subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IV                                                                          Sabri Tandoğan

 

Tevhidin Güzelliğinde Yaşamak

İnsanlar görüyoruz, hayata sürekli olarak tek yönlü pen­cereden bakıyorlar. Onlar için her şey donmuş, statik, belli ka­lıplar içinde. Âdeta kemikleşmiş bir yaşam tarzları var. Bir ömür boyu aynı hareketler tekrarlanıyor, aynı sözler söyleniyor, dü­şünce adı altında, aynı kalıplar öne sürülüyor. Ve bu kimseler aydın, entelektüel olduklarını sanıyorlar. Kolay kolay da adam beğenmiyorlar. İnsana sevgi, insana saygı, hoşgörü, edep, in­celik, zarâfet onların dilinde olmayan kelimeler. Ve ne yazık ki ömürleri böyle akıp geçiyor. Fazıl Hüsnü Dağlarca böyleleri için;


“Öyle dalmış ki asırlar süren uykusuna,


Uyandırmazsan, uyanacak değil...”


der. Hepiniz çevrenizde böyle kimseler görüyorsunuzdur. Bu, yalnız bizim ülkemizde, bizim çevremizde değil, çağlar boyunca hep böyle olmuş. Bir dönem olmuş, insanlar dünyaya yalnız mâneviyatı yaşadıklarını sanarak tek yönlü bakmışlar. Ortaçağ Avrupası’nda karanlıklar içinde yaşayan insanlar, dış dünyadan, maddeden, vücuttan öyle tiksinmişler ki, adamlar yıkanmayı bile bırakmışlar. Bu tek yönlü görüşler, insanlık kültür tarihi incele­necek olursa hep yön değiştirmiş. Bazen hedef mânâ olmuş, bazen madde olmuş. Günümüzde de bu kültür dışı gidiş hâlâ devam ediyor. Materyalist olduklarını ileri süren birtakım zaval­lılar, hayata yalnız kışrından, kabuğundan, dışından bakıyorlar. İnsanı insan eden, insanı hayvanlıktan kurtarıp, Hz. İnsan çiz­gisine götüren mânevi güzelliklere sırt çeviriyorlar. Hatta düş­man oluyorlar. Bunlar ne kadar çirkin, ne kadar üzücü durumlar. Hatta insanlık kültürü adına yüz kızartıcı, utanç verici görü­nümler.


Nice yüzyıllar, insanlık nefis problemi ile uğraşmış. Bir “nefsi öldürmek” diye tutturmuşlar, her şey buna göre ayarlanmış, şekillenmiş, biçim almış. Bugün hâlâ Avrupa’yı gezenler bilirler, pek çok yerde manastırlar var. Hayata küsen, hayatla barış, biliş, güzellik içinde yaşayamayan nice insanlar, oralara tıkılıp güya tekâmül etmeye çalışıyorlar. Zavallı insanlar. Manastır­larda, oradaki sevgiden uzak, saygıdan, edepten, incelikten, sa­nattan uzak havası içinde, nasıl gelişecekler, tekâmül ede­cekler? İnsan kelimesi üns kökünden geliyor. Ünsiyet; yakınlık, beraberlik, bir arada olmak, birbirine sevgi, saygı duymak. Ha­yat boyu dikkat ettim, ünsiyetten uzaklaşanlar insanlıktan da uzaklaşıyorlar.


Nice insan, nefsimi öldüreceğim diye kendine eziyetler et­miş. İşkenceler yapmış. Amaç hep nefsi öldürmek. Ama ne hik­metse Resulullah Efendimiz gelinceye kadar kimse bu işin için­den çıkamamış. Kâinatın Efendisi her konuda olduğu gibi bu konuyu da vuzûha, ışığa, aydınlığa kavuşturuyor. Buyuruyor ki; “Nefsin senin binek hayvanındır. Ona rıfk ile, tatlılıkla, yumuşaklıkla muamele et.” Ancak Peygamber Efendimizin yol göstermesiyle insanlık kültür tarihinde en büyük devrim olmuş, insanlar acı ve ıstırap yolundan kurtulup, huzura, mutluluğa, güzelliğe kavuşmuşlardır. Önemli olan nefsi öldürmek değil, ki bu bir edebiyattan başka bir şey değildir, nefis ölmez, onu kimse öldüremez. Önemli olan onu eğitmek, ıslah etmek, ona güzel bir anlam verebilmektir. Bunu yapanlar, bunda başarıya ulaşanlar ne güzel insanlardır. Hep böyle oluyor. İnsanlar ifrat ve tefrit arasında bocalıyorlar. Onun için insanlık âlemini bu çırpınış­lardan, bu çelişkilerden kurtaracak tek yol Resullullah Efendi­mizin gösterdiği tevhid yolundan başka bir şey değildir. Çünkü bugüne kadar gördüklerimizin hiçbiri insanları huzura ve mut­luluğa götürücü o büyük sentezi, o Muhammedî Tevhidi ortaya koyamadı. Zavallı insanlar binlerce seneden beri çırpındılar, bocaladılar, sonuçta hüsranla karşılaştılar.


Madde ile mânâ, ruh ile beden, iç dünya ile dış dünya, kadın ile erkek arasında, yalnızca Hz. Peygamber’in getirdiği İlâhi Tevhid bütünlüğü sağladı, dengeyi kurdu, birliğin, beraberliğin en güzel çiçekleri ortaya çıktı. Ancak Hz. Peygamber’e aşkla, inançla, iman bütünlüğü ile bağlı olanlar, her iki dünyalarında güzelliği yaşayacaklar, mutluluğu tadacaklardır. Ne olur bugün ıstıraplar içinde çırpınan insanlar bu gerçeği görebilseler. Bu gerçek aklın yolu, mantığın yolu, ışığın yolu, güzelliğin yoludur. Körler körlere yol gösterirlerse hepsinin gideceği yer uçurumdur. Nitekim öyle oluyor. Milyarlarca insan kardeşimiz bu gerçeği görmemekte ayak diredikleri için, dünyaları da, âhiretleri de zehir oluyor. Biz onlar için de acıyoruz. Çünkü biz onlara da, dost, kardeş gözüyle bakıyoruz. Hayat taassuplara, dar görüş­lere, küçük, basit çıkarlara sığmayacak kadar büyük, güzel, sonsuz, muhteşem. Allah o kadar güzel bir dünya yaratmış ki, Yunus Emre ne güzel özetliyor; “Cümle yerde Hak nâzır, göz gerektir göresi.” diyor. Hep gönlüm istiyor, ne olur yedi milyar insan el ele versek, Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisinin koro kısmında olduğu gibi, “Birleşiniz insanlar, kardeş gibi olu­nuz.” diyebilsek. Birbirimizi sevsek, birbirimize saygı duysak, birbirimiz için her türlü yardımı yapabilsek. Gerekirse birbirimiz için canımızı dahi verebilsek. Yunus; “Aşk gelicek, cümle eksikler biter.” diyordu. “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.” diyordu. Niye bizler de o yolda yürümeyelim. Kâinatın Efendisinin gösterdiği ışıklı yolda, dünyamızı da âhiretimizi de neden cennete çevirmeyelim. Neden, “Seviyoruz, seviliyoruz, güzelliğimiz bu yüzden.” demeyelim...


 

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]