subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt IX                                                                    Sabri Tandoğan

 

Şikâyet Hastalığı

Peygamberimiz, “Ya hayır söyle, yahut sus.” buyuruyorlar. Acaba içimizde kaç kişi uyguluyor günlük hayatında bu Hadisi, kaç kişi yaşıyor? Ne yazık ki çoğumuzun öğrendiği, sadece bilgi plânında kalıyor. Günlük yaşama geçmiyor. Ben onu okudum, bunu okudum, o kitap bende var. Hep işittiğimiz bu gibi sözler... İyi güzel de, kapağını açıp yemediğin sürece, buzdolabındaki yiyeceklerin sana ne faydası var? Öğrendiğimiz bir bilgi sadece bilgi olarak kaldığı sürece, yaşanmadığı sürece, orada burada caka satmanın, hava basmanın aracı yapıldığı sürece bize yararı ne oluyor? Sadece hiç. Unutmayalım ki, bilgi hamallığı tarih boyunca, hangi topluma, hangi insana ne kazandırmıştır ki, bize de güzellikler getirsin, ışık tutsun. Bazen insanlar gö­rüyorsunuz, maşallah okumadıkları kitap yok. Atıp tutuyorlar, mangalda kül bırakmıyorlar. Günlük yaşamlarına bakıyorsunuz. Evlerden uzak, dışından baktım yeşil türbe, içine girdim tövbe estağfurullah... Kafaları, iç dünyaları karışık, perişan, zavallı. Hayat yolunda nereye gideceklerini, nasıl yürüyeceklerini bil­miyorlar. Kendileri mutsuz, çevrelerini de mutsuz ediyorlar.


Ama bilgi hayat için değil mi? Benim okuduklarım, öğ­rendiklerim, yaşantıma bir renk, bir ışık, bir güzellik, bir düzen ve âhenk getirmiyorsa ne faydası var bana? Hazreti Ömer’e sormuşlar: “Kimin inancına sahip olmak isterdiniz?” Cevap vermiş: “Hani çölde Rabbiyle beraber yaşayan yaşlı kadınlar vardır. Tepeden tırnağa Allah aşkıyla dolu olan, baktıkları her nesnede Allah’ın bir tecellisini gördükleri için ürperen, geceleri pırıl pırıl yıldızlarla dolu gökyüzüne bakarak, Allah’ım ne yü­cesin, ne güzelsin, ne büyüksün diye gözyaşı döken. Çok az şey bilen, ama onları yaşayan, uygulayan çöl kadınları var ya, işte onlar gibi olmak isterdim.”


Hayatını güzel, renkli, ışıklı, dolu dolu yaşayan, yaşama sanatını bilen, Yunus gibi, “Her dem taze doğarız, bizden kim usanası” diyen insanlara her zaman saygı duyar, onları takdir ederim. Ve inanırım ki, güneşin altında böyle pırıl pırıl yaşayan nice insanlar var. Ben şikâyeti, sürekli bir hastalık olarak gö­rüyorum. Her zaman, her yerde, hayattan şikâyet, insanlardan şikâyet, toplumdan şikâyet insanı bir yerde olumsuzluklar yu­mağı haline getiriyor. Bir süre sonra o kimse hayata, varoluşa, insanlara kapkara gözlüklerin arkasından bakmaya başlıyor. Negatif bir insan olup çıkıyor. Peki, kazancı ne oluyor?


Bu kimseler farkında olmadan kendilerindeki yapıcı tarafı da yok ediyorlar. Ortaya sıfırı tüketmiş, edilgen, kırgın, küskün, bazen mütecaviz, saldırgan, küstah bir insan tipi çıkıyor. Çev­remize bakınca nice hayret veren, ürperten, hayran eden gü­zellikleri göremiyorsak, tek gördüğümüz patırtı, gürültü, kala­balık, çirkinlikler ise, niye kabahati kendimizde bulmuyoruz? Eğer mutlu değilsek, güzelliklerden mahrum yaşıyorsak, şâd olamıyorsak, niye biraz da kusuru kendimizde aramıyoruz? Sü­rekli olarak başkalarını suçlama, biraz da kendimizden uzak­laşmak, bir kaçış mekanizması içine girmek olmuyor mu? Unut­mayalım ki, hayatı ne kadar derinden kavrarsak, sezersek, gü­zellikleri ne kadar çok algılarsak, yaşantımız da o kadar zengin, muhtevalı, renkli ve ışıklı olur. Bakılan, bakana bağlı değil midir? Ancak bakmasını bilenler görür. Güzel gören, güzel dü­şünür. Güzel düşünen hayatından zevk alır. Düşünebilmek, gerçek mânâda düşünebilmek için önce sükûnete ihtiyacımız var. Risâlet görevi gelmeden önce, Resulullah Efendimiz, Hira mağarasına çekilir, o muhteşem sessizlik içinde, düşünmeyi, Rabbiyle baş başa kalmayı severdi.


İnsana ve hayata duyulan saygı dikkâtle başlar. Dehâ, dik­kâttir. Dalgın insanlar dünyada pek az şey görürler. Bir kitabı okumanın, bir tabloya bakmanın bile binbir incelikleri vardır. Japon dilinde basit, sıradan, önemsiz gibi kelimeler yoktur. Onların nazarında her şey önemlidir. Hayati öneme hâizdir. Bir mıh bir nalı, bir nal bir atı, bir at yerine göre orduya savaşı kaybettirir. Gözlerim açık diye gördüğünü mü sanıyorsun? An­cak bakmasını bilenler görürler. Yunus, “Gören göz değil, gönüldür.” der. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah her an yeni bir şe’n içindedir” buyruluyor. Şe’n; yapılış, kuruluş, oluşum mânâsın­da. Dünya her an yeniden var oluyor, yeniden yok oluyor. Kara gözlüklerle, takıntılarla, önyargılarla hayata baktığımızda göre­ceğimiz nedir? Yunus, “Göz odur ki Hakk’ı göre.” der. Belirli bir olgunluk, kemal, temizlik, edep sınırına girmeden, o göze nasıl sahip olabiliriz? Bakın topluma, bir tenkit şelâlesi içindeyiz. Tenkit, şikâyet, yakınma, sızlanma. Diyeceksiniz ki, işler yolun­da gitmiyorsa, bozuk düzense, ne yapalım? Peki soruyorum: Bozukluklar böyle mi düzelecek? Durmaksızın, usanmaksızın tenkitler, şikâyetler, sövüp sayma ile elimize ne geçiyor? Hangi bozukluk düzeliyor? Bazıları, efendim, hiç olmazsa deşarj olu­yoruz, diyorlar. Kesinlikle hayır diyorum. Bu tür davranışlar yeni şarjlar getiriyor, farkında değiliz. Bir tek, “Ya hayır söyle, yahut sus” Hadisini uygulayabilsek, yaşayabilsek, durum bütün açık­lığı ile ortaya çıkar. Kayıplarımızın farkına varırız. Ne olur bir­birimizi tenkitten, şikâyetten çok, anlamaya çalışsak. Yaşamak ve sahip olmak, bilmek değildir. Bilmek için, görmek için, an­lamak için, bilinmesi istenen varlığa belli bir açıdan, dikkâtle, edeple, saygıyla, hayret duygusu ile bakmak gerekir. Balık de­nizde yaşar ama, ne denizi bilir, ne kendisini...


Unutmayalım ki, farkına varılmayan, bizim için yok demektir. Gerçek olanla, olması gereken arasında bir denge kurmak gerekir. Bu hiç de kolay bir iş değildir. Gerçekçilik dış âlemin ve insanların kendi özellikleri içinde idrakini gerektirir. Bizler ne yapıyoruz? Hayatı ve insanları kendi görmek istediğimiz gibi görüyoruz. Kafamız kızıyor, başlıyoruz söylenmeye. Hiç iyi adam kalmadı, toplum çürüdü, herkes birbirinden kötü oldu, diyoruz. Verip veriştiriyoruz. Oysa, Resulullah Efendimiz “Kim çıkar da herkes kötü oldu, hiç iyi, temiz insan kalmadı derse, bilin ki nâsın en zavallısı odur.” buyuruyor. “Din kar­deşlerinden birisinin dünya kaygı ve kederlerinden birini gideren kimsenin Allah da kıyamet gününde sıkıntısını giderecektir. Bir Müslümanın bir kusurunu ve ayıbını örtüp gizleyen kimsenin, Allah da kıyamet gününde kusur ve ayıbını örtüp gizleyecektir. “Bir kul, kardeşlerinin yardımında bulundukça, Allah da onun yardımında bulunacaktır.” Hadisi Şerif’ini her gün oku­sak, uygulasak, yaşasak, hayatımız ne kadar güzelleşir.


Ne mutlu o kimselere ki, Allah’tan başka dost edinmez, başkalarının derdini gidermek için elinden geleni yapar, ayıbını örter, yardımına koşar.


Allah ile beraber olanın, başka neye ihtiyacı olur ki?

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]