Yunus Emre ve Sevgi
Yunus, büyük Yunus, yıllar yılı okuya okuya bitiremediğim muhteşem bir kitap oldu benim için; Yunus şiir, Yunus dost, Yunus aşk, Yunus ezelî ve ebedî güzellikleri, sırları ve gerçekleri anlatmakla görevli büyük insan... Çocukluğumdan beri okuyorum, ne derinliğine varabildim, ne güzelliğinin sırrına erebildim. Ama bir gerçek var. Onu bütün varlığımla sevdim. Bir ömür boyu yalnızlığımı paylaştı, dost oldu, arkadaş oldu, sırdaş oldu. Hocam, eğiticim, yol gösterenim oldu.
Ölmek ve dirilmek... Sonra yeniyi bulmak... yeniyi, büyük yeniyi, solmayan rengi, pörsümeyen yeniyi bulmak. Bütün sorun işte burda. İstediğimiz gibi yeni olabilmek için, beğenmediğimiz eski şeyleri, bâki uğruna fâni olanı unutmak gerekmez mi? Hakir, kısır, cılız, isyanla dolu, bunalımlı, sıkıntılı bir hayattan, renk dolu, ışık dolu, aydınlık dolu, sevgi dolu bir hayata geçebilmek... Sonsuz güzelliği, ebedî gerçeği bulabilmek...
Göz hiçbir şeyin özünü göremez. Gerçeği gören, sezen iç varlığımızdır. “Cümle yerde Hak nazır, göz gerektir göresi” diyor büyük Yunus. İç dünyamızı temizlediğimiz, arıttığımız, bencilliğin, nefsaniyetin dar sınırlarından kurtardığımız zaman, bütün kâinatı yerdeki kum tanesinden, gökyüzündeki Samanyolu’na kadar, aşkla, inançla kucakladığımız zaman, gerçekler ve güzellikler bize perde perde açılırlar... O zaman anlarız ki, vücut bir mâbettir. İçinde, sana senden yakın olan vardır. O zaman anlarız ki, başkalarının iyiliği ve mutluluğu, kendi iyilik ve mutluluğumuzla aynıdır. İnsanın gözü aklı kadar görür. İnsanın gerçeğe ve güzelliğe bakan gözleri açılırsa, o zaman her şey olduğundan farklı görülür. Ayna yalnız şekilleri gösterir, gönlün sırlarını göstermez. Kâmil insanın yüzüne bak. O Allah’ın aynasıdır. Yunus “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” diyor. İnsana hayatı çirkin ve kötü gösteren, biraz da kendi kendini, iç dünyasını, duygusal hayatını eğitemeyişidir. Şâd olmuyorsak kabahat bizdedir. Hayatın her ânı, akıl almaz, tâkat getirilmez, binbir güzelliklerle doludur...
Yunus boşuna, “Cümle yerde Hak nazır, göz gerektir göresi” dememiştir. İnsana, tabiata, güzelliklere, hayretle, hayranlıkla “ulu nazarla” bakabilmek, ne muhteşem bir olaydır. Hayret duygusu, insanı tefekküre, bilime ve san’ata götürür.
İnsan, kâinatın en muhtevalı varlığıdır. Şimdiye kadar hiçbir ilim ve san’at onun mânâsını tüketememiştir. Her an ve her insan, yeni ve farklıdır. Yeryüzünde ne kadar insan varsa, o kadar farklı şahsiyet vardır.
Büyük Yunus, “Bir siz dahi sizde görün, benim bende gördüğümü” der. Her insan yaşamın anlamını, kendi kendine bulmak zorundadır. Bunun için de son derece dikkatli ve uyanık, her şeye ilgili, her şeyi gözlemleyen bir insan olmalıyız. Kâinatın ve insanın sırlarına ancak, sürekli, derin, sistemli bir düşünme cehdi ile ulaşılabilir.
Başkalarına ve kendimize yapmış olduğumuz ezâların başlıca sebebi, insan denilen şu meçhulü bilmeyişimiz değil midir? Kendimiz veya başkaları hakkında basmakalıp hüküm vermek, çoğu zaman mutsuzluklarımızın kaynağı olmuyor mu?
Bizler sevginin anlamını keşfetmeli, bir çiçeğin güzellik içinde yaşadığı gibi, sevgiyi yaşamayı öğrenmeliyiz.
Hayatın ve kâinatın mânâsını anladığımız gün, bütün varlık pırıl pırıl aydınlanmış bir mâbet haline gelecektir. Dostluk mutluluğun temelidir. Kimse tek başına ne hakikati bulabilir, ne de mutlu olabilir. Bugün psikologlar, diyalog ve dostluğu bir tedavi metodu olarak kullanıyorlar.
Yunus bir şiirinde, “Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı” der. Maddî kâinattaki hiçbir şey insanın içindeki büyük boşluğu, sonsuz özlemi doyurmuyor. İnsan kendi içinde bir âlemdir. Onda hiçbir varlıkta olmayan bir gönül âlemi vardır. Kâinatın sırrı, belki de insanoğlunun içinde gizlidir. Koca Yunus şiirleriyle işte bunu ortaya koyuyor. Egzistansiyalist filozoflar da aynı fikirden hareket ediyorlar. Dikkatleri insana, insanın iç âlemine çeviriyorlar. Yunus, bütün ömrünü, en iyiyi, en güzeli, en yüceyi, solmayan rengi, pörsümeyen yeniyi ve bozulmayan ahengi arama cehdi içinde geçirdi ve sonunda buldu.
“Ballar balını buldum kovanım yağma olsun” dedi.
Büyük Yunus, “Yaradılanı hoş gör, Yaradan’dan ötürü” diyor. Hoşgörü öyle bir haslettir ki, ona sahip olamadıkça, ne kendimizi, ne başkalarını anlayabilir, ne de mutlu olabiliriz. Bir gün, Etlik’ten otobüsle geliyordum. Arka sırada oturan iki hanım, yüksek sesle aralarında konuşuyorlardı. Biri öbürüne, artık falanca ile konuşmayacağım dedi. Arkadaşı sebebini sorduğunda, bugün onun bir kusurunu gördüm, dedi. Bu söz beni haftalarca düşündürdü. İşte dedim, birçok huzursuzlukların, mutsuzlukların, çekişmelerin kaynağı buradan başlıyor. Çünkü çoğumuz insan gerçeğini bilmiyoruz. İnsan denilen varlığı tanımıyoruz. Kendimize ve başkalarına yaptığımız ezâların asıl sebebi, insanı tanımayıştan doğuyor. Hayatta hiçbir insan kusursuz, ideal, mükemmel değildir, olamaz da. Bu çağda, böyle bir toplumda bunu hayal etmek bile abesle iştigâldir. Ancak hoşgörü ile çevremize ve insanlara baktığımız takdirde, onlardaki değerleri, güzellikleri ve meziyetleri görebiliriz. Ve böylece onlara sevgi ve saygı duyabiliriz. Ve böylece adına hayat dediğimiz, o muhteşem senfoninin sesleri kulağımıza gelmeye başlar.
Güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel bir dünyada yaşıyoruz. Çevremiz, insan güzellikleri, san’at ve tabiat güzellikleri ile dopdolu. Nice san’at eserleri, bize el sallıyorlar, bizi okuyun, görün, işitin diye. Varoluşunuzun bilincine varın diye. Ancak güzellik âlemi ile temasa gelmeye başladıktan sonra hayatımıza renk, ışık, mutluluk ve âhenk gelir. San’at ve doğa güzellikleri, bizi bize yaklaştırır. Bizi bize dost eder. İçimiz düşüncenin ve güzelliğin sıcaklığı, ateşi ile dolar. Doyumsuz zevkler, bütün benliğimizi kuşatır ve Yunus gibi aşkla, mutlulukla, heyecanla, “Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni” diye haykırmak isteriz. İşte o zaman, “İnsan âlemde insanları sevdiği müddetçe yaşar” der, sevmenin, sevilmenin doruğuna varırız. Ve o ruh hali içinde, Büyük Yunus gibi, “Ben gelmedim dava için, benim işim sevi işi, dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim” deriz.
Kâinatı nasıl ısıtan, ışıtan, aydınlatan bir güneş varsa, insanın içinde de, yüreği sımsıcak kavrayan bir sevgi vardır ve sevgi insanın ve kâinatın özüdür. Sevgi her şeydir. Bizler, bu çağın sevgi yoksunu, bunalımlı insanları, neden esirgiyoruz sevgiyi birbirimizden... Yunus Emre’de, “Her biriyle bile olmak” diye bir kavram vardır. Her insanın iç dünyasına girerek onu anlamaya çalışmak, ona sevgi ve saygı göstererek onunla dost olmak. İşte çağımızı kurtaracak formül, sevgi yine sevgi, yine sevgi... Her zaman ve her yerde sevgi, herkese ve her şeye karşı sevgi. Mevlânâ, “Sevgiden bakır altınlaşır” diyor. Yunus, “Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni” diyor. Unutmayalım ki, bu dünya darılma pazarı değil, dayanma pazarıdır ve zafer sabredenlerindir.
Sonsuz bir değişimin içindeyiz. Yaşamın ve varoluşun bütün cıvıltısı, rengi, ışığı, müziği, harikulâdelikleri önümüzde sergileniyor. Her an kâinat yeniden varoluyor. Varoluştaki o çıldırtıcı şiiriyeti duyabilmek, özümleyebilmek ve hayatımızı ona göre kurabilmek ne muhteşem bir olaydır. İşte o zaman insan mesut, bahtiyar ve diğer insanlar için faydalı olur. Bu eşsiz hayat senfonisini bize sunan yüce yaratanımıza karşı her an şükür duygusu içinde oluruz. Sabır, şükür, edep ve tevâzu duyguları bize huzurun, mutluluğun, başarının kapılarını açan, kâinatın altın anahtarlarıdır.
Sözümü Yunus’un bir gün bile dilimden düşürmediğim, bir dua kadar güzel, o muhteşem mısraı ile bitiriyorum.
“Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz”.
|