subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IX                                                                    Sabri Tandoğan

 

Hak Geldi Bâtıl Zâil Oldu

Geçen gün alışveriş etmek için Kocatepe Camii’nin altındaki Beğendik çarşısına gitmiştim. Elimde araba, sebze meyve reyonunda, evimin ihtiyaçlarını alıyordum. Bir kimse bağırmaya yakın bir ses tonu ile olmaz efendim diyordu, olmaz böyle şey, rezalet bu. Ne bu çektiğimiz çile. Artık mevsim sebzesi, mevsim meyvesi diye bir şey kalmadı. Her mevsim her şey bulunuyor.


Birden irkildim. Acaba dedim, yanlış mı işitiyorum? Kulak­larıma inanamadım. Biz insanlar için aynı anda dört mevsimin nimetleri önümüze serilmişken, şükredeceğimiz yere, hamdü senâlar edeceğimiz yere nasıl da edep, hayâ, saygı hudut­larının dışına çıkıyorduk. Hayret etmemek mümkün değildi. Bu ve benzeri olayları görmek günümüzde öylesine çoğaldı ki. Hep bir velînin sözlerini hatırlıyorum bu günlerde... İlerdeki günlerde diyordu, öyle durumlara şahit olacağız ki, insanlar fırından yeni çıkmış, nar gibi kızarmış, çıtır çıtır taze ekmek bulacaklar da, utanmadan onun yanına çeşit çeşit katık isteyecekler. Bir, ömürleri bayat, kuru ekmek yemekle geçen o sultanları dü­şünüyorum, bir de önüne geleni beğenmeyen, hor gören, burun kıvıran şimdiki insanları... Allah sonumuzu hayır getirsin. İn­sanların çoğunun ne istediklerini bilmedikleri, nereye gittiklerinin farkında olmadıkları bir garip, bir acayip dünyada yaşıyoruz. İnsanların adına stres dedikleri, sözüm ona bilim adamlarının yazdıkları kitap ve makalelerle her gün biraz daha palaz­landırdıkları o canavar, yüreğimizin üstüne oturmuş, saltanatını sürüyor. Stres aşağı, stres yukarı. Stressiz lâf yok. Her şeye o hâkim. Hani insanın, ne olur stressiz bir bardak su verin, di­yeceği geliyor. Lügat mânâsı zorlanmak demek olan stresin bu kadar hayatımıza egemen oluşu, acaba biraz da bizim stres olayı karşısında yanlış tavır almamızdan mı ileri geliyor? Gayet tabii insanoğlu yaşadığı sürece çeşitli şekillerde denenecek, sınanacak. Biz bu dünyaya yiyip içip, zevk sefâ etmeğe gel­medik ki. Kimi zaman varlıkla, kimi zaman yoklukla denene­ceğiz. Kimi zaman sağlıkla, kimi zaman hastalıkla deneneceğiz. Varoluşun kanunu böyle. Önemli olan, her an imtihanda olu­şumuzun bilinci içinde, dikkatli, uyanık, edepli ve saygılı ola­bilmek... Bir zorlukla karşılaştığımız zaman, hemen isyan et­meyip, saçma sapan konuşmalarla kendimizi kaybetmeyip, Rabbim beni deniyor, sınıyor diyerek, o günkü imkânlarımız ne ise, onun sınırları içinde sorunu çözümlemeye çalışmak, daha akıllıca bir davranış olmaz mı? Neden hep, isteklerimizin ol­masını istiyoruz. Acaba o isteğimiz nefsanî mi, değil mi, ger­çekleşmesi halinde bizi mutluluğa mı, yoksa mutsuzluğa mı götürecek bilemiyoruz. Hayatta öyle durumlar var ki, başlan­gıçta iyi ve güzel görünürken sonu ıstırapla, çileyle bitiyor. Son üç senenin yılbaşı milli piyango talihlilerinin üçünün de hapiste oluşu ne kadar anlamlı ve düşündürücüdür. Bir insana her şey gönlünüzce olsun demek, acaba bir dua mıdır, yoksa beddua mıdır? Mânâ âleminin büyüklerinden bir zat “yoklukla denendik, sabredebildik. Varlıkla denendik, kaybettik” diyor. Önemli olan bir işin hayırla bitmesi, güzellikle sona ermesi. Çevremize ba­kacak olursak, nice örneklerini görürüz. Bu biraz da seçtiğimiz örneklere bağlı değil midir? Öteden beri hayret ederim. Önü­müzde kâinatın efendisi, iki cihan serveri Resulullah Efendimiz varken, bazı kimselerin birtakım kof şöhretlerin peşi sıra git­meleri beni hep şaşırtmıştır, hayretler içinde bırakmıştır. Ürperir, aman Yarabbi derim, gönül gözümüzü Sen aç, gaflet batağında boğulmaktan bizleri Sen koru. Bir atasözü vardır. Arabanın ön tekerleği nereye giderse, arkası da oraya gider, derler. İnsanlar peşi sıra gittikleri kimselere göre bir değer kazanır veya kay­bederler. Fahri Kâinat Efendimiz gerek yaşantısı ile, gerek sözleri ile insanlığa ne güzel bir miras bırakmıştır. Resulullah Efendimizin sünneti seniyesi ve hadisi şerifleri kıyamete kadar, topyekûn insanlığa ne güzel bir rehber, ne mükemmel bir ör­nektir. Peygamber Efendimizin hadisi şeriflerini ve âlemlere rahmet olan mübârek yaşantısını şöyle kenara bırakarak, yalnız falancanın Kur’an çevirisini okuyarak Hakk’a varacaklarını sa­nanlar, nasıl bir gaflet içindeler, bir bilseler. Bir gün etrafı saran toz bulutu dağılınca, kimin atlı, kimin yaya olduğu gün gibi aşikâr olacaktır. Resulullah Efendimizin önderliğini ve rehber­liğini kabul etmeden, yolda yürüdüklerini sananlar bir gün avuç­larını yalayacaklardır. Eğrinin doğrusu, doğrunun eğrisi yine eğridir. Körle yatan, şaşı kalkar. Unutmayalım rüzgar eken, fırtına biçer. Falan yerde profesör olmak, bilmem ne kadar kitap telif etmek, bâtıl yolda yürünüyorsa neye yarar. Fikret “İnan Halûk ezelî bir şifadır aldanmak” der. Aldanışların en acısı, insanın kendi kendini aldatmasıdır. Böyleleri Kâbe’de doğup, puthanede ölen insanlar gibidirler. Kesin olarak söylüyorum, Hazreti Muhammed bilinmeden, rehber ve örnek alınmadan Allah’a varılamaz. Vardıklarını sananlar gaflet, delâlet ve ihanet içindedirler. Âlemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı yüce Peygamberimiz, “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gön­derildim” buyuruyor. Dikkat edin, Kâinatın Efendisi, ben ahlâkı getirdim, benden evvel ahlâk yoktu demiyor. Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim buyuruyor. İslâmiyet’in zuhuru ile beraber, öbür dinler yürürlükten kalkıyor, önemini kaybediyor. Işık gelince karanlık gider. Nur gelince zulmet çekilir. Hak gelince bâtıl zâil olur. Peygamber Efendimizin önderliğini, reh­berliğini kabul etmeyenler ebediyyen hüsran içinde yaşaya­caklardır. Hiçbir zaman zulmetten kurtulamayacaklardır. Son­radan İznik Konsülü tarafından bozulup tahrif edilmemiş hakiki İncil’de, bir gün Resulullah Efendimizin geleceği ve dinin ta­mamlanacağı yazılıdır. Hâl böyle iken, gözü dönmüş, taassup dolu kapkara ruhlar, kandillere katran dökerek kendi ruhlarını huzurdan, mutluluktan, ışıktan ve yaşama sevincinden mahrum bırakmışlardır. Şimdi kendi hüsranlarına yine kendileri ağla­maktadırlar. Fakat o yok olası kibirleri ve gururları gerçeği kabul etmek istememekte, bencilliklerini ve inatlarını sürdürmekte­dirler. Ama onlar istese de istemese de Allah’ın nuru kıyamete kadar devam edecektir. Resulullah Efendimizin elini öpmekten, önünde diz çökmekten, onun rahle-i tedrisinde eğitilmekten kaçanlar, kat kat karanlık dolu ruhları ile şefaatten ebediyyen mahrum kalacaklardır.


Ey yüceler yücesi, ey bütün kâinatın efendisi, ey sevginin, saygının, hoşgörünün, merhametin, incelik ve zarâfetin eri­şilmez örneği Hak Peygamber, seni herkesten, ama herkesten çok seviyoruz, bizi kabul et, şefaatinden mahrum etme.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]