Olgun İnsan
Olgunluk, cesetle ruh arasında, madde ile mânâ arasında, iç ile dış arasında kurulan birlik, âhenk ve güzellik demektir. Hayatın, varoluşun amacı, gelişmek, tekâmül etmek, arınmak, temizlenmek ve tam bir İslâmî edep, incelik ve zarafet içinde, teslimiyet denizinde yüzerek, “O senden razı, sen Ondan razı” olarak Rabbine dönebilmektir. Sıkıntı ve dertlere tahammül eden, sabırdaki zevki ve güzelliği duyanlar, olgunluk merdivenine ilk adımı atanlardır. Mütemadiyen hayattan ve insanlardan şikâyet etmek, herkese tepeden bakmak, kimseleri beğenmemek, hiç iyi insan kalmadı demek, hep burnundan solumak, hep asabî, hırçın bir hava içinde olmak, iyi bilelim ki, nefsin firavunluğundan başka bir şey değildir. Allah cümlemizi esirgesin. Katrandan bal sızdığını kim görmüş ki? Şeytan, Allah’tan uzaklığın sırrıdır. Günah, seni Allah’tan perdeleyen her şeydir. Edebe giden yol sükûtla başlar. Toplum olarak o kadar çok konuşuyoruz ki... Hiç birimize faydası olmayan, mâlâyani konuşmalarla, gevezeliklerle günlerimizi tüketiyoruz... Yıllarımızı tüketiyoruz... Ne olur, söz gümüşse, sükût altındır sözünü ilke edinebilsek. Bir insan sadece “Ya hayır söyle, yahut sus” hadisini, günlük hayatında yaşayabilse, inanın mânâ âleminde fetihler olur.
Gül tohumunda, gül kokusu, gül rengi ve gülün erişilmez güzelliği gizlidir; ama onun, içinde gizlenen güzellikleri tezahür ve tecelli ettirebilmesi için de şartların hazır olması gerekir. Toprak gibi, su gibi, güneş gibi... İnsanın içinde de nice güzellikler, yücelikler gizlidir. Bir Kutsî Hadis’te “İnsanda zâhir olduğum kadar hiçbir şeyde zâhir olmadım” buyuruluyor. İnsan bunu duyarak, düşünerek, hissederek, ürpererek okuyabilse, gönül âleminde başka bir haller olur. İnsan yüce bir varlıktır. İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır. İyilik, ahlâk güzelliğidir. İyilik, gönlün huzur bulduğu, kalpte yerleşen şeydir. Kötülük, insana huzursuzluk veren, kalbin sükûnunu bozan, gönül aynasının parlaklığını ve niteliğini gölgeleyen, karartan, lekeleyen hususlardır. Allah insanın gönlünde tecelli eder. Olgun insan, dıştan daha çok içe, şekilden daha çok öze bakan kimsedir. Sözün çoğu, nefsânî olanı, bizi kendi gönlümüzden uzaklaştırır. Gevezelik, gerçeğin yerine kelimeleri koymaktan başka nedir? Sükût, en derin konuşmadır; kalpler, ancak Allah’ı anmakla huzur ve sükûna kavuşurlar; kim ihlâsla Allah’a kırk gün ibadet ederse, onun dilinden hikmet pınarları dökülür. Kuş gibi ol. Bütün gece gönül yumurtası üstüne yat. Bu yumurtadan nice güzellikler zuhura gelir. Âşıkın maşukuna kavuştuğu yerdir secde. Secdede cefa sefaya çevrilir; karanlıklar ışıkla dolar. Gözü yerde olanın gönlü âsumana çıkar. Gönül kazan ki, yaşadığının farkına varasın. İnsanların akıllısı, insanlara kendini sevdirendir. Allah’ı seven, onun yarattıklarını da sever. Yunus, “Yaradılanı hoşgör, Yaradan’dan ötürü” diyor. Ne olur affedici olsak, insanlara yaklaşımımız sevgi dolu, saygı dolu, edep, incelik ve hoşgörülü olsa. Beşer şaşar, derlerdi eskiden büyüklerimiz. İnsanları oldukları gibi kabul etmek gerekir. Mükemmel insan yoktur. Hiç kusursuz olmak, Allah’a mahsus bir sıfattır. Kusursuz dost arayan, ideal insan arayan sonunda yalnız kalır.
Mü’min mü’minin aynasıdır. İnsanların birbirlerini görebilmeleri için, ceseden ve ruhen temiz olmaları gerekir. İşte o zaman. “El Mü’min” esması tecelli eder. Bakmak başka, görmek yine başkadır. Herkes bakar ama göremez. Gören göz değil, gönüldür. “İnsan benim sırrım, ben insanın sırrıyım” sözünü yıllarca düşünmek gerekir. İnsanların yüzüne sevgiyle bakın, suçlarınız affolur. Huzur sevginin kardeşidir. Kötülüğü iyilikle yen. Öğrenmeye, kendimizi yetiştirmeye çalışmadığımız günleri ömürden saymayalım. Hangi kaptan çıkarsa çıksın, hikmeti, bilgiyi almaya çalış. Bütün kötülüklerin, sıkıntıların, bunalımların ana nedeni cehalettir. En büyük iyiliklerden biri de, bir kimsenin tekâmülüne, yetişmesine hizmet edebilmek, ona mânevî mutluluk ve huzuru verebilmektir. Allah hiç kimseye gücünün yetmeyeceğini yüklemez. Kötülüğe iyilikle karşı koyun. Öyle ki, sizi yok etmeye, mahvetmeye gelen, sizde dirilsin. Veren el, alan elden üstündür. İyilik zamanında yapılmalı, ertelenmemelidir. Anlamak hoşgörmektir. Hoşgörü ise, gelişmiş bir kişiliğin yaşam biçimidir.
Allah haddi aşanları sevmez. Cahit Sıtkı, “Sevmek devam eden en güzel huyum...” der. Hayat karşısında alınacak en güzel tavır, insanları sevmek ve onlara faydalı olmaya çalışmaktır. Peşin hükümlü olanlar, hayatta daima kaybederler. İtham etmekten çok, anlamaya, görmeye ve sevmeye hazırlıklı olalım. Şunu unutmayalım ki, bir tek güzel hareket, binlerce güzel sözden daha etkilidir. İnsanların, hele günümüzde güzel örneklere öyle ihtiyacı var ki... Edep, aklın dıştan görünüşüdür. Edep, insanı hayvandan ayıran farktır. İnsandan edebi kaldırırsanız, geriye ne kalır? İnsanı insan eden yine insandır. İnsanın selâmeti dilini tutmasındadır. Kim sükût ederse, kurtulur. Gıybet en kötü sözdür. Kişi dilini korumadıkça, imânın hakikatini bulamaz.
Ayıbın en büyüğü, sende olan ayıpla başkalarında gördüğünü itham etmendir.
Bayram, Allah’a ve nimetlerine isyan ve nankörlük edilmeyen her gündür. Kim içini ıslâh ederse, Allah da onun dışını ıslâh eder. Allah ile işleri güzel olan kimsenin, insanlarla olan işleri de güzel olur. İmân bir güle benzer. Günahlar bu gülü soldurur. Biz, sahip olduklarımızı çok seyrek ama sahip olmadıklarımızı her zaman düşünüyoruz. Sabrı, kanâati ve şükrü unuttuğumuz için bedbin ve karamsar oluyoruz. Hayata baktığımızda etrafımızı kapkara görüyorsak kabahati kendimizde arayalım. Gönül penceremiz pisliklerden temizlendiği zaman bütün kâinatı, renk, ışık ve şiir içinde göreceğiz. Bir gönül dostu, ne güzel söylüyor:
Zorluk ve kıtlıkla denendik sabredebildik.
Bolluk ve refahla denendik sabredemedik.
Hayret makâmı aşk ve irfan makâmıdır. Hz. Muhammed (S.A.V.). “Rabbim, bende sana ait olan hayreti çoğalt” buyurmuştur. Her varlığın bir hududu vardır. İnsanoğlunun gönlünün hududu yoktur.
Büyük Yunus, “Seni deli eden şey, yine sendedir, sende” diyor; ilâve ediyor sonra, “Bir siz dahi sizde bulun, benim bende bulduğumu”. Bütün hakikatler ve güzellikler insanın kendi içindedir. Arayan bulur. Kur’an-ı Kerim’de “Ben size şah damarınızdan daha yakınım” buyuruluyor. Ama görene... Köre ne? Gerçek âşıklar, inançlarını yaşayanlar, söze fazla değer vermeyenlerdir. Söz dışa yöneliktir. Zannederiz ki, söz duygu ve düşüncelerimizi aynen nakleder. Unutmayalım ki, dış, söz, kılık kıyafet çoğu zaman aldatıcıdır. İnancı sadece sözünde olanlar, inancını yaşamayanlar, kendilerini kandırdıklarının farkındalar mı? Gerçekten inanan, içinden gelen ilâhi sesi dinlemek için susar. İnsan susunca O konuşmaya başlar. Sükût gerçek ve en derin konuşmadır. Allah’a ulaşmak için benliğin boşalması ve bu boşluğun yerini O’nun aşkının doldurması gerektir. Bunun için uzun bir nefis terbiyesine ve murakabeye ihtiyaç vardır. Hayat ve ömür kısa... Başkalarıyla didişecek vakit yok... Nefsine ve şeytana uyan kimse daima dışarıya, daima başkalarına bakar, hata ve kusuru, noksanlıkları ve fazlalıkları hep başkalarında arar.
Yunus, böylelerini ne güzel anlatır:
İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır.
Yine Yunus “Hepsinden iyisi bir gönüle girmektir” demiyor mu? İnsan ne ekerse onu biçer. İçimizdeki en büyük güzellik sevgidir. En büyük mâbet insan gönlüdür. Sevgi, ancak saygı ile, edep ile, ihtimam, şefkat ve dikkatle bakıldığında açan nadide bir çiçektir. Sevgi kemâle ulaştığında, insan kesretten kurtulup, vahdete ulaşır. Sevgi aşama aşama gelişmeli, dal budak salmalı, kökleri derinlere gitmeli, insanlarla beraber evrendeki tüm varlıkları kucaklamalıdır. Sait Faik, “Her şey bir insanı sevmekle başlar” der. Denize atılan bir taş gibi, bu bir kişide başlayan sevgi dalga dalga bütün evreni kucaklamalıdır. Bir insanın gönlünü imâr etmek, kâbe yapmak kadar sevaptır. Bu dünyada kimsenin ayıbını yüzüne vurma. Her gün, her saat, her dakika, kalbini ve kafanı arıtmaya, temizlemeye çalış. Yaşamaktan murat budur. Kim, benim günahım yoktur derse, bu günah ona yeter. Seviniz, sevdikçe görecek, sevdikçe bileceksiniz. İnsanı Allah’a götüren yolun kapısı sevgi ile açılır. Sevgisiz geçecek bütün zamanlar israf edilmiş demektir. Sevilmeyen insan kendini ispatlayamaz. Bir şunun farkına varabilsek ne güzel olurdu... Hayatımızın her dakikası eşsiz bir mucizedir. Hiçbir zaman yenilenemeyen bir mucize...
İçimiz sıkılmaya, daralmaya, bunalmaya başladı mı? Dünya dar mı geliyor, bilelim ki, derece derece Allah’tan uzaklaşmaya başlıyoruz demektir.
“Çocuğum dua et geceleri / İnsan uzaklaşabilir Allah’tan” der F.H. Dağlarca. Huzur ancak, “huzurda” olmakla, Allah’la beraber olmakla mümkündür. Allah’tan uzaklaşmakla huzurdan da uzaklaşmış oluruz. Ne olur, dışarıdan sebepler arayarak kendimizi kandırmış olmayalım. Gayet tabii, zaman zaman, çeşitli sınavlar başımızdan geçecek, deneneceğiz, sınanacağız. Büyük Yunus, “Bir çeşmeden akan su, acı tatlı olmaya” der. Bazen cemâl tecellisi, bazen celâl tecellisi... Hastalıklar, yakınlarımızın vefâtı, iftiralar, kara çalmalar, aleyhimizdeki dedikodular, yanlış anlaşılmalar, ekonomik güçlükler v.s... Yalnız burada bir noktayı müsaadenizle belirtmek isterim. İmtihanlar bazen de başka olur. Birdenbire büyük bir servetin, malın mülkün sahibi olmak, büyük bir mevkie yükselmek, hiç hasta olmamak, hiç üzülecek bir durum yaşamamak. Bunlar da imtihandır. Nasıl evinin en basit ihtiyaçlarını karşılayamayan bir aile babası imtihanda ise, paralarının hesabını zor yapan çok zengin bir kimse de imtihandadır.
Belki onun imtihanı daha da ağırdır. Gerçekçi olalım. Bir sınav bilinci içinde olayları karşılamak, bizi Allah’a daha yaklaştırır. Hem de o oranda daha güçlü, daha dayanıklı oluruz. İyice bilinsin ki, hiçbir acı sonsuza dek sürmez. Mutluluk varacağımız bir istasyon değil, bir yürüyüş biçimidir. Bir güzellik, başka güzellikleri de çağırır yanına... İnsanın en büyük başarısı kararlı olmasındadır. Devam eden şey güzeldir. Allah az fakat devamlı ibadetleri daha çok sever. İstikrarsızlık bir insanın kendine yapacağı en büyük kötülüklerden biridir
İyice bilelim ki, bizi en çok geliştiren unsur ıstıraptır. Çile çekmeden, inkisar olmadan, gözyaşı dökmeden tekâmül nasıl olur? Dünyanın en güzel böreğini yapın. Onu fırında pişirmeden, alevler içinde çıtır çıtır bir hale getirmeden nasıl yiyebilirsiniz? Düşünelim ki, bu hayat da bizim için bir fırın gibidir.
Çeşitli inkisarları, ıstırapları tatmadan bir insanı, olgun, kâmil, ince, zarif bir insan olacağını doğrusu düşünemiyorum. Varsa, lütfen gösterin. Bir tohuma dıştan bakınca küçük bir şey gibi görünür. Fakat ondan yeryüzünü kaplayan ormanlar doğar. İnsanın içindeki sır, tohumun içindeki sır gibidir. Bu sır gönülden gönüle intikal eder. Kâmil insan bir âlemdir. O âlemden de Hak görülür. Hak’ka gidilir. Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur ve sükûn bulur. Başka hiçbir şey insanın içindeki büyük boşluğu dolduramaz. Mevlânâ:
“Dinle neyden kim hikâyet etmede
Ayrılıklardan şikâyet etmede” diyor.
İnsanın istekleri sınırsızdır. Elde ettiği şeyden çabuk bıkar. Ancak Allah’a yaklaşmakla insan vehimlerden, kuruntulardan, korkularından kurtulur. İç âlemindeki karanlık ve karışıklıklardan uzaklaşmanın başka yolu yoktur. İnsan benliği, nefsin, egoizmanın dar sınırları içinde kaldıkça, dünyaya da sahip olsa yine mutsuz, yine huzursuz, yine bunalımlar içinde çırpınmaya mahkûm olacaktır. Allah’a hizmet, insanları sevmek, onlara hizmet etmekle mümkün olacaktır. Bütün insanlar bir bedenin hücreleri gibidir. Bir gönül dostu, “sen kim oluyorsun da Allah’ın kulluğuna lâyık gördüğü bir kimseyi, sen kardeşliğe lâyık görmüyorsun” der. Istırap bir rendedir. Fazlalıklarımızı alır. Bazı ıstırapları, noksanlıklarımızı tamamlamak için çekeriz. Asıl bilgi okumayla değil, “hâl” ile elde edilir. Öğrenilenler uygulanmadıkça bir şey ifade etmez. İnsanlar gözleriyle bakar, gönülleriyle görürler.
İnsan aynaya kendi sıfatıyla bakar; güzelliği, çirkinliği, sağlamlığı, sakatlığı kendi sıfatı açısından görür. Şu kâinat da ayna gibidir. Ona da herkes kendi sıfatıyla bakar. Gördüğü sıfatıdır. Kalplerinde sevgi ve hoşgörü olmayan insanlar, her konuda kaba, sert ve kırıcı olurlar.
Önemli olan sevgi ile kalpleri yumuşatmaktır. Yunus bir şiirinde, “Taş gönülden ne biter” diye sorar. Yumuşaklık, edep, incelik ve güzellik insanları gerçeğe, yüceliğe ve Allah’a, sertlik ve kırıcılıktan daha kolay, daha çabuk götürür. Allah, Musa Peygamberi, Firavunu imâna davetle görevlendirdiği zaman bile, “Ya Musa, yumuşak ve tatlı söyle” buyurur.
Birisi İsa Peygambere çok çirkin, kaba bir davranışta bulundu. Hz. İsa, ona çok olgunca davrandı. Yakınları sebebini sordular. Güldü. Ne yapayım dedi, “herkes kendi kesesindekini harcar”.
Divân şiirinin en zarif şâiri Şeyh Gâlip, insana, “kâinatın gözünün bebeği” diyor. İnsanın içindeki güzelliklerin çiçeklenebilmesi için, sessizlik, yalnızlık gerekli unsurlardır. Kalabalıkta ve gürültüde, güzel olan, büyük ve yüce olan, derin ve anlamlı olan bir şey üretilemez. Kalabalık ve gürültü insanı kendinden uzaklaştırır. Akıl fikir bırakmaz. Büyük olan, yüce olan, güzel olan fikirlere, sessizlik ve yalnızlıkta ulaşılır. Düşünebilmek için durmak lâzımdır. İnsanın kendisini kâinatla bir hissetmesi, onu kendi varlığının “dar hendesesinden” kurtarır. Hayatın sonsuz güzelliği ve ihtişamı karşısında insanoğlunun takındığı tavır, yaşadığı hayat, ürperticidir. Tabiat ve dünyaya hapsolan, maddenin ve eşyanın esiri olan insan, sonuçta güzellikle, yücelikle, Allah ile olan bağlarını da koparıyor. Yunus ne güzel özetliyor, “Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı...”. Ahmet Muhip Dranas boşuna söylememiş:
Boşluklarda seni arıyor
Dağ bir yanda, kişi bir yanda
Bir yaralı hayvan bağırıyor
Senden ayrı düşen insanda...
|