subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IV                                                                          Sabri Tandoğan

 

Tevhidin Işığında

Tevhid denilince, akla önce “La ilahe illallah” geliyor. Allah’tan başka tapılacak yoktur... Resulullah Efendimiz onun elçisidir, peygamberidir. Birçok mânâ büyüğüne göre zikirlerin eftali, güzeli kelime-i tevhittir. O kadar geniş anlamları var ki, bu ibarenin içine bütün varoluş, mevcudat, bütün kâinat giriyor. Kişinin bireysel hayatından varoluşuna, toplumsal hayatın bütün katmanlarına kadar onun ışığının, güzelliğinin ulaştığını görüyo­ruz. Tevhid bizi bütüncü görüşe, kuşatıcı, kucaklayıcı anlayışa götürüyor. Tevhide ulaşan insanlar Yunus gibi: “Sevdiğimi de­mez isem sevgi derdi boğar beni” diyorlar. “Sevmek devâm eden en güzel huyum” diyorlar. “Seviniz, seviliniz, dünya kimseye kalmaz” diyorlar.


Hayatın geneline baktığımız zaman, günümüz insanlarının çoğunun bütünleyici değil dağıtıcı, bölücü, parçalayıcı bir ruh hâli içinde olduklarını görüyoruz. Ne acıdır ki tevhitten uzak bu durum, ferdi hayattan aile hayatına, iş hayatından toplumsal hayata kadar uzanıyor. Bazı insanların vazifesi sanki bölmek, parçalara ayırmak, dağıtmak. Gençlik yıllarımda, insanları mür­teci-inkılâpçı diye ayırıyorlardı, sonra moda değişti, bu bölü­cülük gerici-ilerici şekline dönüştü. Sonra sağcı-solcu modası çıktı. Şimdi de bazı kimseler bu işi örtülü-örtüsüz şeklinde yapı­yorlar. Bazı cici beyler, cici hanımlar bunu iş güç edinmişler, kafalarında başka hiçbir sorun yok. Ne kadar acı bir durum, bir insanın kafasında beyin yoksa, göğsünde duyan, hisseden bir yürek yoksa örtülü olsa ne olur, örtüsüz olsa ne olur. Ama nice genç kızımız bu yüzden tahsilinden oluyor, okulundan atılıyor. Bir insan tevhidi düşünceye ulaşsa, hiç bu duruma yüreği da­yanır mı? Kalbinde insan sevgisi olan bir kimse bunu nasıl ya­pabilir? Bedri Rahmi: “İnsan âlemde insanları sevdiği müd­detçe yaşar” demiyor muydu? İnsanları sevmek, onlara saygı duymak, onların mânevi ve maddi tekâmüllerine yardımcı olmak ibadet kadar güzel bir iş değil midir? Birtakım şekillerin, ritüel­lerin arkasına saklanarak içindeki sevgisizliği, Hak’tan uzaklığı çevreye yaymak bir yerde hayata ihanet değil midir? Tevhid ki, en geniş mânâsıyla madde ile mânâ, ruh ile beden, dünya ile ahiret, ilim ile din, kadın ile erkek arasında kurulan en güzel, en anlamlı bir denge iken, bu muvazeneyi bozmak acaba kime ne kazandırabilir ki? Bizatihi insanın kendisi de ruh ile beden, mânâ ile maddeden meydana gelen bir sentez değil mi? İslâ­miyet’in dünya insanlık kültürüne kazandırdığı en büyük, en güzel değer, tevhid düşüncesi değil midir? Tevhid ile insanlık binlerce yıl aradığı ama bir türlü bulamadığı huzura ve mutlu­luğa kavuşmuştur. Nice yüzyıllar insanlık kültürü ruh ile beden, madde ile mânâ kutupları arasında çırpınıp durmuş, Resulullah Efendimizin teşrifine kadar bir türlü o sentezi bulamamıştı. Bazen ruh adına madde, bazen madde adına ruh inkâr edilmiş ama her defasında insanlık birbirinden acı, ıstıraplı dönemler yaşamıştır. Ne zaman ki İslâmiyet zuhur etmiş, madde ile mânâ, zâhir ile batın, ruh ile beden, ferdi hayatla toplumsal hayat, kadın ile erkek arasında en güzel birlik, beraberlik ortaya çık­mıştır. Günümüz uygarlığında güzel yollar, güzel evler, güzel arabalar var. Dev gibi çarşılar kuruluyor, maddi yönden her ihti­yaca cevap veriliyor ama işe mânâ yönünden bakacak olursak, insanlık en geri, en utanç verici dönemini yaşıyor. Sevgi yok, saygı yok, edep, incelik yok, şefkât, merhamet kelimeleri artık bazı sözlüklerde bile yer almıyor, çünkü bu insanlar, tevhidin ışığından uzak yaşıyorlar.


İnsanlık kültürü Resulullah Efendimize gelinceye kadar bir türlü “Nefs” problemini halledemedi, hep bir meçhul olarak kaldı. Binlerce yıl insanlar olmayacak bir davanın peşinde koştular, nefsi öldürmek dediler, nefsimizi öldürelim dediler ama ne hik­metse kimse muvaffak olamadı. Bütün çabalar, bütün emekler boşa gitti, bir tarafta ezilmek istenen nefs, öbür tarafta başka şekiller altında daha kuvvetli bir şekilde boy gösterdi. Ne zaman ki Peygamber Efendimiz dünyayı şereflendirdi ve “Ey insanlar” dedi, “Nefsiniz sizin binek hayvanınızdır, onu İslâm ile en güzel şekilde terbiye edin” buyurdu, bence insanlık kültür tarihinin en muhteşem devri başlamış oldu.


Gerek fert gerek toplum hayatında, insanlar tevhide yak­laştıkça mutlu oldular, huzurlu oldular, el ele vererek sevgiyi, dostluğu, kardeşliği en güzel şekilde yaşadılar. Ne zaman tev­hitten uzaklaşıldı, bütün güzellikler renk gibi soldu, duman gibi dağıldı. Hayata renk veren, ışık veren, güzellik veren, hayatı bir şiir gibi tâkat getirilmez bir çizgiye getiren tevhid düşüncesi oluyor. Günümüzde önlerinde muhteşem arabaların beklediği, muhteşem apartmanlarda, muhteşem eşyalarının üzerinde otu­ran günümüz insanlarının her biri ayrı bir dert yumağı sanki. Aile içinde anlaşmazlık, işyerlerinde anlaşmazlık, toplumda anlaş­mazlık, davalar, mahkemeler, kavgalar. Ne oluyoruz efendiler, bu gidiş nereye? Ne sanıyoruz yani, dünya bize mi kalacak? Şunun şurasında her birimizin ne kadar ömrü var ki? İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep Şehri. Aslında hepimiz misafiriz. Adına dünya denilen şu mekânda hepimiz çeşitli imtihanlarla deneniyoruz. Bir süre sonra hiçbirimiz olmayacağız, o hâlde bu kavgalar, bu düşmanlıklar, bu çalım satmalar ne için? Kinle, nefretle sıkılan avuçlar neden sevgiyle saygıyla, edeple, ince­likle açılmıyor? Şu yaşadığımız sayılı günler, küsecek kadar çok mu? Acaba neden “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kal­maz” diyemiyoruz? Diyemiyoruz, çünkü tevhitten uzak yaşıyo­ruz; diyemiyoruz, çünkü çağımızın modern insanları kendilerine yeni yeni ilâhlar bulmuşlar; kimi mala, kimi paraya, kimi mevki makama, kimi evlâdına, kimi içkiye, kimi kumara tapıyor. Pek tabidir ki edindiği bu yeni ilâhlar, onlara sadece dert, sıkıntı, bunalım ve stres getiriyor. Asr suresinde gerçek ne güzel anla­tılıyor: “And olsun asra ki, bütün insanlar hüsrandadır. İnananlar, inançlarına göre yaşayanlar, birbirlerine sabrı ve Hak’kı tavsiye edenler müstesna” buyuruluyor. O halde inan­madıkça, inançlarımıza göre yaşamadıkça, sevgi ve saygıyla birbirimize ellerimizi uzatıp sabrı ve Hak’kı tavsiye etmedikçe, huzur da mutluluk da bir hayal olmakta devam edecek. Allah cümlemize doğru yolu seçip, o doğru yolda sarsılmadan, tered­düte düşmeden emin adımlarla yürümemizi nasip etsin.


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]