subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt I                                                                             Sabri Tandoğan

 

Bilmek ve Uygulamak...

Efendim, vaktiyle bir kundura tamircisi yaşarmış küçük bir ilçede. Kendi halinde, sessiz, sâkin, efendi bir insan. Yalnız, kimsesi yok... Çevresinde çok seviliyor, sayılıyor... Derdi olan ona gidiyor. Sıkıntısı olan ona koşuyor. Elinden geldiği kadar o insanlara yardımcı oluyor. Velhâsıl ona giden, dert verip, der­man alıyor. Bir gün münadiler ilçeyi dolaşıp haber verirler. Fi­lanca gün, ülkenin en büyük hadis bilgini filanca câmide ikindi namazından sonra ders verecek diye. Beklenen gün gelir. Na­mazdan sonra herkes heyecan içinde hadis bilgininin söze baş­lamasını bekliyordur. Birden bizim kundura tamircisi ayağa kal­kar. Sükûnetle kapıya doğru yürür, çıkar gider. Herkes hayret içindedir. Bir türlü anlam veremezler. Böyle büyük bir bilgin gel­sin de, sen dinleme, olacak iş mi bu? Her kafadan bir ses çık­maktadır. Nihayet cemaatten biri, arkadaşlar der, biz bu zatın hemen hepimiz pek çok iyiliklerini gördük; gelin, bu boş ko­nuşmaları bırakalım. İçimizden bir grup arkadaş, dersten sonra gitsin, kendisiyle konuşsun. Belki bilmediğimiz bir incelik vardır. Önyargılı olmayalım. Zan ile yakîyn hasıl olmaz, der. Kabul ederler. Ders bittikten sonra birkaç kişi, kundura tamircisini ziya­rete giderler. Sebebini sorarlar. Derin bir iç geçirir. Biraz düşün­ceye dalar ve ah efendim, der. Hiç sormayın. Bundan on yıl önceydi, yine büyük bir hadis bilgini memleketimize geldi. Yine münadiler ilân ettiler. Merakla, heyecanla koştum, dinledim, not aldım. Dersin sonunda, o büyük bilgin, arkadaşlar dedi, size on hadis yazdıracağım. Sizler en kısa zamanda bu hadisleri günlük hayatınızda yaşayıp, uygulayacaksınız. Size emânet bırakıyo­rum. Sonra bizim kundura tamircisi yine bir göğüs geçirir ve “ah efendim, ben nasıl yanmayım. O kadar gayret ettiğim halde, yine de aradan on yıl geçti, o hadisleri istediğim gibi yaşaya­madım. Beni bağışlayın. Şimdi hangi yüzle sayın bilginin karşı­sına geçip, ondan yeni hadisler öğrenmek isteyebilirim?

Efendim, bu anektodu okuyalı aradan otuz yıldan fazla bir zaman geçti. Unutamadım. Ve sürekli üzerinde düşündüm. Ba­na son derece anlamlı geliyor. Hepimizin bu konu üzerinde dü­şünmemiz, sohbet etmemiz gerekiyor. Günümüzde, özellikle son yıllarda bilgisayarların yaşantımıza girmesiyle yepyeni du­rumlar ortaya çıktı. Bilgi bankaları kuruldu. Normal bir ücret kar­şılığında, bir bilgi bankasına üye oluyorsunuz. İstediğiniz za­man, istediğiniz kadar bilgi önünüze anında seriliyor. Hem de ne bilgi... En önemsiz gibi görünen konular, en ince nüanslarına kadar oya gibi işlenmiş, size sunuluyor. Ansiklopediler artık iş­portaya düştü. Bazı gazeteler bile satışlarını artırmak için, pro­mosyon olarak ansiklopedi veriyorlar. Ve her tarafta bilgi yarış­maları... Bir bilgi tutkusu ki günden güne bizleri sarıyor, sarma­lıyor. Kötü mü, hayır, ne münasebet... Çok iyi ama bir şartla. Unutmayalım ki, bilgi gaye değil, vâsıtadır. Hayatta ne zaman amaçlarla araçlar yer değiştirirlerse, bir şeyler anlamını yitiriyor, güzelliğini kaybediyor. Burada müsaadenizle, Resûlullah Efen­dimizin bir hadisini nakletmek isterim. Meâlen “İşe yaramayan, lüzumsuz, fuzuli bilgiden sana sığınırım Ya Rabbi” buyuru­yorlar. Özellikle yarışmalarda görüyoruz. Bilgi adı altında, işe yaramayan, saçma sapan bir sürü teferruat... ayrıntı. Peki, ben hayat yolunda nasıl yürüyeceğimi, bir müşkül, bir sıkıntı, bir so­run karşısında nasıl bir tavır takınılacağını bilmiyorsam, güçlük­ler üst üste gelince allak bullak oluyor, pusulayı şaşırıyorsam, o zaman ne kıymeti kalır o ince ayrıntıların. Evet, bilgi güzel, amenna ama, işe yarar bilgi, hayatta yeri olan bilgi. Bana ışığı, güzeli, doğruyu, hak olanı, haktan yana olanı gösterecek bilgi. Beni dünyada da, ahirette de mutlu edecek, huzurlu edecek, başarılı yapacak bilgi. Yoksa benim kafamı, ipe sapa gelmez, işe yaramaz bilgilerin depo edildiği bir ambar haline getirmek, böyle bir eğitimi vermek, sanırım hayata da, insana da, eğitime de ihanettir. Ve buna hiç kimsenin hakkı yoktur. Beni çokluktan tekliğe, kaostan kosmos’a, kesafetten letafete götüren bilginin bir anlamı, bir derinliği, bir güzelliği vardır. İş, bu karmakarışıklık içinde düzeni kurabilmek, uyumu bulabilmek, güzelliği yaşa­yabilmek ve yaşatabilmektir. Gerisi lâftan, kuru gürültüden iba­rettir.

Bir önemli hatamız da, bir şey okuyunca, işitince, biraz araş­tırma yapınca hemen, efendim, ben onu biliyorum, bunu biliyo­rum diye ortaya çıkmamız oluyor.

Evet, bilgisayardaki bilgi gibi, bizim de kafamızın bir köşe­sinde bazı bilgi kırıntıları olabilir. Ama bu bilmek midir? Bilme olayını kapsar mı? Bildiklerimiz, günlük hayatımızda, iş hayatı­mızda, aile hayatımızda yaşanmadıkça, yaşantıya dönüşme­dikçe acaba ona bilgi denilir mi? Biliyorum diyebilir miyiz? Bir teyp kendine okunanları kaydeder. İstenildiği zamanda bize ve­rir. Peki şimdi biz, teyp o bilgileri biliyor diyebilir miyiz? Bence, insanoğlu da böyle. Bir şeyleri papağan gibi tekrarlıyorsa ama onları yaşamıyorsa, günlük hayatında yaşantıya dönüştürmü­yorsa, sorarım size, o insanın teypten ya da papağandan farkı nedir? Önemli olan “kâl” değil, “hâl”dir. Hâl sahibi olabilmenin bir anlamı vardır. Sadece satırdan okumak yetmez. İnsan bazen de sadırdan okuyabilmelidir. Temiz olan, asil olan, yüce, büyük, gü­zel olan bir tek hareket, yüzlerce yaşanmamış fikirden, düşün­ceden daha anlamlıdır. Bazen, bir anlamlı tebessüm, bir tek güzel söz, bir insanı ölümden döndürebilir. İntiharın eşiğinde olan nice insan, böyle durumlarda, bir bakışla, bir güzel dav­ranışla ölümden dönmüşlerdir. Büyük Yunus “Şu cihan cehen­nemini, yağ ile bal ide bir söz” der. Bir küçük hediye, bir küçük ilgi, bazen yaşama gücünü yitirmiş insanlara yeniden ha­yat verebilir. Onları tekrar mutlu, huzurlu ve başarılı yapabilir. İnsanı insan eden yine insandır. Hayat, yaşamak, varolmak, varoluşun çılgın lezzetini duymak, hiçbir kelimeyle, sözle, kitap­la anlatılmayacak kadar büyük, yüce, muhteşem bir olaydır.

Ve hayat bizzat yaşanan, yaşanması gereken şahsî bir ma­ceradır. Yaşamak bir aşktır, şiirdir. Kimse, kimse adına hayatı yaşayamaz. Bir güzellikle ürperemez. Bir güzel davranışın, bir vermenin, bir paylaşmanın güzelliğini hissedemez. Yunus “Bir siz dahi sizde bulun, benim bende bulduğumu” der. Bizler, bildiğimizi sandığımız hususları, kendi hayatımıza mal edip, kendi yaşantımız içinde aşka, heyecana, şiire, varoluşun daya­nılmaz ürpertisine çeviremezsek, sadece ama sadece papa­ğanlık yapmış oluruz. Aşk ilmin yarısıdır, derler. Ancak, bilgiler uygulandığı zaman değer kazanırlar; ancak bilgiler uygulanıp, yaşanıp, davranışa dönüştükleri zaman vardırlar. Varlıkları is­patlanmış olur. Dostlar, açık konuşalım, bu çağda hiç kimsenin, yaşamadıkları bilgileri bozuk plâk gibi tekrarlayan insanlara sev­gi, saygı, hayranlık duydukları görülmemiştir. Bu çağın insan­larının bilgiye karnı tok. Davranış istiyorlar. Yoksa, onun kendi bilgisinin kendine hayrı yok, kendi söylediğini kendi uygula­mıyor, geç onu, palavracının biridir o diyorlar. Bu çağın insan­larının, sözüyle değil, özüyle, parlak nutukları ile değil, güzel, samimi, içten davranışları ile örnek olacak insanlara ihtiyacı var. Sözü ile değil, fiili ile örnek olanlar insanları etkileyebilirler. On­ları iyiye, doğruya, güzele götürebilirler. Onlara yepyeni bir dün­yanın renk dolu, ışık dolu, şiir dolu, aşk dolu kapısını açabilirler. Ve ancak onların Yunus gibi “Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni” demeye hakları vardır. Evet, sevelim, sevi­lelim, dünya kimseye kalmaz.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]