subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IX                                                                          Sabri Tandoğan

 

Nüanslar

Allah’a hamd etmeyenler Kıble’yi tanıma kabiliyetini kay­betmiştir. Şükürden uzak insanlar, hiçbir zaman hayatta mutlu ve huzurlu olamazlar. Mânâ âlemine giden yolun kapısı hamd ve şükürle açılır. Oradan geçmeden hiçbir yere varılamaz. Hamd ve cömertlik, dünyaya uzanmış cennet dallarıdır. Bulutla arkadaş olanın, sakanın suyuna ihtiyacı olmaz. Ekmek veriyor diye kimseye boyun eğme. Ekmek Allah’ındır. Edep öğrenmek isteyen kargayı incelesin. Karga bin sene yaşar. Siz hiç çiftleşen karga gördünüz mü? Onun bu hali hep gizlidir. Geceyi zenci gibi görmeyin. Gece bir huridir, kıymetini bilin. Aynanın kadrini dilber bilir. Allah’a sıfat aramayın. Sıfat aramada şüphe vardır. Şüphe, aklın zelzelesidir. Zelzelede insan şaşırır kalır. İbadet, Allah’a yaklaşmak içindir. Oruçta Allah insana yaklaşır. O zaman insan hazreti insan olur. Cenab-ı Hak, “Orucun mükâfatını bizzat Ben vereceğim” buyuruyor. “Ben kuluma şahdamarından daha yakınım” Âyetindeki inceliği çözmeye çalış. Sende gizli olanı sana bildiriyor: “Ben insanın sırrıyım, insan da benim sırrım.” Görünmede hüner yoktur, görünmeyeni görmede hüner vardır. İnsan-ı kâmil, bu dünyada iken ademiyet hamulesi ile görünmek hünerine mazhar olandır. Önce maddî varlığımız ruhun emrine girecek, nefis sahibine bırakılacak. İlâhi emirleri, hükümleri anlama kabiliyeti akılda yoktur. Akıl insana doğru yanlış terazisi olarak verilmiştir ve sınırlıdır. Allah’ın sırlarını ve Allah’ın mâhiyetini tayin ve teşhis edecek hücre insan dima­ğında yoktur. Eğer yalnız akılla mesele halledilseydi, Allah ilâhi vahye mazhar olan peygamberlerini göndermezdi. Âlimler gelir, akılla sorunlar çözülürdü. Bu çok ince nokta nice insanın aya­ğının kaymasına neden oluyor. İlmin yeri ayrı, vahyin yeri ay­rıdır. Vahiy ışığı ile aydınlanmayan gönüller, ebediyen hüsran içinde kalacaklardır. Mânevi güzellikler, yücelikler akıl ile algı­lanamaz, anlaşılamaz. İnsan ruhunun derinindeki itikat cevheri karşısında akıl âciz kalır. Nice batılı bilim adamı, düşünür, fi­lozof, her şeyi aklın sınırları içinde çözümlemek sevdası ile, kendilerini helâke götürürler.


Yanlış anlaşılmasın. Biz akla karşı değiliz. Allah’ın bir ar­mağanıdır akıl. Nurdur, idrakin husulünü temin edendir. Ama her olayı, her durumu akıl ile açıklamaya kalkışmak, ancak ilâhi vahyin ışığı ile aydınlanacak gönül ve mânâ âleminin nice me­selelerini akılla hâl yoluna gitmek, insanın kendine ve çevre­sindekilere yapacağı bir büyük ihanettir. Mânevi incelikleri bil­meden, sezmeden, yaşamadan, mantık ve akıl ile onları zor­lamak, bugüne kadar kime ne kazandırdı? Ziya Paşa, “Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.” derken, olayı ne güzel anlatıyor.


Tevhidin ışığından uzaklaştıkça bir balçığa saplanıyoruz. Öyle bir balçık ki, her gün bizi daha derinlere çekiyor. Ya o, ya öbürü ikilemi, aklın sınırları içinde bütün kâinatı açıklamak hamakati, bizi karanlık uçurumlara götürüyor. Aklın yeri ayrı, gönlün yeri ayrı. Shakespeare, “AkIınızIa gönlünüzün arasına fesat sokmayınız.” diyor. Cebrail Aleyhisselâm, Miraç’ta, bir noktaya geldikten sonra, “Ben buradan daha öteye gidemem, yanarım.” demişti. Biraz düşünelim, acaba o durduğu nokta neresi idi? Neden “yanarım” demişti? İnanma olayı, aklın idrak edemediği, kavrayamadığı meçhulden başlar. Aklın idrak ede­mediği, âciz kaldığı yerde, ilâhi vahyin ışığı yol gösterir. İslâm, gayba inananların dinidir. Bulunduğunuz asrın fen, tecrübe, müşahede ve buluşları ile İslâmiyet’i incelemek ve bu zihniyet ile hakikate varma değil de, bu asrı İslâmî zihniyet ile incelemek gerekir. Kaptan, denizde yol alırken nereye gidiyoruz diye pu­sulaya bakar. Sadece kuru aklın feneriyle İslâm’ı incelemek bizi karaya oturtur. Bütün hayatı, varoluşu, insanı, sadece akılla izaha kalkıp da, güzel bir hayat yaşamış, huzuru ve mutluluğu yakalamış kimse görmedim. Kuşun iki kanadı var; tek kanatla nasıl uçsun. Zavallı insanın bir aklı, bir yüreği var. Ancak onların sentezi ile, aklın ve vahyin beraberliği ile yaşamak bir anlam, bir güzellik, bir ışık ve renk kazanıyor. O zaman bütün kâinatı Muhammedî bir aşkla kucaklıyor, “Sevmek devam eden en güzel huyum.” diyoruz, “Seviyoruz, güzelliğimiz bu yüz­den.” diyoruz.


İnsan en güzel surette yaratılmıştır. Aklın ermediğini akla sokmaya çalışmak, akla hakaret olur. Akıl bize verilen ne güzel bir nimet, ne güzel bir hediyedir. Allah’ın yarattıklarında nice akıl almaz güzellikler, incelikler vardır. Onları algılamaya çalışmak, Yunus gibi, “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.” diye­bilmek, hayret edebilmek, hayran olabilmek ne güzeldir.


Allah, yavaş sesle konuşanları sever. “Sesini Peygamberin sesinden fazla çıkarma.” buyruluyor. Derdini Allah’tan başka kimseye söyleme. Yan ama tütme. Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol. Her şey Hakk’ın takdiri ile cereyan eder. İçini sevgi ile, saygı ile, edep ile doldur. Nefret, tuzlu su içmek gibidir. İçtikçe susuzluğun artar. İnsanı insan eden yine in­sandır. Ama hangi insan? Bulunca kadrini bil. Aynanın kadrini dilber bilir.


Dünya olaylarla doludur. Önemli olan, o olaylar karşısında takınılacak tavırlardır. Aradaki farkı sezemeyenler, küçülürler. Olayların da dili vardır. O dili bilmeyenler çok şey kaybederler. Dağ ne kadar yüce olsa, yol onun üstünden aşar. Hayatımızın her dakikası eşsiz bir mucizedir. Hiçbir zaman yenilenmeyen eşsiz bir mucize. İnsanı Allah’a aşk yaklaştırır. Neyi inleten, ebedî sevgiliye özlemidir. Kalbinizde çözülmemiş her şey için sabırlı olunuz. Bu dünya darılma pazarı değil, dayanma pa­zarıdır. Kırgınlıklar sizin için önemini kaybedinceye kadar, kırıl­maya hazırlanın. Zâhir bâtının, dış için aynasıdır. Hayattan sevgiyi çıkarın, geriye sıfır kalır. İnsan gözden ibarettir. Göz ise dostu gören gözdür. Gerisi posttan ibarettir. Önemli olan bütün insanları dost olarak görebilmektir.


Yol uzun, yük ağırdır. Bu yükle bu yola katlanamazsınız. Yüklerden kurtulunuz. İnsan hayatının anlamı, Allah’a kavuş­makla sonuçlanan bir tekâmül yolculuğudur. En büyük zafer, insanın nefsini ıslah etmesi, Müslüman etmesidir. Nefsi öldür­mek için yola çıkan kimseler, hep hayal kırıklığına uğradılar. Nefis ölmez. Peygamberimiz, “Nefsiniz sizin binek hayva­nınızdır. Ona rıfk ile, yumuşaklıkla muamele ediniz.” bu­yuruyor. Önemli olan nefse karşı da İslâmî edep ve incelikle yaklaşabilmektir. Nefsimizin de bizim üzerimizde hakkı vardır. Bir zat, “Kırk yıldır nefsim ekşi ayran istedi; vermedim.” diyor. Keşke kırk yıl onu sırtında taşıyacağına, bir iki bardak ayran içip meseleyi kapatsaydı. Allah’ın haram etmediğini kendi koydu­ğumuz suni yasaklarla, kendimize haram edince iş mi yaptı­ğımızı sanıyoruz? Unutmayalım, anahtar bir diş fazla olunca kapıyı açmaz. Herkes bir haram, bir yasak getirirse, bunun sonu neye varır? Bir mutasavvıf ne güzel söylemiş:


“Ne yazık, ne yazık,


Herkes çaktı bir kazık…”


Ne olur, biz de o kazığı çakanlardan olmayalım.


Geleceğin bütün çiçekleri, toprağa bugün atacağımız to­humlarda gizlidir. Allah, göklerin ve yerin nurudur. Nefsini bilen, Rabbini bilir. Bir tek kişi, kalbini ve kafasını iyilikler, güzellikler ve mutluluklarla doldurursa, dünyadaki her zerre bundan etkilenir. İnsan, büyük, yüce, sevgiye ve saygıya lâyık bir var­lıktır. Kur’an-ı Kerim’de “İnsana saygı duymayanlar, şeytana mensupturlar.” buyruluyor. Ruhun en çok yokluğunu hissettiği, özlemini duyduğu gıda, sevgidir. Başkalarını sevmek ve dış âleme şefkat beslemek, insanın çok derin, ruhî bir ihtiyacıdır.


Birbirimizi itham etmek için kullandığımız enerjiyi, birbirimizi sevmek, anlamak için kullansak ne güzel olur? Sait Faik, “Her şey bir insanı sevmekle başlar.” diyordu. Önemli olan kendi kendimizle barış ve biliş içinde olmaktır. Bir topluluğun efendisi, o topluluğa en çok hizmet edendir. İbadetin en faydalısı, Resulullah ile sohbettir. Eğer âşık isen, seni inciteni de incitme. Sen çık aradan, kalsın Yaradan… Mutluluk, huzur, safâ ve neşe sâridir. Onlar bütün civarı aydınlatan bir ışık gibi etraflarına nur saçarlar. Her sabah, hayatımızı değiştirmek, iyiye, güzele git­mek için bize yeni bir fırsat verilmektedir. Olgunluk ve kemal, bir günde gelmez, ancak sabırlı çalışma ile, edep ile gelir. Gönül dünyamız kibirden arındıkça, mutluluğun merdivenlerinde yük­selmeğe başlarız. Her tohumun içinde bir orman gizlidir. Kö­tülüğe güzel muamele ile karşı koy.


Her doğan günle yeniden doğmalıdır insan. Her gün hayata, varoluşa, insanlara yeniden bakabilmelidir. Olabilir ki, dün fark edemediği bir güzelliği, bir gerçeği bugün fark edebilir. Yunus, “Her dem taze doğarız, bizden kim usanası.” der. Mutluluk, dışımızdaki hayat ile içimizdeki hayat arasında bir âhenk ku­rabilmektir. Yıkmak, herkesin işi olabilir. Yapmak, yalnız gücü ve aklı olanlara mahsustur. Ritim hayatta da vardır ve kosmos ritimden ibarettir. Sevmek, insanî tecrübelerin en yücesidir. Sevgisiz hayat boş ve anlamsızdır. Huzur, sevginin kardeşidir. İç âleminde güzelliği, ışığı, aşkı bulamayanlar sadece şekillerle oyalanır dururlar. Başkaları tarafından sevilmek istiyorsanız, başkalarını seviniz. Aşk, bütün yaratıkların sebebi ve önceliğidir. Hakikati seyretmek isteyen insanın zihni, durgun bir gölün yüzeyi gibi sakin olmalıdır. İnsanın kendine yapacağı en büyük kötülük, kafasını önyargılarla doldurmaktır. Bütün kuramlar, teoriler gridir ama hayatın altın ağacı yeşildir... Körler görmese de yıldızlar vardır.


Kimsenin ayıbını görüp, yüzüne vurma. İyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik, er kişinin kârıdır. İnsanı insan eden yine insandır. İnsanın insana verdiği yakınlığı başka hiçbir şey veremez. Elde edilmesi en güç dostluk, insanın kendi kendisiyle dost olmasıdır. “Yunus bir haber verir, işitenler şâdolur”. Şâd olmuyorsak kabahat bizdedir. Bir zıtlar âbidesi olan insana, kapalı ve kilitli kapısını açacak anahtarı verenler, ona en büyük iyiliği yapmış olurlar. Büyük Yunus, “Neyi sever isen imanın odur.” diyor. Günah, seni Allah’tan perdeleyen şeydir. İçini, dışınla ört. Allah kuluna yetmez mi? İnsanlar huzuru bulmak, sükûna kavuşmak için, deniz aşırı ülkelere seyahate çıkıyorlar. Ama bir şey unutuyorlar. Pijamalarını katlarken, arasına sı­kıntılarını koyduklarını... Bir Tanrı misafirine köylünün verdiği cevap beni hep ürpertti: “Evinde imiş gibi ye. Çekingen olma. Bizim rızkımızı yiyecek değilsin...”


Kanaat gibi hazine olmaz. Her zuhur bir nedene dayanır. Bütün kitaplar, tek bir kitabın daha iyi anlaşılması için okunur. Sabır, her şeye rağmen güzellikleri görebilmek ve göstere­bilmek inceliğidir. Müslüman edep ve denge içinde yaşayan kimsedir.


“Arif isen sende vechullâhı bul


Kande baksan ol güzel Allah’ı bul.”


Uzağa neden gidiyorsun? Hakikat senin içinde. Önemli olan yaşadığımız andır, şimdidir. Orağını salla. Tarlalar biçilecek kadar beyaz. Ne zaman menfi, negatif olursak, menfiyi çekmeye hazırız demektir. Atalarımız ne güzel söylemiş: “Hayır söyle işine, hayır gelsin başına.” Duygularımızla mutlu veya mutsuz oluyoruz. Bizi gelişmiş veya ilkel yapan duygularımızdır. Sade kafayı değil, duyguları da eğitmekle yükümlüyüz. Kâinatı eğer kötü ve karanlık görüyorsak, bunun sebebini kâinattan çok kendimizde aramalıyız.


İki mahkûm hapishanenin penceresinden bakıyorlardı. Biri yerdeki çamurları gördü, tükürdü: “Ne berbat bir gece, yerler vıcık vıcık çamur, Allah kahretsin” dedi. Diğeri başını kaldırdı, gökyüzüne baktı: “Allah’ım ne muhteşem bir gece. Şükürler olsun. Gökte yıldızlar pırıl pırıl.” dedi.


Güzelliklerin en güzeli, ahlâk güzelliğidir. Namaz, kendi özgürlüğünü Allah’ın huzurunda bulmak demektir. Nerede bu­lunursanız bulunun, O, sizinledir. Nereye dönerseniz Allah’ın vechi oradadır. Ya hayır söyle, yahut sus. Bazen sükût, en kudretli sözden daha etkilidir. Hayatta basit, önemsiz hiçbir zerre yoktur. Her işini dikkat, itina ve incelikle yap. Unutma ki, sevgiden bakır altınlaşır. Hayret duygusu, ilmin başlangıcı ve tohumudur. Öğüt vermek kolay, örnek olmak zordur. Sözü ile değil, fiili ile örnek olup, öğüt verene uy. Üç kişi, bir sırrı saklayabilir: Eğer ikisi ölmüşse. Sırrını kimseye açma. Derdini Allah’tan başka kimseye söyleme. Yan ama tütme.


“Bulunmaz dünyada mahrem, sakın fâş etme sırrını.”


Kötülükle mücadele yerine, iyiliği yaşa. Dünyada kötü insan yoktur. İçindeki güzelliği ortaya çıkaramamış insan vardır. Kuş, ancak kendi cinsinden olanla uçar. Önemli olan ne kimseyi incitmek, ne kimseden incinmektir. İncitmek ve incinmek ham ervahın işidir. Ne kimse senden incinsin, ne sen kimseden incin. Bilmem diyen öğrenir, bilirim diyene ne verilir? Helâl lokma ye, gıybet etme, haset etme, Allah’tan başkasına bel bağlama; menzil-i maksuda varırsın. Herkes idrake ulaşamaz. Edebi, ka­naati, sabrı, şükrü, tevâzuu, inceliği olana gider idrak. “Allah’ım, idrakimi arttır.” demek, en güzel dualardan biridir. Ne yazık o kimseye ki, şu madde âlemine gözlerini dört açmış, mânâ âlemine sımsıkı kapamış; Kabe’de doğmuş, puthanede öl­müştür.


Seni sana gösterecek bir ayna ara, kıymetini bil. Ayna olmayınca güzellik olmaz. Dünya senin için yaratıldı. Özünü al, posasını bırak. Âlemin bütün kromozomlarını toplasan bir avuca sığar. Bu âlem Allah’a varma yoludur. Allah’ın rahmetinden ümidini kesme. Zaman, ânın tekrarıdır. Varlığın tadı, andadır. Görebilene her dakika eşsiz bir mucizedir. Madem ki bir daha yenilenmeyecek olan ânı yaşıyoruz, neden onu güzelliklerle doldurmayalım? İnsan içinde ne taşıyorsa, dışında onu bulur. Zerre kadar hayır ve şer muhakkak karşılığını bulacaktır.


O halde ne bekliyoruz?

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]