Kitapçı Osman Kaya
Senelerce... Senelerce evveldi. Akşam üstleri işimden çıkınca, soluğu Hacı Bayram’da alırdım. O zamanki Hacı Bayram, bugünkünden çok farklıydı. Bütün haraplığına, yıkık döküklüğüne rağmen, kendine has ayrı bir dünyaydı. Şimdiki gibi civardaki dükkânlar Ogüst Mâbedi’ne göre kurulmamıştı. Hacı Bayram Hazretleri, en büyük ihaneti, Hacı Bayram’ı bu hale getiren kimselerden gördü. O çirkin projeyi çizen eller, o çirkin projeyi kabul eden sorumlular, yarın Allah’ın huzuruna çıktıkları zaman, bunun hesabını acaba nasıl verecekler?
O zamanlar Hacı Bayram’a girerken sol tarafta bir binanın altında, Kitapçı Osman Kaya vardı. Kitap evinin adı; “Kardeşler Kitap Evi” idi. Osman’la görüşmek, onun çayını içip sohbetini dinlemek için akşamı zor ederdim. Osman, Kayserili, dünya güzeli bir insandı. Hep tebessüm ederdi. Kibardı, zarifti, asildi, yüce ruhluydu. Tertemiz kalbi, ömür boyu hep iyilik ve güzellik için çarptı. Gelen bütün müşterilere, inanılmaz bir sevgi ve saygı gösterir, ne yapar eder onların gönüllerini hoş ederdi. Osman, inanılmaz bir şekilde, bir Yunus, bir Mevlâna gibi, bir Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri gibi, bir Hacı Bayram Hazretleri gibi, insan ruhunun derinliklerine inmişti. Bir kimsenin Osman’ın dükkânına girip de, oradan aynı ruh hali içinde çıkması imkânsızdı. Rahmetli Osman, gelen kim olursa olsun, ne kadar asık suratlı, karanlık çehreli, kötü huylu bir insan da olsa, güler yüzüyle, ikramıyla, iltifatıyla o gelen şahsın iç dünyasında bir güzellik, bir hoşluk, bir tatlılık uyandırırdı. Sanki Osman’ın dükkânı bir kitap evi değil, insanlara, dertlerini, acılarını, ıstıraplarını, göz yaşlarını unutturan bir rehabilitasyon merkezi idi. Hiç unutmam, yine bir gün işimden çıkmış, Sevgili Osman’ın yanına gitmiştim. Çaylarımızı içiyor, sohbet ediyorduk. İçeriye karanlık yüzlü bir adam girdi. Adam sanki mel’anetin bir simgesi gibiydi. İnsanı ürperten, boğuk, soğuk ve karanlık bir ses tonu ile, bir kitap ismi sordu. Osman derhal yerinden kalktı, inanılmaz bir edep, saygı, incelik içinde kitabı müşterisine sundu. Adam kitabı eline aldı, evirdi, çevirdi, fiyatını sordu. Osman, üzerinde yazılı fiyatın çok altında bir rakam söyledi. Adam yine memnun olmamıştı. Osman’a baktı ve onun söylediği rakamın yarısını teklif etti. Osman kitabı aldı, büyük bir titizlik, dikkât ve estetik duygu ile paketini yaptı. Gittikten sonra Osman’a sordum: “Neden bu kadar indirim yaptın? Amacın nedir?” dedim. “Bak teşekkür bile etmeden gitti.” Osman güldü; “Sabri ağabey,” dedi. “Müşteri kapıdan girerken ben onun alıcı olmadığını anladım. Teklif ettiği rakama da o kitabın temini imkânı yoktu. Fakat sırf dükkânıma girmiştir diye, belki kitabın bir kısmını okur diye, belki faydalanır, yüzüne bir parça renk ve ışık gelir diye zararına verdim. Önemi yok. Allah başka bir taraftan verir. Allah büyüktür, Rahmandır, Rahimdir.” O kadar heyecanlandım ki, akşam evime dönerken hem bu sözleri düşündüm, hem ağladım. Rahmetli Osman böyle ince düşünceli, hassas, dünyalar tatlısı bir insandı.
Mahmut Bey, Ali Bey, Osman’ın çocuklarıydı. İkisi de tertemiz, gül yaprağı gibiydi. Şimdi ikisi de kıymetli bir iş adamı oldular. Babalarının yolunda tertemiz yürüyorlar.
Rahmetli Osman, eşine karşı da son derece saygılı idi. Onun en ufak bir şekilde incinmesine, kırılmasına dayanamazdı. Onu el üstünde tutar, bütün sevgisiyle, bütün saygısıyla onun gönlünü hoş etmeye çalışırdı. Osman gerek anne babasına, gerek kardeşlerine karşı da, gerekse yeğenlerine karşı da çok sevgi, saygı dolu idi. Kardeşi Mehmet Bey şu anda memleketimizin güzide iş adamlarından biridir. Mehmet Beyin de kalbi her zaman kardeşi Osman gibi memleket aşkıyla çarptı. Mehmet Beyin oğlu Mustafa Bey, babasının yolunda emin adımlarla tertemiz yürüyor. Yaşanan öyle hatıralar var ki, onların bir an göz önüne gelişi bile insanı mutluluktan uçuruyor. Osman’la o kitap evinde ne güzel zamanlarımız geçti. Hiçbir gün Osman’ı dikkâtsiz, dağınık, savurgan görmedim. Dükkânın içi her zaman bir çiçek bahçesi gibi idi. Kitapların öyle bir dizilişi vardı ki, içeri girdiğiniz anda kendinizi bir çiçek bahçesinde sanırdınız. Ve Osman, o emsalsiz vakarı, erişilmez tebessümü ile bir gül gibi sizi karşılardı. İnsanlar, Kardeşler Kitap Evinde, dert verip, derman alırlardı. Orada, karanlıklar ışığa dönüşürdü. Orada, hüzünler neşe olurdu. Sanki Osman, insan gönüllerini arıtmak, temizlemek, yıkamakla görevli, bir ilâhi vazifeli idi. Nice insanın kafalarındaki düğümlerin çözülüşüne, huzurun ve mutluluğun ışıltılarına orada şahit oldum. Osman’ın dükkânında, hayat bütün çirkinliklerini kaybediyor, sadece ama sadece sevgiye, saygıya, huzura dönüşüyordu. İnsanlar oradan ayrılırken evlerine mesut ve bahtiyar dönüyorlardı. Sizlere soruyorum; hayatınızda böyle kaç insan tanıdınız? Hayatınızda tanıdığınız kaç insan, “Sevmek, devâm eden en güzel huyum” diyebildi? Kaç insan, “Aşk gelicek, cümle eksikler biter” gerçeğini yaşabildi? Çevremizde işittiğimiz hep aynı şey; şikâyet, şikâyet, şikâyet. Bir kere düşünsek şikâyetten kim ne kazanıyor. Hem o hâle geldik ki, kimi kime şikâyet edeceğiz. Bu gibi durumlarda aklıma hemen Resulullah Efendimizin bir Hadis-i Şerifi gelir; “Allah şükredenin nimetini artırır, şikâyet edenin derdini artırır.”
Rahmetli Osman Kaya, işte böyle seçilmişler seçilmişi, bir güzel insandı. Tanıdığım andan, vefât ettiği âna kadar, ağzından bir tek kelime şikâyet sözü çıkmadı. Sanki Peygamber Efendimizin, “Ya hayır söyle, yahut sus” Hadisinin yaşayan en güzel örneği idi. Bedbinlik, karamsarlık, ömür boyu Osman’ın kitap evinden içeri girmedi. Sanki Osman her haliyle Yunus Emre’nin, “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” mısraının bir numunesi idi. O da ömür boyu hep sevdi, sevildi ve içi nur, dışı nur olarak Rabbine kavuştu. Allah ondan razı olsun. Allah’ın rahmeti, Peygamber’in şefaati üzerine olsun.
|