaşadığımız, adına hayat dediğimiz, yaşamak dediğimiz patırtı, gürültü içinde bizler de imkânlarımız, gücümüz nispetinde bu güzelliklere katılsak daha iyi olmaz mı?


İnsanoğlu nazlı bir kuş gibidir. Kanatlarına kin, nefret, ihtiras, edep ve hayâdan mahrumiyet bağlanmışsa, olduğu yerde kalır. Yüceliklere ulaşamaz. Hayatta kötü ve çirkin insan yoktur. Çeşitli nedenlerle içindeki iyilik ve güzellikleri ortaya çıkara­mamış insan vardır. Mevlâna; “Ey kardeş, sen yalnız duyuş ve düşünüşten ibaretsin. Geri kalan sadece et ve kemiktir.” diyor. Her an, bir insan yeni ve farklıdır. Her an hayat yeniden oluşuyor. Kur’an-ı Kerim’de Allah her an yeni bir “Şe’n”dedir buyuruluyor. Yunus, “Her dem taze doğarız, bizden kim usa­nası” der. Ağız, mübarek bir uzuvdur. Onu kirletmemelidir. Hayır için açık, şer için kapalı olmalıdır. Olaylara sükûnetle bakabilmek, olgun insanların harcıdır. Önemli olan, her an yeni bir güzelliği yakalayabilmektir. Ancak mânevi güzellik içinde olanlar, hayattaki o çok ince, o çok hassas dengeyi bulabilirler. Hele günümüzde bir hayır, bir iyilik yaparken, bir güzelliğe katkıda bulunurken bile, son derece hassas, dikkâtli, uyanık olmak gerekiyor. Denge çok mühim. Evet tevâzu güzel, çok güzel, harikulâde güzel bir olay. Tekâmüle giden yolun anahtarı. Ama mütevazı olalım derken zillete düşersek; mütevazı olalım derken dostu ağlatır, düşmanı sevindirirsek yaptığımız hayır, ürküttüğümüz kurbağaya değmez.


Hayat dengeler üstüne kurulmuştur. Her konuda, her an, her yerde dengeli olmamız gerekiyor. Bir bardak çaya on şeker konulursa, bir içimlik çorbaya yarım paket tuz konursa, o ne yenir, ne içilir. Unutmayalım, bardağı taşıran bir yudum sudur. Sadece iyi niyet yetmiyor. Son derece dikkatli, son derece uyanık olmamız lâzım. Düşman hiçbir zaman çiçek göndermez. Resulullah Efendimizin iyi niyeti, gayreti Ebu Cehil’i, Ebu Leheb’i yolundan çeviremedi. Son nefeslerine kadar onlar şer yolda direndiler. Düşmanlıklarını gösterdiler. Bu gün, onların torunlarından farklı bir davranış beklersek, bu bizim sadece gaflet deryasında yüzdüğümüzü gösterir. Gözlerin açık diye her şeyi gördüğünü mü sanıyorsun? Her varlık kâinat kitabının bir kelimesidir. Eğrinin doğrusu, doğrunun eğrisi, yine eğridir. Her an hayat yeniden var oluyor, yeniden yok oluyor. Farkına va­rılmayan bizim için yok demektir. Balık denizde yaşar ama ne denizi bilir ne kendisini...


Müslüman odur ki, diğer insanlar onun dilinden ve elinden selâmetli olurlar. Muhakkak nefis kötülüğü emreder. İnsanı şer yollarda yenemeyen şeytan, bu defa başka yolları dener. Bizi kendi emellerine esir edebilmek için, olmayacak şeyler bulur. Bize öyle işler yaptırır ki, dostu ağlatır, düşmanı güldürür de farkına bile varmayız. Son derece dikkâtli olmak zorundayız. İstişare şarttır. Kâinatın Efendisinin en çok tekrarladığı hadis­lerinden birisi de istişaredir. “İstişare edin, istişarede sizin için hayırlar vardır. Yalnız istişare ettiğiniz şahıs, emin insan olmalıdır.” buyurur. Herkes her meseleyi, kendi hesa­bına yeniden düşünmek zorundadır. Göz açıp kapayıncaya kadar nefsimizle başbaşa kalmamaya çalışmalıyız. Bir fikir, matematik kadar açık bile olsa, onu yeniden ele almak lâzımdır. Ancak o zaman Yunus’un dediği gibi, “Her dem taze doğarız, bizden kim usanası” hâli tecelli eder.


İnsanı hayvandan ve makinadan ayıran ve üstün kılan, düşünme meselesidir. Su yükseldiğinde gemi de yükselir. Bir sohbet meclisinden en çok istifade eden, edepli olan, sükût eden, saygı ile dinleyen insandır. Zafer sabırdadır. Öfkesine hâkim olan kurtulur.


Kur’an-ı Kerim “Oku” diye başlıyor. Mesnevi “Dinle” diye… Konuş diye başlayan bir kitap görmedim. Âmâ peygamber var; ama sağır peygamber yoktur. Dinlemek, görmeden önce gelir. Düşünmeden konuşmak, istişare etmeden eyleme geçmek çok tehlikelidir. Mânâ yolunda nice büyüğün ayağı bu yüzden kay­mış, helâke uğramıştır. Allah cümlemizi esirgesin. Sen sen ol, derdini kimseye açma. Yan ama tütme. Allah’a havale et, kim­seden bir şey bekleme. Seccaden yetmiyor mu? Mutluluk ve huzur, sessizliğin içindedir. Allah, ruhun içindeki ölümsüz sözü­nü, sadece sessizliğin içinde söyler. Aşk ile gel, kemâl ile git. Kötülükten, nefsin ayıplarından kaç. Yalnızken bile işlesen, kö­tülük seni yorar.


Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. “Allah’ım, her şey aslında nasılsa, öyle göster” bize. Yunus, “Dağ ne kadar yüce olsa, yol onun üstünden aşar” diyor.


İtiraf edelim, zor bir çağda yaşıyoruz. Her şey insana karşı, bugün insanları yargılarken insaflı olalım. Bugünkü insana ba­karken, neyi noksan diye değil, bu şartlar altında hâlâ neyi kay­bolmamış diye bakmak gerekiyor. İnsanlar doğuştan tertemiz doğuyorlar. Melek gibi. Sonra aile, okul, toplum üçlüsü onu ca­navar haline getiriyor.


Hepimiz canımız dişimizde çok zor şartlarda yaşıyoruz. İnsanlara eleştiri ile yaklaşmak, her an onları yargılamak bize ne kazandırıyor? Ne olur, biraz da sevgiyle, saygıyla, edep ve incelikle yaklaşsak onlara. Bugünün insanı eleştiriden çok, yargılanmaktan çok, sevgi bekliyor, saygı bekliyor. Ne olur bir­birimizden esirgemeyelim bunları. İnsanda sesi duyulmamış büyük bir musiki gizli. Onu duyabilmek için Muhammedî aşk gerek... Kâinatın en büyük sarayı, içi sevgi ile dolu insan kal­bidir. Kalbin edebi sükûttur. Elde edilmesi en güç dostluk, in­sanın kendi kendisiyle dost olabilmesidir. Gözü yerde olanın, gönlü asumâna çıkar. İnsan olmak bir sanattır. Istırap bir ren­dedir. Fazlalıklarımızı alır. İnsanı insan yapan, yine insandır. Her an yeni bir hâl içindeyiz. Her an yeni bir sınavdayız. Bu dünya darılma pazarı değil, dayanma pazarıdır. Hilkatten murat idraktir. Şükretmemek, nimetin elden gitmesine neden olur. Allah kuluna kâfidir. Seccadede bulamadığın huzuru, hiçbir yerde bulamazsın. Dikkât et, vücudun bir mabettir. İçinde, sana senden yakın olan vardır. Mânâ âleminin kapıları sabır, edep, tevâzu ve şükür ile açılır. Sessizlik kişiyi özgür kılar, dara­ğacında bile. Yarının çiçekleri, bugün atılan tohumlardır. Yaşa­manın hüneri, her yeni günün güzelliğini görebilmektir.


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]