subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IX                                                                          Sabri Tandoğan

 

Tevhitten Uzak Yaşayanların Mutlu Olması Mümkün mü?

Zaman zaman görür, işitiriz. Bazı kimseler, ben mânâ ada­mıyım kardeşim derler. Benim öyle kalıpla, şekille alâkam yok. Ben bütün dikkatimi öze çevirmişim, mânâya çevirmişim. Üstüm başım pismiş, kirli imiş, lekeli imiş umurumda bile değil. Gönül adamının zâhirle, şekille, dışla ne ilgisi olabilir. Hemen hepimiz toplumun çeşitli kesimlerinde böyle kimselere rastlarız. Bunlar çeşitli mesleklerde, meşreplerde, çeşitli sosyal ve ekonomik statülerde bulunurlar. Şöyle bir düşünecek olsak niceleri hatı­rımıza gelir.


Bir de yüzde yüz bunun zıddı olan kimseler vardır. Onların da, akılları fikirleri hep dışta, şekilde, zâhirdedir. Pireyi deve yaparlar. Hiç özü, mânâyı, muhtevayı düşünmeden bütün dik­katlerini minicik detaylar, nakış iğnesinin ucu kadar olmayacak meseleler üzerinde toplar, kıyameti koparırlar, saçarlar, savu­rurlar, söverler, sayarlar. Sanki onlar insanların bir iç dünyaları, bir mânâ âlemleri olduğunun farkında değildirler. Varsa da, yoksa da şekil, suret, zâhir âlemi...


Dikkatlice bakarsak birbirinden çok farklı gibi görünen bu iki insan tipi, birbirine çok benzer. İkisi de aynı şeyi yapmakta, bütünü parçalamakta, kendi özlerini bütünden uzaklaştırmak­tadırlar. Birisi öz adına, birisi şekil adına aynı yolun yolcu­sudurlar. İkisinde de ortak yön, tevhitten uzak oluşlarıdır. Ve tevhitten uzaklaşan her insan gibi, kendi zanlarının, vehimle­rinin, vesveselerinin bataklığında çırpınıp durmaktadırlar. Öyle de olsa, böyle de olsa bütünü parçalamak, tevhitten uzaklaş­mak insana hüsrandan başka ne getirir? Tarih bunun nice acı örnekleri ile dolu değil midir? Oysa önyargılardan uzak şöyle bir çevremize bakacak olursak, daima iç ve dışın, madde ile mâ­nânın, ruh ile bedenin bir kompozisyon oluşturduğunu görürüz. Siz hiç kabukları olmayan bir karpuzu pazardan eve getirir misiniz? Bir karpuz içi ile ve dışı ile, özü ile, kabuğu ile bir bütünlük oluşturur. Şekli hor görenler, ben öz adamıyım, şekil önemli değildir diyenler, daima aldanmışlardır. Aynı şekilde özü unutup yalnız şekilde ayak direyenler, bu suretle kendi mut­suzluklarını, huzursuzluklarını sergilemişlerdir. Bütün insanlığın rehberi, kâinatın efendisi Yüce Peygamberimiz hayatının bütün dönemlerinde, iç ve dışı, öz ve şekli, zâhir ve bâtını birlikte götürmüş, onlara daima bir bütünü meydana getiren durumlar olarak bakmıştır. Tevhit birlemek demektir, bütünlemek demek­tir; bölmek, ayırmak, parçalamak değil. Hangi insan ve hangi toplum tevhitten uzaklaşmışsa mutluluğunu, huzurunu, yaşama sevincini de kaybetmiştir. Huzur ancak tevhit halinde beliren, ortaya çıkan bir ruh halidir. İnsanlar tevhitten uzaklaştıkça, ha­yatı yapan, kuran, idare ettiren kanunlardan da uzaklaşmış olurlar. İnsanoğlu aya gidiyor ama giderken de oksijenini almayı unutmuyor. İnsan ne yalnız ruh, ne yalnız maddedir. Bu iki­sinden meydana gelen bir bütündür, bir kompozisyondur. Tev­hitten uzaklaşan insan aynı zamanda kendi aslından da uzak­laştığını bilse hiç bu yola gider miydi? Kur’an-ı Kerim’de “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” buyrulur. Hayatın kanunları, realiteleri vardır. Bunları nazarı itibare almayanlar, bir gün ha­yatın sert kayalarına başlarını çarpmak zorunda kalırlar. Ana­dolu’da bir söz vardır. “Bekâra karı boşamak kolay” derler. Tevhit ehli olanlar, hem içe, hem dışa, hem zâhire, hem bâtına, hem bedene, hem ruha, hem maddeye, hem mânâya önem veren kimselerdir. Hayatın, varoluşun bir unsurunu yok saymak­la o yok olmaz ki, sadece birçok insanın yapmış olduğu hata tekrarlanmış olur. Âşık Veysel bir şiirinde “Yumma gözün kör gibi” der. İnsan realitesi hem ruh, hem beden, hem mânâ, hem madde üzerine kuruludur. Önemli olan varlığın iki yönünü de aynı edep, saygı, intizam, incelik, zarafet içinde götürebilmektir. Kur’an-ı Kerim’de “Nereye bakarsan bak Allah’ın vechi ora­dadır” buyruluyor. İnsanlık kültür tarihine bakacak olursak, ya ruh, ya madde diyenler, varoluşun öbür realitesini yok sayanlar daima kaybetmişler, kendilerine de başkalarına da zarar ver­mişlerdir. Bir söz vardır, “Her şey zıddıyla bilinir” diye... Bize zıt gibi görünen durumlar, aslında bir bütünün iki ayrı parçası olup, birbirlerini tamamlarlar. Gün kavramının içinde hem gece hem gündüz vardır. Misafirliklerde ikram edilen tatlı ve tuzlu da böyledir, birbirlerini tamamlarlar. İnsan, tatlı yiyince tuzlu, tuzlu yiyince tatlı ister. İkisi beraber yenince denge hâsıl olur. Allah korkusu ve Allah sevgisi de böyledir. Bazı aydın geçinenler oturdukları yerde ahkâm keserler, efendim derler, korku da ne imiş, biz korkuyu kaldırdık, onun yerine yalnız ve yalnız sevgiyi koyduk derler. “Hikmetin başı Allah korkusudur” ilâhi gerçe­ğinden uzak olanlar böyle konuşurlar. Konuşurlar ama realite hiç de öyle değildir. Tevhit bir bütündür, bir gerçektir, bir kom­pozisyondur. Onu bölmek, parçalamak isteyenler arabasını uçu­ruma doğru süren bir insan gibidirler. Mukaddes âkıbet bir süre sonra gelir. Eksik bilgilerimizle varoluştaki bütünlüğü görmeden, sezmeden, anlamadan gideceğimiz her yol, telâfisi mümkün ol­mayan bir hatalı gidiştir. Bir kutsi hadiste “Ben insanın sır­rıyım, insan Benim sırrım” buyruluyor. İnsan kâinatın en muhtevalı varlığıdır. Dünyada en zor iş, insanı anlayabilmektir. “Kâinatta hiçbir şey kalmadı da sen var oldun.” sözündeki ürpertici gerçeği sezemeyenler, işte böyle ulu orta konuşurlar, ipe sapa gelmeyen hükümler verirler. Büyük Yunus “Hiç kimse bilmez bizi, biz ne işin içindeyiz” der. Nobel alan Fransız yazarı Aleksi Carel eserinin ismini “İnsan Bu Meçhul” koyuyor. Necip Fazıl bir şiirinde “Aynalar söyleyin bana ben kimim” der, “Her şey bende bir gizli düğüm, Ne ölüm terleri döktüm nelerden” diye yazar. Okudukları bir iki kitapla, sağdan soldan işittikleri üç beş sözle hayatı anladıklarını, insanlara ışık tut­tuklarını sananlar nasıl da aldanıyorlar. Elbet onların gidecekleri yer hüsrandan başka nedir? Günümüzde içkinin, sigaranın, uyuşturucunun bu kadar yaygınlaşması, insanın hayatına bir anlam verememesinin, gideceği yolu bilememesinin sonucu de­ğil midir? Biz de “Gelin canlar bir olalım”, “Sevelim sevi­lelim, dünya kimseye kalmaz”, “Hepsinden iyisi bir gönüle girmektir” diyebilseydik, Kur’an-ı Kerim’deki “Ne yana bakar­san bak Allah’ın vechi oradadır.” gerçeğini yaşayabilseydik sonuç böyle olur muydu?


Allah cümlemize iman ile çene kapamayı nasip etsin. Âmin.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]