subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IX                                                                          Sabri Tandoğan

 

Örnek İnsanlara Olan İhtiyaç

“Sözü ile öğüt verene uyma, davranışları ile, yaşantısı ile, yaşama üslûbu ile, efendiliği, inceliği, zarâfeti ile, sessiz, sözsüz, harfsiz örnek olana uy.” diyor mânâ yolunun büyükleri. Yol öylesine ince, öylesine derin ki... Bazen en güzel cevap, cevap vermemek oluyor. Anlamlı bir sessizlik içinde, edeple, zarâfetle başın öne eğilmesi, yerine göre ciltlerle kitaptan daha etkili oluyor. Fiili ile örnek olanlar ne güzel insanlardır. Tek istisna olmadan hepimizin her an güzel örneklere ne kadar çok ihtiyacımız var. Farkında olalım veya olmayalım, hepimiz bunun susuzluğu içindeyiz. Karşısında edepli bir insan görmeyenlerin kafalarında, ne kadar okurlarsa okusunlar, edep kavramı te­şekkül edemez. Zarif bir insanla oturmayan, çay içip sohbet etmeyen bir insanın nazarında, zarâfet sadece soyut bir ke­limedir.


Çocukluğumu düşünüyorum. Bir bakkal Hafız Efendi vardı. Hafız Efendi, kendisi temiz, dükkânı temiz, pırıl pırıl bir insandı. Ondan alışveriş etmek beni çok mutlu ederdi. Adeta ona gitmek için bahane arardım. Onunla iki kelime konuşmak, onun ter­temiz bakışlarına muhatap olmak ne büyük zevkler ve heye­canlar verirdi bana... Boş kalınca daima Kur’an-ı Kerim meâli okurdu. Güzel bir peynir sofraya getirilince, ev sahibine: “Hafız Efendi’den mi aldın?” denirdi.


İşte Ermenek’te, Süfas Camii’nin imamı Ömer Efendi Hoca... Kendi ortamına, zamanına göre en temiz, en güzel giyinirdi. Hayatımda onun kadar güzel abdest alan bir kimse görmedim. Yumuşak, etkili, ton sanatının bütün inceliklerini yansıtan se­siyle harikulâde güzel namaz kıldırırdı. Camiden çıkarken her­keste bir hoş, bir güzel hâl olurdu. İnsanın içi sevgiyle, saygıyla, edeple dolardı. Artık dışarıda daha güzel bir hayat bizi beklerdi. Ağaçlar daha yeşildi. Gökyüzü daha maviydi. İnsanlar, bütün insanlar, elleri öpülesi güzel insanlar dışarıda bizi beklerdi. Ardı arkası kesilmeyen sorularımla, “Efendim,” derdim, “müsaade eder misiniz?” Tebessüm eder, “Buyurun yavrum” derdi. Saba­hın ilk ışıkları gibiydi gülüşü. Bir gün sormuştum: “Kiminle dost olayım? Kiminle arkadaşlık edeyim? Ölçüsü nedir?” “Yavrum,” demişti, “kiminle dost olursan ol, bir şeye dikkat et. O şahıstan ayrıldıktan sonra kalbine danış. Nasıl bir hâl içresin. O şahsın sosyal, ekonomik durumu, içinde bulunduğu makam, rütbe önemli değil. Bir ferahlık duyuyor musun, için sevgiyle, saygıyla, edeple, çalışmak, yardım etmek, hizmet etmek duyguları ile doluyor mu? İşte o şahıs kim olursa olsun, onda hayır vardır. Dostluğuna devam et. Aksi oluyorsa; o şahıstan ayrılınca için kinle, nefretle dolmuşsa, yüzündeki ilâhi tebessüm sönmüşse, karanlık duygular, olumsuzluklar kalbine hâkim olmuşsa, kim olursa olsun, o şahısla sohbette hayır yoktur...


Geceleri sık sık sohbet toplantılarına çağırırlar. Gelirler, alırlar. Çaylar içilir, çeşitli sorular sorulur. Ayrılmadan önce “Arkadaşlar,” derim, Ömer Efendimizin getirdiği ölçüleri anlatır, “lütfen anlattıklarım içinde bende görmediğiniz, görüp de söy­leyemediğiniz ne varsa, Allah rızası için buyurun söyleyin. Siz şunu şunu söylediniz ama günlük hayatınızda yaşamıyorsunuz, deyin. Önemli olan sadece söylemek, yazmak değil, onu ya­şamak, uygulamak. Sözü ile değil, fiili ile örnek olanlara uyun.” derim. “Sonra,” derim, “kiminle dost olayım” sorusuna Ömer Efendimizin cevabını lütfen bana da uygulayın. Eğer konuş­malarım ve yazılarım sizde iyi, hoş, güzel bir etki uyandırmı­yorsa, sizi daha iyi, daha gayretli bir insan olmaya götürmü­yorsa, daha çok hizmet etmek için sizde bir aşk uyandırmıyorsa ne olur beni bir daha ne dinleyin, ne okuyun... Boşuna zaman harcamayın. Zaman çok kıymetli, altından daha kıymetli. Har­canan, kaybolan altın tekrar yerine konulabilir, ama zamanı koyamazsınız. Tek amacım, karınca kararınca sizlere faydalı olabilmek. Yaşım ilerlemiş, Allah devlete millete zeval vermesin, aldığım maaş ay sonuna kadar ihtiyaçlarıma yetiyor. Zaten son derece basit, mütevazi, kendi halinde bir yaşantım var. Ne paraya, ne şöhrete hayatımın hiçbir döneminde itibar etmedim. İstirham ediyorum, eğer yazılarım ve konuşmalarım sizlere fay­dalı olmuyorsa lütfen bildirin, derhal keseyim. Sizleri sevmekten, sizlere faydalı olmaktan başka -Allah şahittir- hiçbir düşüncem yok...


Hayatta öyle insanlar oluyor ki, bazen bir kere, bazen bir dakika görüyorsunuz onları ama bir daha unutamıyorsunuz. İçinize işliyor, derinlerde, daha derinlerde bir yerde, bir ömür boyu sizinle beraber yaşıyorlar. Size ve yaşantınıza renk ka­tıyorlar, ışık katıyorlar, güzellik getiriyorlar. İşte onlardan biri de otuz yıl önce Avşa Adası’nda gördüğüm naneci idi. O zaman yetmiş yaşlarında, beyaz sakallı, nur yüzlü bir insandı. Bir me­kân vardı. İçinde naylon paketlerde nane şekeri satıyordu. Ke­limelerle anlatılamayacak kadar nezih, temiz, gül yaprağının üzerindeki bir yağmur tanesi gibiydi. Güldüğü zaman bembeyaz dişleri gözüküyordu. Üzerinde dişleri kadar temiz, bembeyaz iş gömleği vardı. Bir paket nane şekeri aldım. Bir dakika ya gör­düm, ya görmedim. Ama ömür boyu unutamadım. Zaman za­man gözlerimin önüne gelir. Huzur duyar, mutlu olurum.


Sonsuz şükürler olsun, çocukluğum ve gençliğim birbirinden güzel, birbirinden değerli nice insanları görerek, onların örnek davranışlarına tanık olarak, örnek yaşantılarındaki en ince nüansların bilincine vararak geçti. Nice güzel insan bana örnek oldular, ışık tuttular, hayatıma renk verdiler.


Bugünkü çocuklarımı düşünüyorum. Çevrelerinde onlara örnek olacak, rehberlik edecek kaç kişiyi görüyorlar? Akşam şöyle TV kanallarında 8-10 dakikalık bir gezinti yaptım. Aman Allah... Kelime kullanmak istemiyorum ama öyle tipler gördüm, öyle konuşmalar işittim ki, sadece Allah’a sığınıyorum. Ne demek istediğimi sizler çok iyi anlıyorsunuz. Öyle yüz ifadeleri var ki, insanın içi kararıyor. Ürperiyor. Ve insan ister istemez, bu gidiş nereye diyor? Kadınlık adına, erkeklik adına insanı utan­dıran tiplerden sonra yerlerde sürünen pastalar, birbirine çar­parak kırdıkları tabaklar... insan ister istemez, Kur’an-ı Ke­rim’deki Âyeti hatırlıyor: “İçimizdeki beyinsizler yüzünden, bizleri helâk eder misin Allah’ım?”


Bu paranın bir yüzü. Bir de bu yazının turası var. Yine bu toplumda, (Allah onların sayısını artırsın) genç, ihtiyar, kadın, erkek, zengin, fakir, köylü, kentli o kadar değerli insanlar var ki, insan ister istemez bu kadar olumsuz şartlar altında bu kadar güzel insanın nasıl yetiştiğine hayret ediyor. “Allah’ım” diyor, “onların sayısını artır.” Adam hamamda kille yıkanıyormuş. Bakmış mis gibi gül kokuyor. Sormuş: “Sen bir topraktın, nasıl bu kadar güzel kokuyorsun?” Kil cevap vermiş: “Bende bir şey yok. Yalnız yolum düştü, üç gün gül ile arkadaşlık yaptım...”


Allah bizlere de nasip eder inşallah…

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]