subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IX                                                                          Sabri Tandoğan

 

Gerçek İnsana Doğru

Değerli okurum sayın öğretmen M.A.G., şu hususu bir an için dahi olsa aklınızdan çıkarmayın; Hazreti Muhammed bütün insanlığa ışık, rahmet ve eğitici olarak gönderilmiştir. Gerek yaşantısı, gerek sözleriyle kıyamete kadar bütün insanlığı ay­dınlatacaktır. Ne yazık ki, bugün dünyada yaşayan birçok insan, o nurdan mahrum olarak yaşıyor. Şurası acı bir gerçek ki, birçok Müslüman kardeşimiz bir sorunu olduğu zaman, müşküllerini halledemediği zaman, Hazreti Peygamberde çözüm arayacağı yerde, olmadık yerlere başvuruyor. Olmadık kimselerle istişare ediyor. Akıl ve dengeden uzak, İslâm’a aykırı, büyük iddialar peşinde olan kimselere bile başvuruyor da; acaba Resulullah Efendimiz bu işi nasıl halletti, böyle bir olay karşısında nasıl bir davranış tarzı gösterdi, metodu ne idi demiyor. Değerli okurum, önemli olan, kütüphaneler dolusu kitap okuyup, kafayı karma­karışık yapmak değil, okuduklarımızı hayatımıza hakim kıla­bilmektir. Öyle insanlar tanıdım ki; Paygamberimizin hayatı, mücadeleleri hakkında yüzlerce kitap okuyor, en ince ayrıntılar üzerinde haftalarca kafa yoruyor, ama günlük yaşamında çö­züme kavuşturamadığı müşkülleri olunca, önce apışıp kalıyor, paniğe kapılıyor, sonra da, hiç de istişare edilmemesi gereken, akıldan, iz’andan, itidalden uzak insanlara koşuyor, kendine ve sorunlarına bir çözüm arıyor. Olmaz öyle şey, bilgi hayatta bir amaç değil, sadece bir araçtır. Akıllı ve imanlı insanlar, baş­kaları, “aman ne bilgili adam, derya gibi, hangi taşı kaldırsan altından kalkıyor” desinler diye değil, hayatına ışık getirmek için, şuur getirmek için medenî bir insan gibi, efendi gibi, adam gibi yaşayabilmek için okur. Gerisi sadece bilgi şovudur, gösteriştir, riyâdır. Kendi hayatlarında zerre kadar ışıktan mahrum, boş, kafasız, sersem birtakım insanlar, benim için şöyle düşünüyor, böyle konuşuyor diye üzülmek, karamsarlığa düşmek, binbir güzellikle dolu, şu cânım hayata sırt çevirmek ne ile izah edilebilir. Hayır sevgili okurum, bin kere hayır, bizler dünyaya bu üç beş salağın, beyinsizin lâfı ile hareket etmek için gön­derilmedik. Bizler, kâinat kadar büyük bir davayı yüklenmiş insanlar olarak, yüceler yücesi Peygamberimizden aldığımız ışıkla, önce kendi kafamızı, kendi yüreğimizi pırıl pırıl aydınlatıp, sonra bu ışığı bütün insanlara çevirmek ödevindeyiz. Bakmayın siz onların zâhiri şaşalarına. Onlar öksüz… Onlar garip… Onlar zavallı… Onlar susuz… Onlar ışığa muhtaç… Kim götürecek onları bu aydınlığa… “Sen yanmazsan / ben yanmazsam / biz yanmazsak / nasıl çıkar karanlıklar / aydınlığa…” Biz öyle bir tarihî misyonun insanlarıyız ki, birtakım akıl ve kültür yoksunu zavallı insancıkların dedikodularına tıkalı kulaklarımız. Onları duymuyor, görmüyor, işitmiyoruz. Bırakın onları, davanıza ba­kın, yürüdüğünüz yolda her gün biraz daha ilerlemeye çalışın. O yolda, öylesine aşkla, inançla, şevkle yürüyün ki, bugün size tepeden bakanlar, sizi hiçe sayanlar, size dudak büküp gü­lenler, hiç şüpheniz olmasın ki, yarın önünüze saygı ile eğilerek gelecekler, söylediklerinizi canı gönülden dinleyebilmek, bir kelimesini bile kaçırmamak için, birbirleriyle yarışacaklardır. Yeter ki, davanıza inanın, kendinize inanın ve O en büyük, O en yüce, O en güzel insan gibi “bir elime güneşi, bir elime ayı verseler yine de davamdan vazgeçmem” diyecek güce sahip olun. Bugün, bütün dünya, bu sesi bekliyor.


Tarihte büyük işler başarmış, insanlığa yepyeni bir renk, bir umut, bir ışık, bir yaşama üslûbu getirmiş bütün insanlar, hiç şüpheniz olmasın ki, hep bu yollardan geçtiler. O kafasız, o dengesiz, o idraksiz insanlar, onları da taşladılar, hiçe saydılar, dudak büktüler. Ama kazançları ne oldu? Hayatlarının sonun­daki bütün kazançları; hiçlik, zavallılık, ruhî perişanlık ve moral çöküntüsünden başka nedir? Sayın M.A.G. lütfen bırakın onları, kafanızdan ve gönlünüzden çıkarın… Çıkarın ki, o pisliklerden boşalan, arınıp temizlenen yere, büyük olan, asil olan, güzel ve yüce olanlar girebilsin. Bir saniye bile yer vermeyin onlara kafanızda. İmkân nispetinde, imanlı, akıllı, dengeli, seviyeli in­sanlarla görüşün. Arkadaşın insan üzerindeki etkisi, anlatı­lamayacak kadar büyüktür. Bu nedenle; inançsız, samimiyetsiz, ikiyüzlü ve alaycı, dedikoducu kimselerden uzak durmaya ça­lışın. Okuttuğunuz dersi, kitaplarınızı, öğrencilerinizi çok sevin. İmkânlarınız nispetinde derslere, temiz bir kıyafetle gidin. Aşkla, heyecanla, ihlâsla girin. Unutmayın ki, farz olan ibadetlerden sonra en büyük ibadet, insanları sevmek, onlara faydalı ve yardımcı olmaktır. Dersiniz öylesine aşk, şevk ve heyecanla geçsin ki; o dersten çıkan öğrenciler, daha iyiye, daha güzele, daha mükemmele gidebilmenin umut ve neşesini, bir ömür boyu içlerinde duyabilsinler. Bir tek kelimenin, bir bakışın, bir ses tonunun, bir güzel davranışın etkisiyle hayatları değişen, nice insanlar gördüm. Beşerî ilişkiler, daimi bir etkileşimden başka nedir? Ve biz, her sözümüz, her davranışımızla, hayra vesile olmakla yükümlü değil miyiz? Bu açıdan baktığınızda; o ter­temiz, o pırıl pırıl, o yürekleri ve kafaları iyiye, güzele, doğruya açık memleket çocuklarına, iyiyi, güzeli ve doğruyu sevdirmek, ödevinin bilincinde olan bir öğretmen için mutlulukların en güzeli değil midir? Onların kafasını aydınlığa çevirmek, onları hür düşünceye yöneltmek kadar, güzel ve ürpertici olan ne vardır? İnsanoğluna verilen en değerli özelliklerden biri olan düşünmek kabiliyetini geliştirmek, ileride onların bid’at, hurafe ve taas­suptan uzak, pırıl pırıl, gerçek, has, aydınlık insanlar olmalarına minicik de olsa bir katkıda bulunmak kadar heyecan verici ne olabilir? Sizin temiz, gerçekçi özverili eğitiminizden geçmiş bir çocuk, bir gün bakarsınız, bütün bir ulusun hayatında etkili bir rol oynayabilir. Sizden aldığı ışıkla, karanlıkları aydınlığa çe­virebilir. Boş ve çaresiz kalmış gönüllere, ışığın, bilimin, sev­ginin, saygının, hoşgörünün nurlu ağaçlarını dikebilir. Sakın mesleğinize hor bakmayınız. Kendinizin ve mesleğinizin kadrini biliniz. Siz makamların en yücesinde oturuyorsunuz. Hakkını veriniz. Ne kadar kendinizi geliştirirseniz, öğrencilerinize, çev­renize, topluma ve insanlığa o kadar yararlı olursunuz. İçinde yaşadığımız bu buhranlı dönemde, gerçek aydına düşen en büyük görev budur. Sürekli düşünme durumundayız. Kur’an-ı Kerim’de yüzlerce âyetle, insanlar düşünceye çağrılmakta, varoluşun özü düşünce eylemine bağlanmaktadır. “…Düşünen insanlar için nice ibretler vardır.” Düşünmek insana bağış­lanan en büyük, en yüce bir özellik değil midir? Gerçek dü­şünceden uzaklaşan toplumların ne hale geldiğine, çağımız en güzel tanık değil midir? Ve düşüncenin, o insanı aşan, o ha­rikulâde güzelliğini, öğrencilerine tanıtmak kadar yüce başka hangi hizmet olabilir? Ve bir tek insanı dahi iyiye, doğruya, güzele ve hayra yöneltebilmek, yeryüzünün altında ve üstünde olan her şeyden daha değerli değil midir?


Ve sayın okurum, sevgide, saygıda, bilgide ve erdemli olmakta öyle yücel ki; peşin hükümlerle seni horlamaya ge­lenler, senin tertemiz gönül aynanda gerçek kimliklerini görüp, utanıp pişman olsunlar. Seni küçültmeye gelenler, sende bü­yüyüp yücelsinler. Sen, ışık tut onlara. Sen, ayna ol onlara. Sen rehber ol onlara.


İnsanın büyüklüğünü, yüceliğini Şeyh Galip ne güzel anlatır:


Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen


Merdüm-i dide-i ekvan olan âdemsin sen


İnsanoğlu ancak, insanlığının bilincine varıp, daha iyiye, daha güzele gidebilmek için, insanlara faydalı olabilmek için çırpındığı zaman vardır. Gerisi et ve kemiktir. Bir insanda bu aşkı, bu heyecanı uyandırabilenler, varoluşlarının gerçek ne­denini sezip, hayatına ona göre yön verenlerdir. Sayın öğ­retmen M.A.G., ben sizi bu ruh ve bu kıvamda görüyor, başarılı olacağınıza bütün kalbimle inanıyorum. Ve başarınızı şimdiden kutluyorum. Allah yardımcınız olsun. Unutmayın ki “zafer, zafer benimdir diyenlerindir.” Saygılarımla…

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]