subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt I                                                                             Sabri Tandoğan

 

Yaşama San’atı

Her sabah hayatımızı değiştirmek için bize yeni bir fırsat doğmaktadır. Hep karanlık görülen, hep şikâyet edilen hayat ki­me ne kazandırmıştır ki... Olgun ve gelişmiş insan, yavaş yavaş şikâyet ikliminden ayrılır. Hayatı olduğu gibi görmeye ve kabul etmeye doğru gider. Yavaş yavaş hayrı konuşan, yayan ve ya­şayan bir insan olur. Önemli olan hayatın kabuğundan özüne doğru inebilmektir. Burada san’at eserleri bize çok faydalı olur. Gerçek san’at eserlerinde biz varlığın özü ile temasa geçeriz. Nasıl çeşitli san’at eserleri varsa bir de hayat san’atı, yaşama san’atı vardır. Asıl önemli olan, yaşama san’atında usta olabil­mektir. Elde edilmesi en güç dostluk, insanın kendi kendisiyle olan dostluğudur.

Güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar güzel bir dünyada yaşıyoruz. Her yer, her köşe, her nokta insanın soluğunu kese­cek, insanı hayretler içinde ürpertecek güzellikler, harikulâde­liklerle dolu... Önemli olan sadece gözle bakmak değil, vücudun bütün hücrelerini göz haline getirebilmektir. İnsanoğlu bu nok­taya gelince, o zaman hayatın kendisi bütünüyle bir san’at eseri oluyor. Önemli olan hayat kitabını okuyabilmek, lezzet alabil­mek, haz duyabilmektir. Asıl büyük san’at, yaşama san’atıdır. Asıl büyük san’atkâr, hayatını en güzel, en faydalı, en dolu şekil­de aşk, şevk, heyecan ve vecd içinde yaşayabilen insandır.

Şiir okumak güzeldir, şiir yazmak güzeldir; ama önemli olan bütün hayatımızı bir şiir haline getirebilmek, o şiirin inanılmaz, akıl almaz güzellikteki zevkini ve lezzetini günlük hayatın her ânında duyabilmektir. İşyerinde çalışırken, sokakta yürürken, alışveriş yaparken, bir dostla selâmlaşıp hâl hatır sorarken, ye­mek yerken, su içerken, ibâdet ederken, okurken, yazarken, ye­ni alınan bir kitabın, bir derginin sayfalarını okşar gibi açarken, o şiiri yaşayabilmek, tâkat getirilmez bir aşkı yüreğinde duyabil­mektir.

İnsan günlük hayatını yaşarken, hayata karşı o kadar dik­katli, o kadar uyanık, o kadar saygılı olmalıdır ki, kendi hayatı bir şiir, bir renk, bir ışık olabilsin...

İnsanları sevmek, onlara saygı duymak, onlara faydalı ola­bilmeyi bir yaşama ilkesi haline getirebilmek ne yüce bir duy­gudur. Sait Faik, b>“her şey bir insanı sevmekle başlar” der. Önemli olan, o sevgiyi büyütüp yüceltebilmek, bütün kâinatı içi­ne alacak bir genişliğe ulaştırabilmektir. Gerçek insan, insan­ların kalbine iyinin ve güzelin tohumlarını ekebilendir... İnsanlara ışık, mutluluk, haz ve güzellik verebilendir. İnsanlara aydınlık getiren, onları karanlıktan kurtarandır. Fazıl Hüsnü Dağlarca, bir şiirinde “ve bir an yaşıyorum, bütün bir ömre bedel” diyor. Bu anları çoğaltmak, hayatın tümünü kapsayacak bir çizgiye getirmek ne güzeldir.

Başrol alamadıkları için kırılan, incinen, küsen öğrencilere büyük rejisör Karl Erbert’in söylediği söz ne kadar anlamlıdır. “Yanılıyorsunuz arkadaşlar, mühim olan hep başrole çıkmak de­ğildir. Kendi rolünü benimsemek, kabullenmek, küçük görme­den, canla başla, heyecanla çalışmaktır. Rolümüz tek kelimelik de olsa, onu öyle güzel, öyle muhteşem telâffuz etmeliyiz ki, aradan yıllar geçse de etkisi kaybolmamalı, devam etmelidir...” Sadece san’atı sevmek de yetmez. İnsan hayatını öyle içten, sıcak, temiz ve güzel yaşamalıdır ki, insanın kendi hayatı bir san’at eseri olmalıdır. Yaşamanın kendisi başlı başına bir muci­zedir. Varlık binbir sırla doludur. Yaşamayı, büyük, güzel, ürper­tici yapan da budur. “Varlıklarının dar hendesesinden” kurtulup kendilerini kâinatla bir ve beraber hissedenler, mutluluğu, o ele geçmez gibi sanılan cıvıl cıvıl özü bulanlar, iç dünyalarını bütün boyutlarıyla yaşayanlardır. İşte o zaman insan Yunus gibi “Se­velim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” der ve ilâve eder “Her dem taze doğarız, bizden kim usanası...”

İnsan için en acı şey, kendi hayatında mahpus kalmasıdır. Bu hapishanenin kapısı, sevgi, dostluk ve paylaşmak ile açılır. İşte o kapıyı açanlar “hür maviliğin bittiği son hadde kadar yürüyenlerdir”. Kâinata ve insana bir san’atkâr gözü ile bakan­lar, onlarda muhteşem estetik imajlar bulacaklardır. Günlük ha­yatın küçük engelleri, kırgınlıkları bizi yolumuzdan alıkoyma­malıdır. Bilmeliyiz ki, bu dünya darılma pazarı değil, dayanma pazarıdır.

Her şeyi çok güzel ve derin söyleyen Yunus, sevgiyi her biriyle bile olmak diye tarif eder. Kendi kendileriyle dolu olan­larda başkalarına yer yoktur. Onlar kalp ve gönül kapılarını sım­sıkı kapamışlardır. Onlar kimse ile “bile olmak” istemezler.

Yunus’un ısrarla belirttiği gibi, insan hayatında önemli olan gönüldür. Gönül çalabın tahtıdır ve dünyaya hükmeden odur. Büyük Ressam Matisse, “görülen her şeye, ilk kez görülü­yormuş gibi” bakılmasını ister. “Yaşamın üstünü örten ön­yargı ve alışkanlık örtüsünün kaldırılmasını” bekler, o zaman der, görülenler “yağmurla yıkanmış, pırıl pırıl olmuş bir dün­yanın tazeliğini taşır...”.

Günlük hayatın tek düzeliğinden, sevginin, dostluğun, san’a­tın ışığı ile kurtulmak ne güzel bir olaydır. O zaman sıkıntı­lardan, bunalımlardan uzaklaşırız. O zaman insan hayatının en basit, en önemsiz görünen olayları bile büyük bir önem ve gü­zellik taşırlar... Ve işte o zaman dudaklarımızdan güzel nağ­meler, güzel mısralar dökülmeye başlar. “Sevmek devam eden en güzel huyum” deriz. “Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni...” deriz...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]