Rıza
Rıza, Cenab-ı Hakk’ın her türlü hükmüne razı olmak, hoşnutluk göstermektir. Rıza en son makamdır, bu makama ulaşan Hakk’a kavuşur. Allah, kaza ve kaderine kim razı olursa, ona mükâfat olarak kendi rızasını ikram eder. İyiliğin en büyüğü, Allah’ın kulundan razı olmasıdır. İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi O’na ibadet etmendir. Zira sen O’nu görmüyorsan bile, o seni görüyor.
Bütün kayıt ve şartlardan, arzu ve isteklerden sıyrılıp çıkmak, Hak’ta fâni olarak, daima Hakk’ı düşünmek, hep namaz-ı daimûn içinde olmak, insanı rıza makamına kadar götürür. Gönlünü ilâhi aşkla yıkayan bir insan, dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilir. Niyetimiz hâlis olursa, yapacağımız hayırlı işler de kolaylaştırılır. Gönül evinin temizlenmesi, Allah’tan başka hiçbir şeyin, gönülde bulunmaması demektir. Malımızın ve evlâdımızın, bu dünya hayatında, bizim için bir imtihan olduğunu unutmamak gerekir. Allah’ın hazinesi sonsuz büyüklüktedir, verecek yer arar, yeter ki insan talip olsun. Dünya bir tarladır. Ne ekersek onu biçeriz. Allah’tan razı olanlar, hüküm ve kazaya itirazda bulunmayı akıllarından bile geçirmezler. Tasavvuf yoluna rıza kapısı denir.
“Güzel âşık cevrimizi çekemezsin demedim mi?
Bu bir rıza lokmasıdır, yiyemezsin demedim mi?”
ilâhisinde rıza makamı ne kadar güzel, ne kadar veciz bir şekilde anlatılır. Kulun Allah’tan, Allah’ın kulundan razı olması, erişilecek makamların en ürpertici olanı değil midir? Bu iş, demirden leblebiyi çiğnemeye benzer. Yenmesi zor bir lokma olduğu için, bu yola rıza lokması denmiştir. Rıza pazarı, tasavvufî yolda her şeyin Allah’ın rızasına bağlı olduğunu bildiren bir sözdür. Her şey rızaya bağlıdır. En büyük edep, Hakk’ın tecellisi karşısında itirazda bulunmamak, şikâyet etmemektir. Yunus Emre bir şiirinde “Bir çeşmeden akan su, acı tatlı olmaya” derken rıza makamını ne güzel anlatıyor. O makama ulaşanlar için nar da hoştur, nur da hoştur. Onlar, bilirler ve inanırlar ki, ikisinin de ayrı ayrı sebepleri ve hikmetleri vardır. Mevlânâ bir şiirinde “Kabul etmem demek ve itiraz etmek bizden gitmiştir. Çünkü, kaybolup giden bir şeyin yerine, ondan çok daha büyük bir karşılık gelmektedir.” diyor. Veliler, Allah’ın takdirine kayıtsız şartsız rıza gösterenler ve ona tevekkül edenlerdir. Kaza ve kader ahkâmına karşı, kalpte isteksizlik, şikâyet ve itiraz başlayınca, sükûnetten uzaklaşınca, telaş başlayınca rızadan da uzaklaşılmış olur. Kulun Allah’tan gelene razı olması, ancak Allah’ın ondan razı olmasına bağlıdır. Eğer Allah kulundan razı ve hoşnut olursa, o vakit kula rıza makamına varmak müyesser olur. Rıza kâmillerin makamıdır. Kul rıza makamında olduğunu anlayabilir mi? Evet anlar. Eğer o Hak’tan gelene gönül hoşluğu içinde, kalben razı ise, Allah da ondan râzıdır.
Bir Kudsi Hadis’te “Ben Allah’ım, benden başka ilâh yoktur. Kim benim belâlarıma sabretmez, nimetlerime şükretmez, kazalarıma râzı olmazsa, Benden başka bir Rab arasın” buyruluyor. Kişi sevdiği ile beraberdir. Amellerin en efdâli, Allah için sevmek, Allah için buğz etmektir. Allah sevgisi, münkiri bir anda mü’min, mü’mini bir anda ârif eder. Muhabbetullah olan kalpten şek ve şüphe zail olur, yerine kâmil iman gelir.
Allah’a yaklaşanların en yüce makamlarından biri olan rıza, muhabbet meyvelerindendir. Üç şey var ki, kul onlarla hem dünyanın, hem âhiretin iyiliklerine ve güzelliklerine kavuşur, belâya sabır, kazaya rıza, bolluk halinde şükür ve dua... Rızanın hakikati Allah’ın takdirine itiraz etmemektir. Allah’ın mü’min için yaptığı her şey, hoşuna gitsin gitmesin, kendisi hakkında hayırlıdır. Râzı olanların yapacağı iş, dilek ve temenniyi bir yana bırakmak, Allah’ın hükmüne ve kazasına râzı olmak ve Allah sevgisini, nefis sevgisine tercih etmektir. Rıza makamını yaşayanlar, Allah’ın râzı olduğuna râzı olurlar, Allah’ın istediğini isterler. Unutmayalım ki, bütün hayırlar rızâdadır. Yapabilirsen râzı ol, yoksa sabret. Bir büyük veli “Ben hiçbir şey seçmem. Allah benim için neyi uygun görmüşse, ben onu severim.” diyor. İşte, gözünde hayat ile ölümün bir olduğu kulun hâli budur. Allah kendisi için bunlardan hangisini seçmişse, ona râzıdır. “Lütfun da hoş, kahrın da hoş” diyebilenler ve bunu yaşantı haline getirebilenler, ne güzel insanlardır. Kur’an-ı Kerim’de, Bakara Sûresi 216’ncı âyette “Bazan sizin beğenmediğiniz şey sizin için hayırlıdır, bazan da sevdiğiniz bir şey sizin için şerdir. Allah sizin için iyi olanı bilir, siz ise bilemezsiniz” buyruluyor. Rızanın özü ve zübdesi, Maide Sûresi 119’uncu, Mücadele Sûresi 22’nci, Beyyine Sûresi 8’inci âyetlerinde “Allah onlardan râzıdır, onlar da Allah’tan râzıdırlar” emri ilâhisi ile belirtilmektedir. Rızaya ulaşan gönüller, ne büyük bir nimet, ne yüce bir kalp sükûnu içinde yaşamaktadırlar. Kur’an-ı Kerim’in Araf Sûresi’nin 114’üncü âyetinde “Ey Musa sana verdiğime râzı ol, ondan başka makam isteme, hâli muhafaza ederek şükredenlerden ol” buyrulmaktadır.
Rıza, kalbin sükûnudur. Allah’ın ahkâmına muvafakattır ve kalbin gözüdür. Rızanın en aşağı derecesi, kulun Allah’tan başka her şeyden tamahının kesilmesidir. Çünkü tamah, rızanın zıddıdır. Kişinin kalbini harap eden, zelil eden, Hak’tan uzaklaştıran, tamahtan daha zararlı ne vardır? Bir Kudsî Hadis’te “Ben ancak rızam için yapılacak işleri kabul ederim” buyruluyor.
Kâinatın Efendisi “Allah bir kulu severse onu dener. Kul sabrederse onu seçer. Râzı olursa tertemiz yapar.” buyuruyor. Allah bizleri de rızaya ulaşan kullarından eylesin. CümIemize iman ile çene kapamayı nasibetsin. Âmin.
|