Hayata Anlam Veren Bir Güzellik: Sohbet
Bir büyük aile düşünün. Dinlenme zamanı, hepsi bir ocağın etrafında biraraya gelmişler; sohbet edip, çaylarını yudumluyorlar... Birbirini seven, sayan, birlikte olmanın mutluluğunu, güzelliğini içlerinde duyan bir aile... İşte ben Zaman Gazetesi’ni böyle düşünüyor, bütün okuyucularını bir büyük ailenin fertleri olarak görüyorum. İnşallah bizler de Pazar günleri gazetenin bu köşesinde biraraya gelip sohbet edeceğiz, sohbetin konularını sizler belirleyeceksiniz. Karşılıklı bir mânâ alışverişi içinde, beraber olmanın güzelliğini yaşayacağız. Bu “Pazar Sohbetleri” köşesine dilediğiniz gibi mektup yazıp, gönlünüzü açıp, sohbete katılabilirsiniz. Unutmayın ki, söyleyenin diline marifet, dinleyenin bakışından gelir…
Sohbet ki; bir zamanlar ibadet kadar yüceltilmiş, ulvileştirilmiş, insanı olduran, erdiren, insanı insan yapan bir kudretken, günümüzde ne yazık ki, pek çok çevrede anlamını, özünü, varoluş nedenini yitirmiş. Bir kuru lâf yığını, bağırıp çağırışın, en çirkin anlamda deşarj olmanın vasıtası haline gelmiş. İşte bizler, Zaman Ailesi mensupları, ona gerçek anlamını verip, birlikteliğin erişilmez hazzını ve mutluluğunu yaşayacağız. Gayret bizden, takdir Allah’tan...
Bugün, isterseniz, sohbetimizin konusu “Sohbet” olsun. Çaylarımızı yudumlarken, sohbet nedir, şartları, kuralları nedir, onu görüşelim... Kabul mü?
Sohbet, varoluşumuzun anlamına uygun olursa bir değeri var, yeri var. Daha iyiye, daha güzele, daha mükemmele gidebilmek için, iki günümüzü birbirinden farklı kılabilmek için, kafamızdaki meçhulleri çözebilmek için, bilmediklerimizi öğrenebilmek için, görüş ufkumuzu genişletebilmek için bir vasıta olursa ne ala... Yoksa zamanı boşa harcamaktan, birbirimize, “aman ne bilgili insan” dedirtebilmek için nefsimizin büsbütün tuzağına düşmekten, kafa şişirmekten başka bir şey değil. Böyle kullanıldığı takdirde sohbet yararlı değil, zararlı bile oluyor. Bilmem diyen öğrenir, bilirim diyene ne verilir... Her şeyi bildiği iddiası ile kasım kasım kasılan, bilgiçlik taslamaktan, ukalâlık yapmaktan zevk alanlar için, sohbet ilerleten değil, insanı gerileten, zaman öldüren bir olay oluyor. Ve insanlar seslerini yükselttikleri nisbette gerçek sohbetten uzaklaşmış oluyorlar. O çevrede hâkim olan yalnız nefsaniyettir. Asap bozulur, sinirler gerilir, kalpler kırılır, dostluğun, sevginin yerini düşmanlık alır. O zaman en iyisi sessizce oradan uzaklaşmak gerekir.
Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Musa’ya, Firavun’la görüşüp, onu Hak yola davet etmesi için görev verilirken, “Yâ Musa, yumuşak ve tatlı söyle” buyrulur. Bu aynı zamanda bütün insanlar için bir emirdir. Firavun’la, onun yolunda gidenlerle konuşurken bile İslâmî edep ve incelikten, zarafetten uzaklaşmamak, kırıcı olmamak... Unutmayalım ki, önemli olan kalp kırmak değil, kazanmaktır. Tatlı, yumuşak, güzel bir ses tonu ile, gerçekleri daha kolay, daha rahat duyururuz. Sesini yükseltmek için el kol hareketleri ile bağıra çağıra konuşmak, alay etmek, küçük düşürmek şimdiye kadar kime ne kazandırmış ki... Bize düşen görev, önce kendimizi sohbete hazırlamak olmalı. Bir şeyler öğrenebilmek, daha zengin, daha temiz bir dünyaya geçebilmek, tâbiri caizse, gönül radyomuzu onun antenlerine ayarlayabilmek. Sevgi dolu, saygı dolu, edep ve incelik dolu bir ruh hâli ile sohbet halkasına katılabilmek... Sükûtumuzla bile, çevreye bir mesaj verebilmek... Edep, incelik, efendilik denince hemen hatıra gelecek bir kişiliğe sahip olabilmek ne güzeldir. “Dinleyen söyleyenden ârif gerek” sözünü unutmamak gerekir.
Bir Japon estetikçisi, “Resim sergisine gitmeden önce, ona hazırlanmak gerekir. Rahat, yumuşak, güzellikleri algılayabilecek bir ruh haline bürünmek... Ruhen ve bedenen temizlenmek; edep ve tevâzu içinde, sessizce sergiye girmek... Ve bir tabloya, bir hükümdarın huzuruna çıkar gibi yaklaşmak, o tablodaki mesajı, estetik güzelliği sezip, kavrayabilmek için, tâbir caizse bütün hücreleri seferber etmek, konsantre olabilmek gerekir…” diyor. Ben, sohbet için de aynı şeyleri düşünürdüm. Sohbet eden bizden çok küçük de olsa, aynı saygı ve edep içinde onu dinlemek ne güzeldir. Belli olmaz, belki yıllardır arayıp arayıp da bulamadığımız bazı hakikatleri, Allah, o anda, o insana söyletebilir. “Söyleyene bakma, söyletene bak” sözü, bu yönden ne kadar anlamlıdır...
Bazen, yıllar süren okuma ile çözülemeyen bazı sorunlar, bir sohbetle aydınlığa kavuşuverir. Bazen, bir ayna olur sohbet insanlara. Orada, o aynada, kendimizi daha yakından, daha gerçekçi olarak görür, hatalarımızı anlar, düzeltme yoluna gideriz. Bazen yaşamın binbir sorunu ile bunalan insanlar, bir sohbetten, pırıl pırıl bir ruh, aydınlık bir kafa ile çıkarlar. Çünkü müşkülleri hallolmuştur. Sıkıntıları gitmiş, yerini sevgi, dostluk ve ışık almıştır. Ve hayatı ışık içinde görmek, daha iyiye, daha güzele varabilmek için kendi kendimize söz vererek o sohbetten çıkmak ne güzeldir. Bu anlamda sohbet, insanı insan eden, yontan, hamlıktan kurtaran bir ibadet gibi değil midir?
Bir büyük zata sorarlar:
“− Efendim, kiminle sohbet edelim, bize bir ölçü verir misiniz?”
− Yavrum, o kimse, sohbetinden ayrıldığın insan veya çevreye dikkat et, eğer içinde iyi, güzel, temiz duygular, düşünceler uyanmışsa, daha iyiye, daha mükemmele varabilmek için kıvılcımlar hissediyorsan o sohbete devam et, yoksa terket onları, onlarda hayır yoktur.” der.
Hepinizi sevgi ve saygı ile kucaklıyor, günlerinizi İslâmî edep, incelik, sessizlik ve verimli çalışmalarla geçirmenizi diIiyorum. Allah’ın selâmı üzerinize olsun…
|