İnsan ve Para
Bu yaşa gelinceye kadar pek çok insan tanıdım. Onları çeşitli yönlerden inceledim. Hepsinin kendine göre, iyi olan, güzel olan, değerli olan, temiz ve asil olan yönleri vardı. Tabii bunların yanında hatalı olan, kusurlu olan, noksan veya fazla olan yönleri de... Para karşısındaki davranışları yönünden insanları incelediğimde çok ilginç sonuçlara vardım. Para harcamasını bilen pek az insan vardır. Para karşısında takınılması gereken tavırda nice insan sınıfta kalıyordu. Çünkü para harcamasını bilmek, parasını değerlendirmeyi bilmek pek az insana nasip oluyordu. Onun nedenlerini araştırdım. Parayı kullanmayı öğrenmek bir sonuç oluyordu. Adam gibi yaşamasını bilenler, ancak adam gibi para harcayabiliyordu. Birtakım değerler, meziyetler, güzellikler, incelikler yaşandıktan sonra insanlar adam gibi para harcamasını öğrenebiliyorlardı. İtalyanların bir sözü geldi aklıma. Sen parayı rezil edersen, diyor, bir gün gelir, para da seni rezil eder.
Kimi insanlar gördüm, kıspıs, sanki adamın cebinde akrep var. Canı bir şey almak istiyor, eli gitmiyor cebine. Bir hayır, hasenat yapmak istiyor, yapamıyor. Bir dostuna hediye almak istiyor, alamıyor. Bir açı doyurmak, bir fakiri giydirmek istiyor, yapamıyor. Bir de aksi yönde olanları var. Döküp saçıyor, adam müsrif. Yeri mi, değil mi hiç düşünmeden para harcıyor. Zevk alıyor israftan, döküp saçmaktan. Rahmetli babacığım anlatmıştı. Gençtim, bekârdım diyor. Bir arkadaşımla ev tuttuk, beraber kalıyoruz. O gün maaşımızı aldık. Arkadaşımın âdeti, maaşını daha ilk gün alacaklılara dağıtmak. İkinci gün borç istemek. Mutad veçhile, o gün maaşını alıyor, borçlarını dağıtıyor, kalanını harcıyor. Eve geliyor. Rahmetli babam da bütçe yapıyormuş. Hoşgeldin İrfan kardeşim diyor. Oturuyorlar, çay içip sohbet ediyorlar. Yatma vakti geliyor. Fakat İrfan huzursuz. Rüştü Bey diyor. Ben uyuyamayacağım. Cüzdanda biraz para kalmış, ne yapmalı ki. Vakit de geçti. Dükkânlar kapalı. Ben bu parayı harcayamazsam uyuyamam. Bir çare bul. Rahmetli babam hadi diyor, çıkalım. Belki bir karpuz sergisi görürüz. Kavun karpuz alırız. Çıkıyorlar. Dolaş dolaş, yok. Bir tek sergi göremiyorlar. İrfan, huzursuz, sıkıntılı... Çünkü cebinde biraz para kalmış, o para dürtüyor onu, sıkıntı veriyor, nihayet eve geliyorlar. İrfan yatıyor. Yatıyor ama uyuyamıyor. Rahmetli babam kitap okuyormuş. Bakıyor, biraz sonra İrfan, bir elinde para, bir elinde çakmak çıka geliyor. Parayı yakıyor. Para yanıp kül olunca, İrfan’ın neşesi yerine geliyor, oh diyor, kurtuldum. Şimdi rahatça uyuyabilirim.
Efendim, bu hikâyeyi, babam bir arkadaşına anlatırken dinlediğimde, beş yaşında idim. Aradan bunca yıl geçti. Unutamadım. Ve yaşadığım yıllar içinde buna benzer nice tipler gördüm. Para harcamakla deşarj olanlar var. Para harcamakla bunalımlarından, sıkıntılarından kurtulduklarını, uzaklaştıklarını sananlar var. Para harcayamadıkları, deli deli döküp saçamadıkları için huzursuz olanlar var. Dikkat buyurunuz, bu insanların ortak bir yönleri var. Maddenin esiri olmuşlar. Yoğun bir huzursuzluğu yaşıyorlar. Ne yazık ki, toplum onlara sadece, ama sadece tüketiciliği aşılıyor. Sahip olmak, sadece sahip olmak, hep sahip olmak, daima sahip olmak. Niçin, nereye kadar. Cevabı yok. Çağdaş insan bir tüketim aracı haline getirilmiş. Farkında değil. Yüzyıllar ötesinden büyük Yunus, ne güzel söylemiş: Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı...
Ne garip, çağımız insanı susuz. Hem de nasıl susuz. Susayan insan, su içer değil mi? Hayır, öyle yapmıyor çağdaş insan, susadıkça, su içeceği yere, tuz yalıyor. Tuz yaladıkça susuzluğu büsbütün artıyor. Herhalde bugünün insanı için, ilerde “maddenin kölesi olmuş, esiri olmuş” kimseler denecek...
Kur’an-ı Kerim’de, kalplerin ancak Allah’ı anmakla, Allah’a yaklaşmakla, huzur ve sükûna kavuşacağı bildiriliyor. Evet, huzurlu olmak için “Huzura çıkmak” gerekiyor. Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Çocuğum dua et geceleri/ İnsan uzaklaşabilir Allah’tan...” der. Bizler, içimizde bir sıkıntı, bir darlık, bir bunalım hissettiğimizde, kendi kendimize “Bak, hiç itiraz etme, sebepler sıralama, beni kandıramazsın, sen şu anda Allah’tan uzaksın. Huzurda değilsin, onun için böyle için daralıyor, onun için böyle boğulur gibisin. Derhal bulunduğun nefis katmanlarından uzaklaş. Dön Rabbine. İşte o zaman kurtuluşa erersin. Huzur O’nda... mutluluk O’nda...” diyebilsek... O zaman ortada sorun kalmaz...
Günümüzde her şey, özellikle medya, insanları hep nefis bataklığına götürüyor. Radyo, televizyon, gazeteler, dergiler, dedikodu ile başlayıp, dedikodu ile biten sözüm ona sohbetler, toplantılar...
Geçenlerde bir televizyon reklâmı seyrettim. Adam, yorgun argın işinden döner. Kadında bir çehre, bir surat, yüzünden düşen bin parça. Adam sebebini sorar. Kadın, yok bir şey der. Israr eder. Nihayet kadının dili çözülür. Tabii der, yüzüm gülmüyor. Sen bana filânca marka çamaşır makinesini almadıkça, yüzüm hiç gülmeyecek. Ne zaman o makine gelirse hayatım bir anlam, bir güzellik kazanacak...
Şimdi soruyorum. Bundan âlâ esaret, kölelik olur mu? Birçok ailede tek konu, arsa, apartman, otomobil, mark, dolar, sterlin... Çocuklar biteviye bunları işiterek büyüyor, yetişiyor. Bir yerde açık konuşalım, para put haline geliyor. Sanki hayatın tek ilgi konusu para imiş gibi bir tavır takınılıyor. Peki, parayı düşünmeyelim mi? Öyle bir söz söylemedim. Ama hayatta her şeyin ayrı ayrı yerini bilelim. Evet, nâmerde muhtaç olmamak için, alnımızın akıyla yaşayabilmek için, ihtiyaçlarımızı giderebilmek için, paraya da, eşyaya da lüzum vardır. Ama o kadar. Çorbanın tuzu gibi, çayın şekeri gibi. Tuz fazla gelince, çorba içilmez; zehir gibi olur. Elbette insan gelirine giderine göre bütçesini yapacak. Ayağını yorganına göre uzatacak. Ama her gün, her saat para hesabı yapılıyorsa, ortada bir dengesizlik var demektir. Ve ihtiyaca göre para harcamak bir sanattır, bir meziyettir, hatta adamlığın ölçülerinden biridir. Gerektiği yerde, gerektiği kadar hiç çekinmeden harcamak, ama gerekmediği yerde de en küçük para birimini bile israf etmemek. Cebimde bol param var diye, elektriği israf etmek, suyu israf etmek, ekmeği çöpe atmak herhalde insanlık değildir.
Resûlullah Efendimizin, “Dere kenarında abdest alırken bile suyu israf etmeden kullanınız” mealindeki hadislerinde ne büyük bir gerçeklik gizlidir. Dere suyu akabilir. Ama önemli olan, bizim o tasarruf terbiyesiyle yetişebilmemizdir. Sel her zaman kütük getirmez derler. Doğru, yarınların neler getireceğini hiç birimiz bilmiyoruz. Ama biz, bugünden tasarruf terbiyesiyle yetişirsek, yarın dar zamanlar gelirse, fazla sıkılmayız. Eşyaya tasarruf, başlı başına bir ilim, eğitim, edep ve görgüyü gerektirir. Zâlim, sadece vuran, kıran, öldüren demek değildir. Eşyayı hor gören, hor kullanan, kıymetini bilmeyen, ona gereken ihtimamı, sevgiyi, saygıyı göstermeyen de zâlimdir. Efendim, eşya sevgiden, saygıdan, ihtimamdan anlar mı diyenler çıkıyor. Evet anlar, bal gibi anlar, itiraz eden çıkarsa, buyursun gelsin. Bazı hususları onun kulağına özel olarak söyleyeyim. Eskiden mânâ yolunun yolcuları kış günü eve geldiklerinde paltolarının yakalarını öperlermiş, su içmeden su bardağını öperlermiş. Sabah kalktıklarında, bütün gece başlarını dinlendiren, onlara huzur, mutluluk ve güzellik veren yastıklarını öperlermiş. Bunlarda, insanı arınmaya, temizlenmeye götüren çok anlamlı, çok ince ipuçları vardır. Hissedip, yaşayabilenlere ne mutlu...
|