Yaşama San’atı
Her sabah hayatımızı değiştirmek için bize yeni bir fırsat doğmaktadır. Hep karanlık görülen, hep şikâyet edilen hayat kime ne kazandırmıştır ki... Olgun ve gelişmiş insan, yavaş yavaş şikâyet ikliminden ayrılır. Hayatı olduğu gibi görmeye ve kabul etmeye doğru gider. Yavaş yavaş hayrı konuşan, yayan ve yaşayan bir insan olur. Önemli olan hayatın kabuğundan özüne doğru inebilmektir. Burada san’at eserleri bize çok faydalı olur. Gerçek san’at eserlerinde biz varlığın özü ile temasa geçeriz. Nasıl çeşitli san’at eserleri varsa bir de hayat san’atı, yaşama san’atı vardır. Asıl önemli olan, yaşama san’atında usta olabilmektir. Elde edilmesi en güç dostluk, insanın kendi kendisiyle olan dostluğudur.
Güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel bir dünyada yaşıyoruz. Her yer, her köşe, her nokta insanın soluğunu kesecek, insanı hayretler içinde ürpertecek güzellikler, harikulâdeliklerle dolu... Önemli olan sadece gözle bakmak değil, vücudun bütün hücrelerini göz haline getirebilmektir. İnsanoğlu bu noktaya gelince, o zaman hayatın kendisi bütünüyle bir san’at eseri oluyor. Önemli olan hayat kitabını okuyabilmek, lezzet alabilmek, haz duyabilmektir. Asıl büyük san’at, yaşama san’atıdır. Asıl büyük san’atkâr, hayatını en güzel, en faydalı, en dolu şekilde aşk, şevk, heyecan ve vecd içinde yaşayabilen insandır.
Şiir okumak güzeldir, şiir yazmak güzeldir; ama önemli olan bütün hayatımızı bir şiir haline getirebilmek, o şiirin inanılmaz, akıl almaz güzellikteki zevkini ve lezzetini günlük hayatın her ânında duyabilmektir. İşyerinde çalışırken, sokakta yürürken, alışveriş yaparken, bir dostla selâmlaşıp hâl hatır sorarken, yemek yerken, su içerken, ibâdet ederken, okurken, yazarken, yeni alınan bir kitabın, bir derginin sayfalarını okşar gibi açarken, o şiiri yaşayabilmek, tâkat getirilmez bir aşkı yüreğinde duyabilmektir.
İnsan günlük hayatını yaşarken, hayata karşı o kadar dikkatli, o kadar uyanık, o kadar saygılı olmalıdır ki, kendi hayatı bir şiir, bir renk, bir ışık olabilsin...
İnsanları sevmek, onlara saygı duymak, onlara faydalı olabilmeyi bir yaşama ilkesi haline getirebilmek ne yüce bir duygudur. Sait Faik, b>“her şey bir insanı sevmekle başlar” der. Önemli olan, o sevgiyi büyütüp yüceltebilmek, bütün kâinatı içine alacak bir genişliğe ulaştırabilmektir. Gerçek insan, insanların kalbine iyinin ve güzelin tohumlarını ekebilendir... İnsanlara ışık, mutluluk, haz ve güzellik verebilendir. İnsanlara aydınlık getiren, onları karanlıktan kurtarandır. Fazıl Hüsnü Dağlarca, bir şiirinde “ve bir an yaşıyorum, bütün bir ömre bedel” diyor. Bu anları çoğaltmak, hayatın tümünü kapsayacak bir çizgiye getirmek ne güzeldir.
Başrol alamadıkları için kırılan, incinen, küsen öğrencilere büyük rejisör Karl Erbert’in söylediği söz ne kadar anlamlıdır. “Yanılıyorsunuz arkadaşlar, mühim olan hep başrole çıkmak değildir. Kendi rolünü benimsemek, kabullenmek, küçük görmeden, canla başla, heyecanla çalışmaktır. Rolümüz tek kelimelik de olsa, onu öyle güzel, öyle muhteşem telâffuz etmeliyiz ki, aradan yıllar geçse de etkisi kaybolmamalı, devam etmelidir...” Sadece san’atı sevmek de yetmez. İnsan hayatını öyle içten, sıcak, temiz ve güzel yaşamalıdır ki, insanın kendi hayatı bir san’at eseri olmalıdır. Yaşamanın kendisi başlı başına bir mucizedir. Varlık binbir sırla doludur. Yaşamayı, büyük, güzel, ürpertici yapan da budur. “Varlıklarının dar hendesesinden” kurtulup kendilerini kâinatla bir ve beraber hissedenler, mutluluğu, o ele geçmez gibi sanılan cıvıl cıvıl özü bulanlar, iç dünyalarını bütün boyutlarıyla yaşayanlardır. İşte o zaman insan Yunus gibi “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” der ve ilâve eder “Her dem taze doğarız, bizden kim usanası...”
İnsan için en acı şey, kendi hayatında mahpus kalmasıdır. Bu hapishanenin kapısı, sevgi, dostluk ve paylaşmak ile açılır. İşte o kapıyı açanlar “hür maviliğin bittiği son hadde kadar yürüyenlerdir”. Kâinata ve insana bir san’atkâr gözü ile bakanlar, onlarda muhteşem estetik imajlar bulacaklardır. Günlük hayatın küçük engelleri, kırgınlıkları bizi yolumuzdan alıkoymamalıdır. Bilmeliyiz ki, bu dünya darılma pazarı değil, dayanma pazarıdır.
Her şeyi çok güzel ve derin söyleyen Yunus, sevgiyi her biriyle bile olmak diye tarif eder. Kendi kendileriyle dolu olanlarda başkalarına yer yoktur. Onlar kalp ve gönül kapılarını sımsıkı kapamışlardır. Onlar kimse ile “bile olmak” istemezler.
Yunus’un ısrarla belirttiği gibi, insan hayatında önemli olan gönüldür. Gönül çalabın tahtıdır ve dünyaya hükmeden odur. Büyük Ressam Matisse, “görülen her şeye, ilk kez görülüyormuş gibi” bakılmasını ister. “Yaşamın üstünü örten önyargı ve alışkanlık örtüsünün kaldırılmasını” bekler, o zaman der, görülenler “yağmurla yıkanmış, pırıl pırıl olmuş bir dünyanın tazeliğini taşır...”.
Günlük hayatın tek düzeliğinden, sevginin, dostluğun, san’atın ışığı ile kurtulmak ne güzel bir olaydır. O zaman sıkıntılardan, bunalımlardan uzaklaşırız. O zaman insan hayatının en basit, en önemsiz görünen olayları bile büyük bir önem ve güzellik taşırlar... Ve işte o zaman dudaklarımızdan güzel nağmeler, güzel mısralar dökülmeye başlar. “Sevmek devam eden en güzel huyum” deriz. “Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni...” deriz...
|