subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IX                                                                    Sabri Tandoğan

 

Dayanışmanın Güzelliği

Yıllarca önceydi, Hukuk Fakültesi’nde genç bir öğrenci idim. Merak ettim, insan kelimesi nereden geliyor diye. Uzun uzun araştırdım. Birçok kitaplar karıştırdım. Dil profesörleri ile gö­rüştüm. Sonuç, beni nice yıllar düşündürdü. İnsan kelimesi, üns kökünden geliyordu. Üns, ünsiyet yakınlık kurmak, dostluk, birarada olmak, dayanışmak, bir güzelliği paylaşmak anlam­larını taşıyordu. İnsanoğlu ünsiyetin dışına çıktığı zaman, in­sanlığını da kaybediyordu. Efendim, param var, pulum var, malım mülküm var, tuzum kuru, ben kimseye muhtaç değilim, köşeme çekilip, yalnız yaşayacağım demek, hayatı hiç mi hiç anlamamak demektir. Hiç kimse insanlarla ilgisini kesip, tek başına mes’ut ve bahtiyar yaşayamamıştır. Hepimiz birbirimize muhtacız. Hepimiz adına hayat denilen o muhteşem kompo­zisyonda birer rol sahibiyiz. Ne ki yaratılmıştır, bir varoluş nedeni, bir ilâhi hikmeti vardır. Önemli olan bütün varlığı, tek istisna olmaksızın, insanı ile, hayvanı ile, bitkisi ile, cemâdatı ile Muhammedî bir aşkla kucaklamaktır.


Geçenlerde, kitapçıları geziyordum. Bir kitap gördüm, ismi beni ürpertti. “Paylaşmak ki o en güzel.” Günlerce düşündüm. Sanki bu isim bana, hayatın, varoluşun, insanca ve İslâm’ca yaşamanın özeti gibi geldi. İnsan verebildiği zaman, payla­şabildiği zaman; insan oluşunun, insan yaratılmanın, mahlûkatın en şereflisi olmanın bilincine varıyor. Hayatta dikkat edin, “Rabbenâ hep bana” diyenler, yalnız benim olsun, hep benim olsun diyenler, daimî bir sıkıntı, bunalım, huzursuzluk içinde yaşarlar. Sahip oldukları mallar ve servetler onların içindeki huzursuzluğu daha da büyütür, çoğaltır. Rahmetli babaannem böyleleri için “Onlar hep alma ağacının altında büyümüşlerdir, onlar hep almayı düşünürler, vermek akıllarına bile gelmez.” derdi. Kâinattaki insanların en büyüğü, en güzeli Resulullah Efendimiz “veren el, alan elden hayırlıdır.” buyurur. Yine Fahr-ı Kâinat Efendimiz “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” hadisi şerifinde bütün insanlık için gidilecek yolu ne güzel gösteriyor. Benim tuzum kuru, elâlemden bana ne di­yenler, altta kalanın canı çıksın diyenler, ne kadar zavallı in­sanlardır. Acaba o insanlar hiç düşünüyorlar mı, yarınlar neler getirecek, ya o kuru tuzlar bir gün ıslanırsa ne olacak? Malımız, servetimiz ilelebet devam edecek diye, ellerinde bir garantileri mi var? Allah cümlemize hayırlı, imanlı sonlar nasip etsin. Necip Fazıl bir şiirinde “Sonum varmış, onu düşünsem asıl” der. Hepimiz her an yeni bir sınav içindeyiz. İnsanoğlu, bazen varlıkla, bazen yoklukla denenir. Biz yerde olanlara sevgi, şefkat, merhamet gösterelim ki, yücelerden de aynı duyguları beklemeğe hakkımız olsun. Atalarımız gerek yaşama üslûpları ile, gerek kurdukları vakıflarla sosyal dayanışmanın, insanlığın, efendiliğin en güzel örneklerini göstermişlerdir. Acaba dünyada kuşları bile düşünerek onlar için vakıf kuran başka hangi millet vardır? Mahallenin kedileri, köpekleri, kışın soğukta oturanlar, tabak kıran hizmetçi kızlar bile, bu gönül adamlarının kurdukları vakıflardan nasiplerini almışlardır. İstanbul’da Yeni Cami’nin temizliği için kırk kişiyi görevlendiren insanlar, ne kadar duygulu, ne kadar inançlarına bağlı, ne kadar mübârek insanlardı... Dört kişi Yeni Cami’nin merdivenlerini pırıl pırıl yapmakla görevli idi. Merdivenleri ayna haline getireceklerdi. Dört kişi ezan okun­madan önce halıları gül suyu ile sileceklerdi. Cemaat, kapıdan girerken o misk gibi gülsuyunun serinletici ferahlığını ta içlerinde duyacaklardı.


Akla gelen her konuda insana, hayvana, bitkiye, cemâdata yardım için ecdâdımız nice güzel, erişilmez vakıflar kurmuşlar, içlerinde buldukları Muhammedî aşkı nokta nokta bütün varlığa dağıtmışlardı.


Bugün de yine güzel, faydalı, hayırlı nice vakıflar kurul­makta, insanlara hizmet için en güzel emeklerini, maddî-manevî varlıklarını ortaya koymaktadırlar. Hepsi de birbirinden kıymetli, hayırlı, güzel insanların elele yürüttükleri YOYAV Vakfı en güzel örneklerden biridir. Kurulduğu günden beri, maddî-manevî olan­ca varlığı ile Vakfı destekleyen Melek Hanımefendi, bizlere ve bütün insanlığa ne güzel bir örnektir.


Şu içinde yaşadığımız, adına hayat dediğimiz, yaşamak dediğimiz patırtı gürültü içinde bizler de imkânlarımız, gücümüz nispetinde bu güzelliklere katılsak ne kaybederiz. Unutmayalım, veren el, alan elden daha hayırlıdır. Hayatta kötü ve çirkin insan yoktur. Çeşitli nedenlerle içindeki iyilik ve güzellikleri ortaya çıkaramamış insanlar vardır. Mevlânâ: “Ey kardeş, sen yalnız duyuş ve düşünüşten ibaretsin, geri kalan sadece et ve kemiktir.” diyor.


İsviçre’de ekonomi doktorası yapıp dönen bir okurum, geçen gün ziyaretime geldi. Çeşitli konularda izlenimlerini anlattı. Bir husus var ki, sizlere anlatmak ihtiyacını duydum.


Bu okurumun oturduğu apartmanın karşı dairesinde dört kişilik bir aile var. Anne, baba, kız evlât, erkek evlât. İkisi de öğrenci. Bu aile İngiltere’den gelmiş. Düzen var, nizam var, sulh, sükûn var diye İsviçre’ye yerleşmek istiyorlar. Bir süre sonra İsviçre vatandaşı olmak için resmî makamlara müracaat ediyorlar. Gelen cevap olumsuz. İki çocuğunuz öğrenci, bunlar kalabilirler; ama siz en kısa zamanda İsviçre’yi terk edin diyorlar. Size müsaade etmiyoruz. Sebebini soruyorlar. Gelen cevap çok ilginç, bir o kadar da düşündürücü.


Size çeşitli vakıflardan mektuplar geldi, soruların birine bile cevap vermeden, üç-beş kuruş yardım etmeden hemen çöpe attınız. Gün oldu kimsesiz hastalara yardım vakfından, gün oldu fakir öğrencileri okutma vakfından mektuplar geldi. Sizden sembolik de olsa yardım bekliyorlardı; ama siz ufak bir ilgi bile göstermeden gelen tüm mektupları çöpe attınız. Oysa, bunların hepsi bilgisayara kaydediliyordu. Siz herhalde, kimin haberi olur dediniz, attınız. Bu kadar duygusuz, merhametsiz, şefkatten uzak insanların İsviçre topraklarında yaşamasına müsaade ede­meyiz. Lütfen en kısa zamanda terkedin ülkemizi…


Efendim, okuduğunuz bu satırlar ne radyo, ne televizyon, ne de bir gazete haberi, doğrudan doğruya hayattan alınmış bir kesit. Ve bu olayda duyan, düşünen, hisseden insanlar için nice ibretler var. Hayat dengeler üzerine kurulmuş. Her konuda, her an, her yerde çok dikkatli, çok uyanık, dengede olmamız gerekiyor. Her varlık kâinat kitabının bir kelimesi. Hayat her an yeniden var oluyor. Farkına varılmayan, bizim için yok demektir. Müslüman odur ki, diğer insanlar onun dilinden, elinden, düşüncesinden selâmette olurlar. Gözlerim açık diye, her şeyi gördüğünü mü sanıyorsun? Göz açıp kapayıncaya kadar nefsimizle başbaşa kalmamaya çalışmalıyız. İnsanı hayvandan ve makinadan ayıran, onun düşünceleridir. Kur’an-ı Kerim’de “belhüm adal” diye bir tâbir vardır. Hayvandan daha aşağı demektir. Allah cümlemizi bu duruma düşmekten korusun. Önemli olan aşk ile gelip, kemal ile gitmektir. Kâinatın en büyük sarayı, içi sevgi ile dolu insan kalbidir. İnsan olmak bir sanattır. Elde edilmesi en güç dostluk, insanın kendi kendisiyle dost olabilmesidir. Ancak Allah rızası için birbirlerini sevenler, im­kânları nispetinde verenler, birbirlerine Allah rızası için ellerini uzatanlar memnun, mes’ut ve bahtiyar olurlar. İlle benim de­diğim olacak diyenler, yalnız bende olsun diyenler, ben her­kesten üstünüm diyenler, ebediyen huzurun ve mutluluğun kapısını açamayacaklardır. Bir kalbi kazanmanın en güzel yolu, sevgi, saygı, edep ve iyilik kapısından geçer. “Müslümanların dertleri ile dertlenmeyen, bizden değildir” buyruluyor. Ha­yatın bir ayna olduğunu unutmayalım. Düşüncelerimiz ve dav­ranışlarımız yarın karşılaşacaklarımızın tohumlarıdır. Ne eker­sek onu biçeriz. Bu dünya, darılma pazarı değil, dayanma pa­zarıdır. Acımayana merhamet edilmez. Şükretmemek, nimetin elden gitmesine neden olur. İbadet ederken, iyilik yaparken, paylaşırken duyulamayan huzur, hiçbir yerde bulunamaz.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]