Ramazan ve Oruç
Orucun amacı Allah yakınlığına insanı ulaştırmaktır. Allah’ın çağrısına, yalansız, riyâsız, samimi olarak kendini “veriştir”. Oruç, nefsaniyetin karanlıklarından, ışığa, nura, pırıl pırıl aydınlıklara hicrettir. Oruç, aşktır, niyâzdır, orucun ahlâk ve irade terbiyesi bakımından değeri çok yücedir. Oruç, insana sabrı, tahammülü, beklemeyi öğretir. Orucun bozulması, sakatlanması endişesiyle, nefsin nice arzularından vazgeçilir. Senede bir ay bunun eğitimi yapılır. Bakara Suresinin 183. ayetinde, “Tâ ki günahlardan sakınasınız” deniliyor. Oruç ile aynı zamanda her türlü fenalıktan, kötülükten, nefsin azgınlığından sakınabilmek için, irâdeyi kuvvetlendirmek amacı gözetilmektedir. Oruç insanın ruhunu arıtır, temizler, yüceltir, güzelleştirir ve inceltir; günlük hayatın, çekişmelerin, mücadelelerin, oyunların ve eğlencelerin gölgelendirdiği insan ruhunda müşahede edilen basitliklerden ve bayağılıklardan uzaklaştırır. İslâm’dan önce de, diğer dinlerde oruç emredilmiştir. Oruçla, bedenin ruh üzerindeki baskısı azalmakta, ruhun özgürlüğüne imkân sağlanmaktadır. Cihâdın en üstünü, insanın kendi nefsiyle, ihtirasları ile olan savaştır. Önemli olan Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmaktır, yani onun gibi verici, merhametli, âdil, affedici, ayıpları örtücü, sabırlı olabilmektir.
Bize kötülük edenleri hayatımızın tek sorunu haline getirmemek, onlara aldırış etmemek, yumuşak ve güzel davranmak çok önemli konulardır. İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü güzel davranışla karşıla. Böyle yaparsan, aranızda düşmanlık olan kimse, candan bir dost gibi olur. Buna ancak sabredenler kavuşturulur ve ancak büyük nasibi olan kişiler ona eriştirilir. Eğer seni şeytan dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O her şeyi işiten ve bilendir. (Fusilet 34-35) Onlar öfkelerini yenerler ve insanların kusurlarını affederler. Allah da iyilik sahiplerini sever. (Al-i İmran, 134) Yalan, gıybet, küfür, hiddet orucun mahiyetini zedeler. Akşama kadar aç durmuş olunur. Oruç, insan ruh ve maddesinin ilâhi banyosudur. Beden ve ruh tevhidi oluşmaktadır.
Kur’an-ı Kerim Ramazan ayında, lâhud âleminden inmeye başladı. Peygamberimiz dokuz ramazan oruç tuttu. Oruçlunun ağız kokusu Allah indinde misk gibidir. “Beni anınız, ben de sizi anarım...” kelâmında dikkat buyurun, büyük incelikler vardır. Bir insanın kemâli, yanlışını kabul ve sonra onu tashih etmek, düzeltmekle ölçülür. Yanlışını kabul etmeyende, bile bile yanlışında ayak direyende, hayır yoktur. Karanlığı seçen, aydınlıktan kaçan yarasa ruhlu insanlar için ne denilebilir? Onu herkes kendi lügatçesine göre isimlendirsin. Ramazan, karanlıkların aydınlığa, zulmetin nura dönüştüğü bir mübarek aydır. Bu aydan istifâde etmesini bilenler, bütün yılı değerlendirirler. En küçüğüne varıncaya kadar bütün olaylar, düşünceler, tasavvurlar, hayaller bizi şekillendirir, hayatımıza yön verirler. İslâm’da tesâdüf diye bir kelimenin varlığı yoktur, o sadece lügatlarda vardır, zanlarda vardır. İzâhını yapamadıkları, tahta kurusu kadar akıllarının yetmediği her işe, aklı evvellerin bulduğu, önerdiği ve kullandığı bir kelimedir tesâdüf. İkide bir bu kelimeyi kullanmakla, sadece kendimizi kandırmış oluruz. İlletini, sebebini bilmediğimiz her şeyi, her olayı sözüm ona bu kelime ile izah ettiğimizi sanıyoruz. Ne büyük aldanış...
Münevver, maddî ve mânevî nurlandırılmış demektir. Önemli olan, içimizi, dışımızı pırıl pırıl tertemiz yapabilmek, her gün, her saat, biraz daha iyiye, güzele, doğruya ulaşmaya çalışmaktır. İnsanoğlu öyle hassas, öyle muhteşem bir cihazdır ki, ağzımızdan çıkan her söz, kafamızdaki her düşünce, kalbimizdeki her hayal bizi etkiler, ilerisi için bağlar. Bu nedenle her zaman, her yerde, her durumda hayrı söyleyen, hayrı dinleyen, hayrı düşünen ve hayır işleyen, uygulayan insanlar olmalıyız. Daima menfilikleri söyleyen ve düşünen insanlar, farkına varmadan belâları, dertleri, sıkıntıları üstlerine çekerler. Atalar sözü ne kadar güzeldir. Hayır söyle işine, hayır gelsin başına. Resûlullah Efendimizin, “ya hayır söyle yahut sus” hadis-i şerifinde ne büyük incelikler vardır. Ne olur hepimiz her gün, her sabah yataktan kalkarken bu sözü hatırlasak; gün boyu, evimizde, işyerimizde, dost muhitlerinde bunu yaşayabilsek, uygulayabilsek... İnanın, bir bu hadisi günlük hayatlarına uygulayıp yaşayabilenlerin bütün yaşantılarında gözle görülür, elle tutulur bir değişim başlar, gittikçe güzelleşirler. Sabır ve tevâzu karşısında eğilmeyecek kuvvet yoktur. İnsan büyük bir hazinedir. En büyük güzellikler kendi içimizdedir. Kapı kapı dolaşma, muratlar sendedir. En büyük yolculuk insanın kendinden kendine yaptığı yolculuktur. Hazreti Ali, “Sen kendini küçük bir cisim sanıyorsun, bil ki en büyük hazineler senin içinde gömülüdür”. buyuruyor. Ne olur, kendi kendimiz olabilsek. Gösterişten uzaklaşsak. Olduğumuz gibi görünsek, göründüğümüz gibi olabilsek... Lüzumsuz iddiaları, boş soruları bırakabilsek. Allah’a teslim olabilsek. Ceset ile ruh arasına nefis girmiştir. Nefis kırılmazsa âdemiyet görünmez. Sadece dışlarını süsleyenler, mevki, makam, rütbe ve şöhretle adam olacaklarını sananlar en büyük gaflet, dalâlet, ihanet içindedirler. Kime... Kime karşı, sadece, sadece kendilerine karşı. Ve aldanışların en büyüğü insanın kendi kendini kandırmasıdır. Allah cümlemizi muhafaza buyursun.
İnsanı maddeden mânâya, dıştan içe, zâhirden bâtına, karanlıktan aydınlığa götüren orucun, oruçlu açısından bir de edepleri vardır. Oruçlu bir insan, sabrın, sükûnetin, efendiliğin, vakarın, rahim ve şefkâtin bir sembolü olmalı, çevresinde saygı uyandırabilmelidir. Oruç ve az yemek yemenin hikmeti, mânevî âlem hazinelerinin kilidi gibidir. Gönül pınarları, açlık ve oruç bereketi ile fışkırır. Hay esmasının tecellisi olan insan, bu esmayı errezzak esması ile değil de hay ile beslerse, daima hay olur. Mevlânâ on yedi gün, gece ve gündüz ağzına bir şey koymamış ve on sekizinci gün, “öyle bir hamle yaptım, uçtum, uçtum, hayyi-lâyemuta kavuştum.” demiştir. Bu ince kavuşma yolunu, Hâlik, oruçla mü’minlere hediye ediyor. Oruç hem dinî bir emirdir, hem de güçlüklere katlanma hususunda bir egzersiz, bir tecrübedir. Ramazan ayının mevsimden mevsime değişmesi, ferdi disipline eder. İnsan, sıcak bir yaz mevsiminde de, soğuk kış günlerinde de bir sınavın sorumluluğu içindedir. Bu devamlı değişmenin sağlık üzerinde sayılamayacak kadar çok faydaları vardır. Her gün, belli zamanlarda birkaç öğünü sindirmekle görevli mide için, senelik bir tatil olmaktadır oruç.
Oruç bedensel, maddî faydalarının yanı sıra, asıl mânevî yönüyle bizlere ışık tutmakta, nur vermektedir. Sabır, tahammül, bekleme, dişini sıkabilme hassalarını güçlendirmektedir. Gerek uzvî, gerek mânevî yönüyle oruç, bizleri yetiştiren, olgunlaştıran, güzelleştiren, tekâmüle götüren bir ibâdettir. Ramazanla beraber, bir bereket yağmuru giriyor evlerimize. Nice müslüman, kendi hanesinde bunu yaşıyor, müşahede ediyor. Yılın her ayında aynı masraf yapılan evlerde Ramazanla beraber bir bolluk, bir bereket, bir çoğalma müşahede edilir. Ve gönüllerin yumuşaması, Ramazanın en büyük mucizelerinden biri değil midir? Yunus “Taş gönülden ne biter” der. Ramazanla beraber duygular arınmakta, temizlenmekte, incelmektedir. Daha derin bir anlayış ve hoşgörü hâkim olmaktadır. Oruç ruhu diriltirken, onun bütün kuvvetlerini de diriltmektedir. Gönlü kirlerden, paslardan, tozlardan, kabalıklardan arınmış bir cilâlı ayna haline getirmektedir. Sanki bir yeniden diriliş hamlesidir bu; ki bizi öbür Ramazana kadar salimen götürmektedir. Gören gözler, hisseden kalpler için Ramazan, bizi uyaran, günlük hayatın solduran, bıktıran, öldüren etkilerinden kurtaran bir nur ve ışık çağlayanıdır. Oruçla hem ruhumuz hem bedenimiz yepyeni bir senteze, yepyeni bir dirilişe ulaşmaktadır.
Orucu gerçekten usulüyle, âdâbıyla tutabilen insanlar için, eşya, çevre ve olaylar, insanlar yepyeni bir hüviyete kavuşmaktadır. Ramazanla beraber gönüle giden yoldaki tıkanmalar, bizi mânevî güzelliklerden uzaklaştıran birikintiler, çağın ve toplumun getirdiği tortular uzaklaşmakta, geçitler açılmakta, bir nur çağlayanı, kirleri ve pasları yıkamakta, gönüller arınmakta, berraklaşmakta, aydınlanmaktadır.
Ne olur her günümüz böyle aşk, heyecan, nur ve ışık çağlayanı içinde geçebilse... İçimiz ışısa, aydınlansa, eşyanın zâhiri kadar bâtınını da görebilsek... Sevgimiz bütün insanları, hayvanları, bitkileri, bütün kâinatı içine alacak kadar büyüse... büyüse... Yerdeki bir kum tanesinden gökyüzündeki Samanyolu’na kadar bütün evreni aşkla, inançla, heyecanla kucaklayabilsek... Ve Yunus gibi “Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni...” diyebilsek...
|