Sükûtun Şiiriyeti
Mânâ âleminin kapıları geceleri aralanır. El ayak çekilip sessizlik çökünce, duyu organları yepyeni bir canlılık kazanır. Daha derin düşünür, daha güzel hissederiz. Kartallar yalnız gezerler, kargalar sürü halinde... Bütün büyük insanlar, sessizliği ve yalnızlığı seven, az konuşan insanlardır. Çok konuşmak heybeti giderir, vakârı azaltır.
Bir velî zat tanımıştım yıllar önce. Güzeller güzeli bir insandı. Bir toplumda insanların boş ve mânâsız sözlerinden tedirgin olunca, başını önüne eğer, sükût ederdi. Bu hareketi derhal karşı tarafı uyarır, onları hizaya getirirdi. Yüce Peygamberimiz, “Ya hayır söyleyin, yahut susun.” buyuruyor. Bazen cevap vermemek, sükût etmek en güzel cevap oluyor. Kalabalıkta malzeme toplanır, sessizlik ve yalnızlıkta işlenir. İç dışa yansır. İçte ne varsa, dışa vuran da odur. Sessizlik ve nezaket bir kültür, gürültü ve kalabalık ilkelliktir, görgüsüzlüktür. Hâl ve tavrına, duruş ve oturuşuna bakarak bir insan hakkında isabetle hüküm verebiliriz. Asıl nezaket dimağın içten aydınlanması, ruhun bütün vücuda hâkim olmasıdır.
Gevezelik içten fethi engeller, tekâmüle engel olur, etki gücünü azaltır. Sükûta sarılan kurtulur. Kenan Rifai, “Sükût olsun sana tevhid” der. Kurtuluş, diline sahip olmaya bağlıdır. Söz gümüşse, sükût altındır. Sükûttan daha güzel söz söyleyeceksek, ağzımızı açalım.
Sükûtun şiiriyetini yaşamak ne güzeldir. Özdemir Asaf, “Bir kelimeye bin anlam yüklediğim zaman sana sesleneceğim.” der. İnsan düğümü ancak sevgi ile çözülür. Karanlıklarla dolu insan yaşamı ancak sevgi ile aydınlanır. Hep şikâyet, hep eleştiri, yakınma, yargılama. Bunlardan ne kazanıyoruz ki... Karanlıklara küfredeceğimize bir mum ışığı yakabilsek... İnancın temelinde yatan sevgi, saygı ve hoşgörü değil midir? Neden sürekli olarak duygu ile düşüncenin arasına fesat sokuyoruz? Kalbin yeri ayrı, düşüncenin yeri ayrı. Biz kalple çözülecek, duygu ile halledilecek bir soruna kafa ile yaklaşırsak, keza aklın çözeceği alanlara duyguyu karıştırırsak, sonuç hüsran olmaz mı? İnsanı mutlu eden, kendi iç âleminde bir düzen, bir güzellik, bir âhenk kurabilmesi değil midir? Kalbin edebi, sükûttur. Elde edilmesi en güç dostluk, insanın kendi kendisiyle dost olabilmesidir. Gözü yerde olanın gönlü asumana çıkar. Yarının çiçekleri bugün atılan tohumlar değil midir? Ne bekliyoruz? Yaşamanın hüneri her yeni günün güzelliğini görebilmektir.
En büyük, en yüce insan, insanları en çok seven, onlara en çok faydalı olandır. Hayatımız değişerek gelip geçmede, dış hayatımız azalarak akıp gitmede, buna karşılık içimizde bir dünya vücuda gelmektedir. Yunus, yüzyıllarca önce “Bir ben vardır bende, benden içeri.” diyordu.
Önemli olan sevgiyle, saygıyla, edep ve incelikle, hoşgörü ile dünyayı geliştirmek, derinleştirmek, zenginleştirmektir. Güzelliğin kaynağı insanın içindedir. İnsan içinde bulamadığı huzuru hiçbir yerde bulamaz. İç dünyamızın ancak bu sessiz anlarda cevap verebileceği sorulara biz dıştan cevap beklemeye kalkarsak, bu gelişmemize kuvvetle engel olur.
Kapı kapı dolaşma, muratlar sendedir. Kâinatta hiçbir şey kalmadı da sen varoldun. İnsan evrenin özü, gören gözüdür. Ancak kendi kendimiz olduğumuz, kendimizi yaşadığımız zamanlarda gerçek benliğimizle bir ve beraber oluruz. Ne yazık ki, nice insan, kendi iç dünyasında kiracı gibi yaşamakta. Kendinden uzak, özünden uzak, özentiler içinde, bir maymun kopyacılığı ile kendisine ne sunulursa hemen kabullenmekte. Yüzyıllarca önce Yunus ne diyordu: “Bir siz dahi sizde bulun, benim bende bulduğumu.” İnsanoğlu kendinden kaçmak için, neler, neler icat etmekte... Yüzlerce çeşit oyun, kumar çeşidi, içki, sigara, uyuşturucu, fuhuş, sapıklık...
Kendimizden kaçtıkça, uzaklaştıkça daha çok karamsar, kötümser oluyoruz. Kendimize yabancılaştıkça iç dünyamız daha bir kararıyor, iç çatışmalarımız daha bir artıyor.
Ancak fıtratına göre, varoluş kanunlarına göre, Allah’ın ve Resûl’ün ölçülerine göre yaşayanlar, severler, sevilirler, mesut ve bahtiyar olurlar. Bütün evreni renk ve ışık içinde görürler. Yunus gibi, “Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni” diyebilirler.
İnsanoğlu, kendi iç dünyasındaki düğümü çözmeden bir yere varamaz. İnsan sevdikçe varolur, sevdikçe zenginleşir, varlığının bilincine ulaşır. “Sevmek, devam eden en güzel huyum” diyenler huzurun ve mutluluğun kapısını açabilirler. “Nerde sevgi; orda Allah” diyenler hayatın sırrını çözebilirler. Hayatın rengi, ışığı, varoluşun amacı sevgidir. Sevgiden bakır altınlaşır. İşte o zaman Yunus gibi “Her dem taze doğarız. Bizden kim usanası.” denilebilir. Sait Faik “Her şey bir insanı sevmekle başlar.” diyordu. Önemli olan o bir kişide uyanan, başlayan sevgi olayını, denize atılan bir taşın, dalgalar halinde sürekli büyümesi gibi, gittikçe geliştirmek, yeryüzündeki bir kum tanesinden gökteki Samanyolu’na kadar bütün kâinatı, insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle, eşyasıyla, bütün cemâdatı ile Muhammedî bir aşkla kucaklamaktır. “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.” diyebilmektir.
Güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel bir dünyada yaşıyoruz. Keşke mümkün olsa da yeryüzündeki bütün güzel, değerli Allah dostları ile tanışsak, onlarla bir sevgiyi yaşasak, bir güzelliği paylaşsak, bütün değerli kitapları okusak, senfonileri dinlesek ve tabloları içimizde yer edene kadar, rüyalarımıza girecek kadar seyretsek... Bütün varlığımız, bütün hücrelerimiz güzelliklerle dolsa, seviyoruz, güzelliğimiz bu yüzden diyebilsek...
|