subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IX                                                                          Sabri Tandoğan

 

Hayat, Her Şeye Rağmen Yürüyenlerindir

Çağımızın en değerli keman virtüözlerinden biri, bir konser verecektir. Aylarca evvel biletler satılır, tükenir. Kimi dinleyiciler başka ülkelerden, kimileri kıtalararası uzak yerlerden gelmek­tedir. Hiçbir konsere o güne kadar böylesine büyük bir ilgi gösterilmemiştir. Konser günü gelir, vaktinden önce salon dolar. Heyecan son haddinde... Tam zamanında konser başlar. Kısa bir süre sonra hiç umulmayan, beklenilmeyen, son derece üzücü bir olayla karşılaşır dinleyiciler. Herkes donakalır. Yapılan bütün masraflar boşa gitmiş, aylar süren umutlu bekleyiş sona ermiştir. Çünkü kemancının bir teli kopmuştur. Salonu öylesine umutsuz bir hava doldurmuş ki, kimse yerinden kalkacak, kı­pırdayacak kuvvet bulamıyor. Tam bu sırada kemancımız kal­kar, şefe doğru yürür ve “efendim” der, “siz şu anda şu... şu... parçaları çalabilir misiniz?” Şef acı acı gülümser, “neden bunları soruyorsunuz?” der, “artık hepsi bitti. Yapacak bir şey kalmadı.” Kemancımız büyük bir inanç ve cesaretle, şefe “hayır efendim” der, “her şey bitmedi. Eğer siz bu parçaları ezbere çaldı­rabilirseniz, ben kırık kemanımın kalan telleri ile size bunları çalabilirim. Hayat her şeye rağmen yürüyenlerindir.” Şef hayret ve şaşkınlık içinde yerine geçer ve o kadar dinleyicinin endişe, şaşkınlık ve hayranlık duyguları ile konser başlar. İnanılacak gibi değil. O kırık tellerle kemancımız dinleyicilere hayat boyu unutamayacakları nefis bir konser verir. Başarısı bütün tah­minlerin üstünde olmuştur. Aylarca sözü edilir bu konserin, mü­zik tarihine geçer başarısı...


Ben bu olayı okuduğumda, lise sıralarında genç bir öğrenci idim. Yaradılışımdan mıdır nedir, üzücü olaylar karşısında bir billûr hassasiyeti ile kırılır, haftalarca kendime gelemezdim. Bu olayı okuduktan sonra hiç unutmadım. Ne zaman üzülsem, kırılsam onu hatırlar, güç bulurdum. Hayat yolunda bir destek oldu bana. Madem ki, hayat her şeye rağmen yürüyenlerindi, o halde devam... Daha iyiye, daha güzele, daha mükemmele… Üstelik duracak zaman da yoktu. Hayat çılgın bir süratle iler­liyordu. Karşılaştıkları güçlüklerden yılanlara her zaman hayret ederim. En ufak bir engel karşısında mağlup olan, yılgınlık gösterenler hayatı hiç tanımamışlar gibi gelir bana. Gayet tabii yolumuza engeller çıkacak, yürüdüğümüz yerlere dikenli telIer çekilecek, birtakım insanlar güzelim hayatı burnumuzdan ge­tirmek için ne mümkünse yapacaklar. Bütün bunlar olacak. Daha önceleri de oldu. Bundan sonra da olacak. Büyük sınav gününde hazırlıklı olabilmek, oradan başarılı çıkabilmek için bütün bunlara göğüs germemiz gerekmez mi? Varoluşunun nedenlerini düşünen herkes, ister istemez bu sonuçlara varmadı mı? Kırmızı turnusol kağıdı ile yapılan deneyleri hepimiz öğ­rencilik yıllarımızdan hatırlarız. Altının bile ayrı ayrı kıratları vardır. İnsanın öIçüsü de güçlükler, sıkıntılar, çileler içinde çır­pınırken gösterdiği metanet ve dayanma gücüdür. Yılmamak, mağlubiyeti kabul etmemek, zillete razı olmamak, çarpışmak, mücadele etmek, son nefesine kadar daha iyiye, daha güzele, daha mükemmele gidebilmenin aşkı, şevki ve heyecanı içinde olabilmek ne güzeldir. Çünkü hayat her şeye rağmen yürü­yenlerin olacaktır.


Akıllı adamlardan bahsedilirken bir tâbir kullanılır. O derler, düşse bile yerden bir avuç toprak alır da kalkar. Ne kadar severim bu sözü. Ve en çok takdir ettiğim insanlar arasındadır onlar. Evet, bütün gayretlerimize, olağanüstü mücadelemize rağmen, düşsek bile yeniden daha büyük bir umut ve heyecanla yerimizden kalkabilmek, kalkarken bir avuç toprakla beraber doğrulabilmek ne güzeldir. O bir avuç toprak simgesi ne kadar anlamlıdır. Ve neler anlatmaktadır gönül gözü açık olanlara. Mağlubiyetlerden ders alabilmek, herkesin kârı değildir. Mağlup olduğumuz anda psikolojik tedavi mekanizmasını işletip, suçu onun bunun üstüne yıkıp, düzlüğe çıkmaya çalışmak, kendimizi aldatmaktan başka nedir? Başkalarını aldatanların kârları nedir?


Önemli olan, yenildiğimiz, düşüp yıkıldığımız anda bile, on­ların üstüne çıkıp, objektif olarak hatalarım nelerdir, nerelerde kusur ettim, tekerrür etmemesi için neler yapmalıyım diye­bilmektir. Telâfi mekanizmaları ile kendilerini aldatanlar, ömür boyu yerlerinde kalmaya, sürünmeye mahkûm olanlardır. Ve aldanışların en fecisi insanın kendi kendini aldatışıdır.


Bir avuç toprakla kalkanlar, önce mağlubiyetinin sebeplerini araştırıp, sonra bunları ortadan kaldırmanın yollarını sâlim kafa ile arayanlardır.


İnsanların başına ne gelirse, biraz da duygu ile düşünce mekanizmalarını karıştırmaktan gelmektedir. Duygunun yeri ayrı, düşüncenin yeri ayrıdır.


Shakespeare “duygunuzla düşüncenizin arasına fesat sokmayın” derken, bu gerçeği, son derece doğal ve yalın olarak ne güzel belirtmektedir...


Duyguyu inkâr mı ediyorum? Asla. Ama unutmayalım ki, duygu, düşüncenin yerini alınca birey ve toplum olarak birçok üzücü durumlarla karşılaşmak kaçınılmaz olmaktadır. Duyguyla hareket edilecek yerde düşünce ile, düşünce ile hareket edi­lecek yerde duyguları ile hareket edenler, hiç şüpheniz olmasın, kendi felâketlerini kendileri hazırlamaktadır. Sadece bu hususa dikkat etmek, ömür boyu bizleri birçok sıkıntıların kucağına düşmekten kurtarır.


Sağlık, mutluluk ve başarı ile dolu bir hafta dileği ile hepinize ayrı ayrı selâm ve saygılarımı sunuyor, mektuplarınızı bek­liyorum. İlk sohbetimde de söylemiştim. Bu sütunların konusunu siz seçecek, sohbeti mektuplarınızla sizler açacaksınız.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]