subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IX                                                                          Sabri Tandoğan

 

Aşk ve Teslimiyet

Bazı kimseler var, kışın ortasında Uludağ’a gidiyorlar kayak yapmak için. Kimi on gün, kimi on beş gün. Ne yapıyorlar? Bu kadar kısa bir süre için hoca tutuyorlar. Ne olur, ne olmaz belki düşer, bir tarafımız kırılır diye… Bazı kimseler, kendi ebedî hayatları için bu yola gitmiyorlar. Ben öğrenirim, kitap okuyarak kendimi yetiştiririm diyorlar. “Hiç de gerekli değil bir yol gös­terici” diyorlar. “Kütüphaneler kitapla dolu” diyorlar. Aslanım be­nim, buyur, meydan açık. Çık yola. Ne duruyorsun? Bu meydan, bu güne kadar, senin gibi nice sahte pehlivanları gördü. Niceleri helâk olup gittiler. Bekâ makamlarını yaşamadan, fenâ ma­kamlarında boğulan niceleri; gören gözler, işiten kulaklar, his­seden kalpler için ibret dersleri vererek, helâke uğradılar. Kitap okuyarak yüzme öğrenmeye çalışanlara söylenecek sözümüz yok... O kadar.


Ya iman et, ya da aklını erdirmeye çalış. Aman ha inatçı olma. Çok sakın. İnat, nefsin tekme atmasından başka bir şey değildir. İnsan ne haldeyse, o hâl onun miracıdır. Kendi id­rakindeki Allah’a miracı... İnsanlar uykudadırlar, ölünce uya­nırlar. Önemli olan yaşarken uyanabilmek, gaflet perdesinden kurtulabilmektir. Mevlid Kandili, nurun gönle doğuşu bayramıdır. Miraç, küllî aşkı aşmaktır. Aşkın, insanların tahammül ede­bileceği dereceye inmiş haline muhabbet denir. Miraç’ta ilim ve akıl bile perdedir. Bir noktadan sonra Cebrail Aleyhisselâm, Resulullah Efendimize, “Ben daha öteye gidemem” derken kasdı neydi? Yücelik, gönül ile nefsin birbiriyle dengede olu­şundadır. Muhabbeti en az olan kul, en çok gazaba müstahak olandır. Sevgi ve muhabbet olmayan her düşünce, her söz, her davranış çirkindir, kırıcıdır, inciticidir. Seni mânâ âleminde yü­celten, ötelere götüren sevginin ve muhabbetin sıcaklığıdır. Allah’ın muhabbeti âlemi kaplamıştır. Kâinatın sırrı muhabbet­tedir. O bütün kapıları açar, bütün cihanı aydınlatır. Hazreti Muhammed (a.s.), muhabbetin aslı, özü ve kendisidir. Allah’ın aşkının tezahür ettiği ışık ve nurdur. Cenab-ı Hak, “Ben in­sanın sırrıyım, insan Benim sırrım” buyuruyor.


Mevlânâ,


“Dinle neyden kim hikâyet etmede


Ayrılıklardan şikayet etmede”


diyor. Bu ayrılık, Hakk’a özlemden başka nedir? Bu özlemle feryat ediyor insan. Bu susuzluk ancak Hakk’a vuslatla diniyor. Aslında, o bize şah damarımızdan daha yakın. Ama nefsin kesâfetinden farkında değiliz. Göremiyoruz. Onun için Kâinatın Efendisi, “Nefsini bilen, Rabbini bilir.” buyurdular. Bir yol gösterici olmadan nefsimizi nasıl bileceğiz, nasıl Müslüman edeceğiz, nasıl Rabbimizi bileceğiz? O öyle bir adaptör ki, cüz’î ruhu, küllî ruha bağlıyor. Öyle bir mercek ki, daha ferasetle bakmayı temin ediyor. Büyük Yunus bir mısraında, “Yunus bir haber verir, işidenler şâd olur.” diyor. Şâd olamıyorsak, kabahat bizdedir. Mânâ lezzetini tatmadan insan nasıl şâd olabilir? Sevgili ile beraber olmadan mutluluk mümkün olur mu? Mü’min demek aynaya bakan, aynada sevgilisini gören de­mektir. Bütün kâinat, O’ndan bir nişâne değil mi?


Kemal, Yaratan’ın yarattığından zevk alma halidir, kendini bilmektir, muhabbetin eseridir. Göz kendine değil, dışarıya bakar. Kâmil, olgun, ârif insan Hakk’ın idrakine varmış kişidir. O, cüzlerden kül’ü seyreder. Bütüne varamayan, tevhide ereme­yen, hayattaki sonsuz güzelliği göremez, muhteşem senfoniyi dinleyemez. İnanılmaz güzelliklerle dolu bir yeryüzü cennetinde yaşıyoruz. Ama, görene… Köre ne? Abes sandıklarımız, bizim eksik bakışlarımızdan başka nedir? Unutmayalım, gören göz değil, gönüldür. Yunus, “Şu gözümden gören kimdir?” diye sorar. Gören kim, işiten kim?


Allah, “Ben kulumla görür, kulumla işitirim” buyuruyor. Kulumla koklarım demiyor. Bunu çözmeye çalış. Kur’an-ı Ke­rim’deki “Oku, sen atmadın, O attı” Âyetini düşün. Bunun idrakinde fetihler vardır.


Dünyanın en güçlü tohumunu bile toprağa ekmezsen hiçbir şey vermez. Sen dost ile dost olursan, cümle âlem sana dost olur. Sev ki sevilesin... Tohum verilmeden mahsul alınır mı?


“Ben taşrada arar idim, ol can içinde can imiş...”


Arayan bulur, seven sevilir. Ağaç bile sevgiden çiçek açar. Bedri Rahmi bir şiirinde “İnsan, âlemde insanları sevdiği müddetçe yaşar” diyor. Doğru. Allah sevgisinin ispatı insanları sevmektir. Sevgi, insanın bahtıdır. Yunus “Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni” der. İlâve eder, “Aşk gelicek, cümle eksikler biter”.


Gönül penceresi iyiye, güzele, doğruya, Hakk’a açılmayınca sıkıntı başlar. İki günü birbirine eşit olan ziyandadır. Ne olur, adımlarımız mezara yaklaşmaktan ibaret olmasın. Her zerrede Hakk’ı müşahede edelim. Her sıfatta mevsuf olanın Hak ol­duğunun bilincine ulaşalım. Bilelim ki, varoluşta her şey sev­ginin emrindedir. Aslımızı bulalım, bilelim, olalım diye bu cihana gönderildik. Her zerre vazifelidir. Abes bir şey yoktur. Her şey kendi merkezindedir, kendi rolünü oynamaktadır. Ancak gönül gözü açık olanlar zuhurata tabidirler. Ancak, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri gibi olanlar, “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” diyebilenler, huzuru, mutluluğu, yaşama sevincini duyabilirler, her an bir hâlden başka bir hâle geçerler. Kur’an-ı Kerim’de, Rahman Suresi’nde “Allah, her an yeni bir şe’n üzeredir” buyruluyor. Huzur Allah’a yaklaşmakta, sıkıntı ve mutsuzluk Allah’tan uzaklaşmadadır. Hayatı kapkara görüyor­san bil ki uzaklardasın. Lütfen münakaşa etme. Bin dereden su getirerek kendini kandırma. Nasıl tabiat kanunları varsa, mânâ âleminin de kanunları vardır. Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde,


“Çocuğum dua et geceleri


İnsan uzaklaşabilir Allah’tan”


der. Sen zuhurlar bekliyorsun. Oysa bakmasını öğren. Kâinat kitabını okumaya çalış, insanların alıp verdiği nefes sayısı kadar Allah’a giden yol vardır. Önüne geleni cehenneme gönderen kimse, acaba cehennemin kapısına biletçi mi tayin edildi? Kendi kurtuluşunun müjdesini kimden aldı acaba? Bu boş iddiaları bıraksak da, geliniz desek, geliniz, bir ânımızı imanlı geçirelim. İçinde bulunduğumuz demi yaşamaya bakalım. Bir ilâhi var. Çok beğeniyorum. Zevk alıyorum: “Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem.” Fırsat bu gündür. Dün geçmiş, yarın bilinmiyor. Ama şu anda hayır işleyebilir, kitap okuyabilir, ibadet edebiliriz. Onu değerlendirebiliriz. Sensiz bir zamanı yaşadın mı hiç? Muhammed Nurül Arabi Hazretleri, sohbet sırasında, kazara ağzından “ben” kelimesi çıkarsa, lavaboya gider, tekrar tekrar ağzının içini yıkarmış. Gönül dünyamızı kalaylanmış kap gibi tertemiz, pırıl pırıl yapalım ki, orada nice ziyaretçi göre­bilelim. Hâne mâmur olmayınca, ziyaretçi gelmez. Yaratılışın hikmeti, Yaratan’ı bilmektir. Dünyada en tatlı şey, Allah aşkıyla gözlerin nemlenmesidir. Ayıpların en büyüğü, insan-ı kâmil hu­zurunda saygısız, edep dışı, incelikten uzak olmaktır.


Sabır ne güzel bir anahtardır. Onun açmadığı, açamadığı hiçbir kilit yoktur. En zor açılan kilit gönül kilididir, onu da açar. Kalp sırlarından haberdar olmayan kimsenin sözü, kalpte yer tutmaz. Sözü ile değil, fiili ile örnek olanlara bağlan. Dert ehline yoldaş ol. Derdini kimseye söyleme. Gözyaşını içine akıt. Yan ama tütme. Şu gökkubbenin altında seni sevecek bir gönül ara. Yok deme, muhakkak vardır. Kalp yarasına canan sözünden başka ilaç yoktur. Nafile dolaşma. İnsanı insan eden yine in­sandır. Bunu unutma. Bu dünya sahnesinde darılan değil, da­yanan kazanır, çektiklerimiz, maruz kaldıklarımız hep bizim iyiliğimiz içindir. Kalp temizliği, gönül sâfiyeti kitap okumakla kazanılmaz. Mümin müminin aynasıdır buyruluyor. Zira insan kendi kendini lâyığı ile göremez. Bir gönül sahibi ile, bir Allah dostu ile dost ol ki, onda kendini göresin. Müslümanlar Mek­ke’ye girdikleri zaman Resulü Ekrem önce Kâbe’ye gitti. Putları kırdı. Sen de kafandaki putlar gibi bir gül yüzlü tarafından kırılırken, tahammül et. Dayan. Dişini sık. Öl ki diri olasın. Ölmeden önce, gönlünü saran putlardan, nefsin azgınlıkla­rından kurtul ki, gerçek hayata, ebedî güzelliğe ulaşasın... Bu garip vücudunda mahzun yaşama. Dipdiri, cıvıl cıvıl ol, sevgiliyi gören göz nasıl neşe ile dolarsa, içi içine sığmazsa sen de öyle ol...


Hiç korkma, endişe etme, Allah için çarpan kalbi bir gün açarlar. Kimseyle oturup tartışma. Aşk yolunda tartışma yoktur. Sadece edep, incelik, efendilik vardır.


“Hak şerleri hayreyler


Zannetme ki gayreyler


Mevlâ görelim neyler


Neylerse güzel eyler...”


Edebi terk eden sırra vakıf olamaz. Sabırda kal. Sabırla taş yakut olur, her murad hasıl olur, çirkinler güzel olur. Sabreden bir gün sevdiğine ulaşır. Seviyoruz, güzelliğimiz bu yüzden, der... Yaşadığı her dakika bir inci dakikası olur. Bir de bakar ki, bütün kirlerden arınmış, bir gül gibi olmuştur. Bazen bundan haberi bile olmaz. Nasıl olacak diye tasalanma. Endişeyi bırak. Rahat ol. Sen kendini çırpınmadan denize bırakırsan o seni taşır. Gece sadece uyumak, istirahat için değildir. Gecenin bir kısmını ibadetle, niyazla, tefekkürle, aşkla geçirirsen, gündüzün renkle, ışıkla, şiirle dolar. O’nun emirlerine teslim ol ki, ruhunda safâ bulasın. Allah diyen, yalnız olmaz. Yürekten, aşk ile Allah diyenin bütün günahları, sonbahar yaprakları gibi dökülür. Allah diyen mahrum olmaz. İnsan kimi severse, onunla beraberdir. Kalbini ve dilini muhafaza eden daima kazanır. İmam Gazali’ye sormuşlar: “Ya imam,” demişler, “Allah’a nasıl vâsıl olalım?” Cevap vermiş: “Her geceni Kadir, her gördüğünü Hızır bil.”


Herkese, her şeye itiraz eden, şikâyetle ömrünü geçiren insanlar, bir yere ulaşamazlar. Yunus, ne güzel söylüyor:


“Kakımak olaydı ger


Muhammed de kakırdı


Vara yoğa kakırsın


Sen derviş olamazsın”


Kakımak; vara yoğa, her şeye, herkese itiraz etmek, burun kıvırmak... Allah cümlemizi esirgesin. Bu durum, nefsin tekme atmasından başka nedir ki? Biz kimseyi denetlemekle, eleş­tirmekle, yargılamakla görevli değiliz. Haddimizi bilelim. Ede­bimizi bilelim. Cenab-ı Hak, Hazret-i Musa’yı, Firavun’u Hakk’a davetle görevlendirir ve buyurur, “Ya Musa, Firavun’la ko­nuşurken, yumuşak ve tatlı söyle…” Üzerinde yıllarca dü­şünmemiz gerek. Biz hüsn-ü zan üzere bulunmakla yüküm­lüyüz. Yunus, “Bir çeşmeden akan su, acı tatlı olmaya” der ve ilâve eder, “Hak’dan gelen şerbeti, içtik Elhamdülillah.” İnşallah, bizlere de nasibolur...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]