Yüklerden Kurtulmak
Senelerce evveldi. Başkan Kennedy Texas’ta vurulduğu zaman, ceketinin cebinden bir kağıt çıkmıştı. Bu O’nun Texas’ta söyleyeceği nutkun metni idi. Metnin sonu, Kennedy’nin İshak Peygamberden bir alıntısı ile bitiyordu. Okuyunca çok heyecanlandım. Aradan uzun seneler geçti. Unutamadım. Hatırımda kaldığı kadarıyla şöyle bitiyordu konuşma: “Yol uzun, yük ağırdır. Bu yükle bu yola katlanamazsınız. Yüklerden kurtulunuz...” Hep tekrar ederim içimden. O sözün güzelliği, şiiriyeti, büyüklüğü beni yıllardır düşündürür, ürpertir. Evet, yüklerden kurtulmak önemli olan, ama yük nedir? Yüklerden kurtulmak nedir? Nasıl kurtulur insan bu yüklerden?
Yükler kavramı ile anlatılmak istenilen, acaba, ta en küçük yaşımızdan itibaren şuur altımıza depo ettiğimiz kinler, nefretler, intikam ve öç alma duyguları, kıskançlıklar, hasetler, çekememezlikler, mal mülk ihtirası, mevki, makam, rütbe ihtirası, kendini herkesten üstün görme hastalığı mıdır? Resûlullah Efendimiz, bir hadis-i şerifinde: “Senin en büyük düşmanın, iki yanın arasındaki nefsindir” buyururlar. İnsana dünyayı dar eden, hayatı zehir eden hep bu nefsin oyunları değil midir? Allah’ın verdiği nimeti ağız tadıyla yiyen insanlar günümüzde ne kadar azdır. Şükürsüzlük, memnun olmamak, tatmin olmamak, çılgın bir açgözlülük, günümüz insanlarını bir kasırga gibi kavuruyor. Yakıp yıkıp deviriyor. En basitinden, şu delicesine içilen, alınan içkiler, sigaralar, uyuşturucular bir doyumsuzluğun ifadesinden başka nedir? Günümüzün parolası “hep ben, hep ben, yine ben” olursa, insanoğlu hep aldığı, hep cüzdanını doldurduğu, zenginliğini artırdığı sürece mesut, bahtiyar olacağı zehabına kapılırsa, onun renk dolu, ışık dolu, aşk, imân ve ihlâs dolu bir hayat yaşamasına imkân olur mu? Şair ne güzel söylemiş:
“Beşerin öyle delâletleri var
Putunu kendi yapar, kendi tapar...”
İster kabul edelim, ister etmeyelim. Ortada bir gerçek var. Bugünkü hayat, yaşanılan realite anlamını yitirmiş, güzelliğini, şiiriyetini, ürpertisini kaybetmiştir. Büyük Yunus boşuna söylememiş:“Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni”,“Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı...” İnanın, bugünü anlatmak için yazılan binlerce kitabın söyleyemediğini, Yunus şu birkaç kelime ile ne güzel vurguluyor; sevgiyi unutan insanlar, özünden uzaklaşan insanlar, boş yere para ile, mal ile, makam, rütbe, mevki ihtirası ile ruhlarındaki boşluğu doldurmaya çalışıyorlar, bunun yarışını yapıyorlar. Ama sonuç ortada. Alkolikler, uyuşturucu müptelâları, çılgın boyutlara varan boşanmalar, bitip tükenmek bilmeyen kavgalar... Bütün olağanüstü imkânlarına rağmen yüzü bir türlü gülmeyen çağımızın nemrutları, firavunları... Onlar, bir şeyi unutuyorlar, “İnsanoğlu, ancak Allah’ı andığı zaman huzur ve sükûna kavuşuyor”. O’nunla beraber olunca mesut ve bahtiyar oluyor. Fazıl Hüsnü Dağlarca, bir şiirinde “Çocuğum dua et geceleri / İnsan uzaklaşabilir Allah’tan” der. Evet, insan Allah’tan uzaklaştığı nispette huzursuzluğun çeken, sürükleyen girdabına kapılıyor. Huzurlu olmak için, “huzurda olmak” gerekiyor. Ancak o zaman insan mutluluğu tadıyor. Güzellikler âleminde yaşıyor.
Mevlânâ, Mesnevi’de “Lezzet dışardan gelmez. İçten gelir. Bunu böyle bil. Köşkleri, kaleleri aramayı ahmaklık say” der. Akıllı insan, her gün, her saat Allah’a yaklaşmak için vesile arar. Yunus,“Göz odur ki Hak’kı göre” der. Yaşamanın hüneri, her yeni günün güzelliğini bulmaktır. Bugün ekilen tohumlar, yarının çiçekleridir. Her güzellik, Hak’kın gözle görülen bir aynasıdır. Önemli olan, izâfi güzellikten, mutlak güzelliğe giden yolu bulmaktır.
|