subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IX                                                                          Sabri Tandoğan

 

Gerçek Sevgiye Doğru

Mardin’den 26.11.1986 tarihinde mektubunu gönderen sayın M.A.G.’in satırları beni çok duygulandırdı. Mektubu iki kere, gözlerim yaşararak okudum. Değerli öğretmen arkadaşımız yalnızlığını, çaresizliğini o kadar güzel anlatmış ki, etkilenme­mek mümkün değil…


Sevgili okurum, öyle bir çağda yaşıyoruz ki, dünyanın ne­resine gidersek gidelim bütün duyan, düşünen; çevrenin in­sanların boyunlarına geçirdiği, onları daracık perspektiflerden bakmaya mecbur ettiği zincirleri kırıp parçalayan, belli bir dü­zeye varmış insanlar için yalnızlık kaçınılmaz bir sonuç oluyor.


Nasıl olmasın ki, tarihin hiçbir döneminde insanlık bu kadar özünden uzaklaşmadı. Aslına ve yaradılış nedenine bu kadar yabancılaşmadı. Ve neticede insan kavramı kayboldu. Çev­renize nasıl bakarsanız bakın, radyoyla, televizyonla, videoyla, kitapla, dergiyle, gazeteyle insanoğlu bölük pörçük, insanoğlu paramparça… Sağcı insan, solcu insan, gerici insan, ilerici insan, çağdaş insan, çağdışı insan. Bu rezil, bu kepaze, bu yok olası ayrımlar yüzünden olan insana oluyor. O büyük, o güzel, o yüce insana… Hazreti insana… Hangi mel’un, hangi hasta ruhlu kafadan çıkıyor bu ayrımlar. Ve kıyılıyor insana… hiç hakikatin sağı solu, sağcısı solcusu olur mu? İyinin, güzelin, doğrunun ilericisi, gericisi olur mu? Bir hain el önce insanları bölüyor, sonra onları birbirleriyle çarpıştırıyor. Sonuç ne mi oluyor? Bakın çevrenize, sonuç ortada. Sevginin, dostluğun, kardeşliğin egemen olacağı gönüllerde, alabildiğine düşmanlık, hainlik, kin, nefret ve intikam. İnsanların katilleri, işte eseriniz, seyredin doya doya. Ve sizler, bu bir avuç gözü dönmüş, ruhu kararmış, sefil ve perişan insanların oyuncağı olanlar, aleti olanlar. Sizler sağcılar, solcular, ilericiler, gericiler… sizler şucu veya bucu geçinenler… Nefsanî ideolojilerin zavallı kuklaları. Sevinin yap­tıklarınıza. Ben sağcıyım, ben solcuyum, ben bilmem neciyim diyerek gerçeği hançerleyenler, neden hayata bu kadar dar, bu kadar insandan uzak, hayattan uzak, varoluşun nedenlerinden uzak, zavallı ve minicik açılardan bakıyorsunuz? Neden gerçek adına gerçeği katlediyorsunuz? Ezelî ve ebedî gerçeği, modası hiç geçmeyecek gerçeği, solmayan rengi, pörsümeyen yeniyi aramak varken; katı ideolojilerin sevgiden ve insandan uzak, soğuk dehlizlerinde yol almak insan adına işlenen bir cinayet değil midir? İnsana kıymayın efendiler…


Çok değerli okurum, çevrenizden lâyık olduğunuza inan­dığınız sevgiyi görmemenin, beklediğiniz saygıyı bulamamanın ıstırabı içindesiniz. Bu sizi üzüyor, tedirgin ediyor. Çok hak­lısınız, sizi çok iyi anlıyorum. Gelin bir adım daha atalım. Kendilerinden sevgi, saygı, şefkat, dostluk, yakınlık beklediğiniz insanların bir kesimini bir bilim adamının tarafsızlığı içinde, bir sosyolog, bir psikolog gibi inceleyelim. Pek az müstesna dışında göreceğimiz nedir? Hasta, mariz, sakat, gerçek adına gerçeğe, güzel adına güzele düşman bir çağın; sevgiden, saygıdan, incelik, zarâfet ve yücelikten yoksun, zavallı, der­beder, perişan çocukları. Çevrenizdeki insanlar kendi içlerinde duyup yaşayamadıkları sevgiyi size nasıl gösterecekler? Büyük Yunus “Bir siz dahi sizde bulun, benim bende bulduğumu” derken bu gerçeği ne güzel belirtiyor.


Düşünün ki, günümüz insanlarının birçoğu, bırakın meslek­taşlarını, komşularını, kendi en yakın aile fertlerine bile sev­gilerini gösteriyorlar mı? Bu durumda kimi, kime şikâyet ede­ceğiz? Üşüten bir insan öksürse, ülseri olan insan mide san­cıları içinde kıvransa, onlara kızabilir misiniz? Cevabınız hayır değil mi? O halde sevgili okurum, çevrenizdeki ışıktan, sevgiden uzak kalmış insanlara biz sevgi götüreceğiz. Sevgiden, dost­luktan ve tertemiz duygulardan derilmiş, en güzel gönül çi­çeklerini biz götüreceğiz onlara. Gönül dünyamız Allah ve Mu­hammed aşkı ile öylesine dolacak ki, o aşkın sınırları içine, yerdeki en ufak çakıl taşından gökyüzünü kuşatan yıldızlara kadar bütün kâinat sığacak. Dağlarıyla, denizleriyle, gökyü­züyle, ağaçları, çiçekleriyle ve o güzelim insanlarıyla… Biz de, ebedî Yunus gibi “Yaradılanı hoşgör, Yaradan’dan ötürü” deyip, insanda buluşup, insanda birleşeceğiz. Sadece Allah rızası için, sadece güzeller güzeli Peygamber Efendimizin aşkı için. İnsanı, bütün izmlerin, bütün ideolojilerin üstündeki hazreti insanı, öyle kucaklayacağız ki; işte o zaman solmayan rengi, pörsümeyen yeniyi, ebedî baharı bulmuş olacağız. İç dünyamız bütün günlük basitliklerin ve küçüklüklerin, zavallı nefsanî çır­pınışların üstüne yükselip, böyle büyük ve yüce bir aşkla dol­duğu zaman “Eğer âşık isem, ölmezem ayruk” diyerek aşkın en güzel rengine boyanacak, hayatın sonsuz güzelliklerini yudum yudum içecek ve tebessümlerin en masumu içinde “Aşk gelicek, cümle eksikler biter” deyip, bütün insanları, sevgi, saygı ve hoşgörü ile kucaklayacağız.


Değerli okuyucum, hiç ateşe buz dayanır mı? Elbette eri­yecek. Önemli olan, o aşkı içimizde duyup, her gün besleyip, bir yanardağ gibi olabilmek… Mısrî Niyazi diyor ki:


“Ben sanırdım halk içinde hiç bana yar kalmamış


Ben beni terkeyledim, gördüm ki ağyar kalmamış”


O çizgiye geldiğimiz zaman, bütün uzaklar yakın olacak, imkânsızlıklar olurun sınırına girecek. Sakın psikolojideki telâfi mekanizmalarını sığınak olarak kullanmayın. Suçlu arayıp, suçu onun üzerine yıkmak bize ne kazandırır ki… Olgunlaşma yo­lunda olan bir insan için bundan daha zavallı ne olabilir? Hem insanlardan bu kadar ilgi beklemek için bir neden var mı?


Vaktiyle bir adam bir sal yaptırır, Dicle nehrinin ortasında tek başına yaşar. Birisi aklı sıra iyilik yapmak için kayıkla sala yaklaşır. “Ey yalnız adam, ihtiyacın nedir?” “Ben, sen gelene kadar Rabbimle beraberdim, şimdi yalnızlığımı anladım” ce­vabını alır.


Sayın okurum unutmayalım ki, biz bu cihana denenmek için geldik. Her gün, her an kesintisiz bir sınav içindeyiz. Değişik görünüşler altındaki durum hep aynı. Hepimiz her daim sına­nıyoruz.


Önemli  olan,  yüz  akıyla  başarılı  olarak  çıkabilmek. Gerisi lâf-ü güzaf. Gözümüzü dört açalım, olanca varlığımızla gayret edelim. Bu dünya hayatının kendisi bir Sırat Köprüsü. Sağa sola sapmadan, dümdüz, emin adımlarla yürüyelim. Yaşantımızın her ânı bir inci dakikası olsun. Her gün daha iyiye, daha güzele gitmenin sıcak heyecanı içinde olalım. Her nefeste ömür ser­mayesinden bir şeyler gidiyor. Yeter ki onu, en güzel şekilde faydalı ve hayırlı işlerle dolduralım. Zararda değil, kârda olalım, zaten değerli okurum, biz bu kadar yoğun bir çalışma içine girince, şu şunu yaptı, bu bunu söyledi diye üzülüp tasalanmaya vakit de bulamayız. Olimpiyatlarda 100 metre rekorunu kıran atlet, acaba o çılgın yarış sırasında başka bir şey düşünebilmiş midir? Neden biz de öyle olmayalım? Daha iyiye, daha güzele, daha mükemmele gitmenin çılgın yarışı içinde… Gittikçe te­kâmül eden insan kadar güzel ne vardır? Hem bunun için varolmadık mı? Bunun için yaşamıyor muyuz?


Mektubunuza cevabın ikinci bölümünü, kısmet olursa önü­müzdeki hafta okuyacaksınız. Bu aradaki günlerinizin renk dolu, ışık dolu geçmesini, faydalı çalışmalarla dolmasını yürekten diliyorum. Selâm, sevgi ve saygıların hiç bitmeyecek olanı ile…

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]