Bütün kâinat, insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle, cemâdatıyla bir bütündür. Bu bütünün parçaları arasında da hem sürekli bir etkileşim, hem muhteşem bir âhenk vardır; yani parça bütün ilişkisi tüm evrende âhenkli bir şekilde sürüp gider. Evreni yaşayan dev bir organizmaya benzetebiliriz. Bu büyük organizmanın her yönü tıpkı bir insanın organları gibi birbiriyle ilişki içindedir ve birbirini etkiler. Atmosfer, okyanuslar, kara parçaları devamlı birbiriyle etkileşim halinde hayatı sürdürmeye çalışırlar. Tabiat âlemi fiziksel, kimyasal ve biyolojik binlerce etkenin birbiriyle ilişki içerisinde olduğu, muhteşem bir yaşam sistemidir. Bu sistem gözle görülemeyen ancak mikroskopla varlığı anlaşılan en küçük bir böcekten,·üç buçuk tonluk koskoca bir file, minicik bir bitkiden, dev bir çınar ağacına kadar her şeyin son derece önemli olduğu bir ilişkiler ağıdır. Doğadaki her şey tıpkı bir örümcek ağı gibi birbiriyle bağlantılı... İnsanoğlu da bu muhteşem senfoninin bir notası.
Allah’ın kâinata tecellisi, en küçüğünden en büyüğüne kadar, her varlıkta görülüyor. Her varlık dış görünüşleri farklı da olsa, mahiyeti, üç özelliği bakımından O’nun bir zuhûru, tecellisi. Büyük Yunus ne güzel anlatıyor, bu muhteşem gerçeği herkesin anlayabileceği bir dille, ne güzel, ne rahat söylüyor: “Cümle yerde Hak nâzır, göz gerektir göresi.” Kur’an-ı Kerim’de “Ne yana bakarsan bak, Allah’ın vechi oradadır.” buyruluyor. Yine Yunus:
Cümle bir O’nu birler, cümleler O’na gider
Cümle dil O’nu söyler, her bir tebdil içinde
Burada tebdil “başka kılığa girme” anlamında kullanılıyor. Varlıklar dış görünüş itibariyle farklı kılığa girmiş olsalar da, aslında kâinatta bulunan her şey öz olarak aynı. Atomdan galaksiye, hücreden insana kadar her şey evrende Allah’ın birliğini meydana getiriyor. Neticede onsekiz bin âlemin hepsine hayat veren aynı kaynak. “Allah ol dedi ve oldu.”
İslâm tasavvufuna göre evren, Allah’ın tecellisinden ibaret. Allah kendi güzelliğini görmek için evrene tecelli etti. Yaratıcının çiçekte, ağaçta, denizde, insanda, kuşta görüntüsü söz konusu. Allah’ın tecellisi evrenin her köşesine yansımış, her ne ki yaratılmıştır, bir sebebi, bir hikmeti vardır. Allah gereksiz yere bir zerre yaratmaz. Dindar bir Fransız âlimi, evrene sonsuz bir saygıyla, hayranlıkla bakar bakar da, “Allah’ım her şey iyi, güzel, mükemmel, ama yarabbi şu fareleri niye yarattın? Bir türlü aklım almıyor, içime sindiremiyorum dermiş” ve onlardan tiksinmeye devam edermiş. Bir gece rüyasında kendisine fareler hakkında araştırmalar, incelemeler yapması ve sonunda bir kitap hazırlaması söyleniyor. Fransız âlimi yirmi yıl çalıştıktan sonra, büyük bir kitap hazırlıyor ve “fareler olmasaydı, tabiat nizâmı aksardı” diyor. Evren iç içe girmiş bir dengeler sistemi.
Onsekizinci yüzyılın ortasında, Paris şehrini yönetenler, çoğalan kedilerin öldürülmeleri için bir karar alırlar. Uygulama başlar, kediler öldürülür ama daha büyük bir felâket ortaya çıkar. Fare sayısı hızla artar ve kenti fareler istilâ ederler. Doğada ilâhi bir denge vardır. Yaratılan her şey ilâhi denge içinde bir rol ve görev üstlenmiştir. Her şey bu dengenin bir unsurudur ve birbirini tamamlar niteliktedir. Doğadaki varlıklardan birine bile zarar verdiğimizde, diğerlerine de zarar vermiş oluruz. Fatih Kanunnamesinde, gereksiz yere bir ağacı kesenin, başının kesileceği yazılıdır.
Bir insan kalbi kıran bütün insanlığı incitmiş gibidir. Bazen bıçak yarası unutulur ama, kalp yarası unutulmaz. Yunus:
“Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil,
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil” der.
Bazen bir tebessüm bütün dünyayı dolaşır. Bazen sert, kaba, alaycı bir bakış, hassas bir insanın ölümüne sebep olabilir. Vehbi Koç’a sormuşlar, “bu kadar servete nasıl sahip oldun?” demişler. “Bunun sırrı nedir?” Rahmetli gülmüş, “çok basit” demiş, “ilk bir lirayı kazanarak.” Dağ dediğimiz birleşen atomlardan başka nedir?
Eğer bir kimse ailesi ile gittiği piknik yerini, dönüşünde savaş alanına çevirmişse, arabasının küllüğünde biriken sigara izmaritlerini, hiç utanmadan, sıkılmadan, caddenin ortasına boşaltabiliyorsa, o kimse insanlıktan nasibini almamış bir zavallıdır. Eğer ona “hayvan” dersek, hiç şüpheniz olmasın, yarın hayvanlar bizden davacı olurlar. Uyum, bir bütünün parçaları arasındaki âhenkli ilişkidir. İnsanın idraki yükseldikçe evrene daha kolay uyum sağlar.
Hayatın akışı içinde, insan her şeyi kendinde aramalıdır. Olayların ardında saklı hikmeti anlayan insanlar için, kağnının gıcırtısından, sineğin vızıltısına kadar her şeyin bir anlamı vardır ve ondan ders alabiliriz. İnsanda görecek göz, işitecek kulak ve hissedecek kalp varsa, her zerre bizi Hakk’a götüren bir Cebrail olabilir. Önemli olan, zıt gibi görünen varlıklar arasındaki birliği idrak edebilmek, tevhit gerçeğine ulaşabilmektir. Pilin artı ve eksi uçları zıt gibi görünse de, onlar bir bütünün iki unsuru olup, birbirlerini tamamlarlar. Eğer bir pilin iki ucu da artı veya iki ucu da eksi olursa, transistörlü radyomuzun çalışması imkan dahilinde olur mu? Her iki uç birbirini tamamlayarak, hizmete vesile oluyor. Aynı şekilde gece-gündüz, tatlı-tuzlu, sağlık-hastalık, hayat-ölüm birbirini tamamlayan unsurlar değil midir? Nice birbiriyle çelişir gibi gördüğümüz durumlar, olaylar aslında bizim noksan görüşümüzden kaynaklanmıyor mu? Hayata tevhidin nurlu ışığında bakanlar daima memnun, mes’ut ve bahtiyar olarak yaşarlar. Tevhit düşüncesi sadece kafamızda bir bilgi olarak kalmayıp, aile hayatımızda, meslek ve sosyal yaşamımızda uygulanıp, yaşantı haline dönüştüğü zaman, bütün günlerimiz renk dolu, ışık dolu, şiir dolu olarak geçecek, “O senden razı, sen ondan razı olarak dön Rabbine” emri ilâhisi gerçekleşecektir.
Allah cümlemize iman ile yaşayıp, iman ile çene kapamayı nasip etsin.