Edep
Edep, aklın dıştan görünüşüdür. Edep, insanı hayvandan ayıran farktır. Edep inceliktir, zarafettir, efendiliktir. Bir insana beyefendi, hanımefendi dedirten onun edebidir. Edep eşittir hayat desek mübalağa yapmamış oluruz. Edepli insan, herkese karşı saygılı olandır; yalnız kendinden büyük olanlara karşı edepli olmak yetmez. Çünkü zorunlu bir durumdur. Aksi halde, birtakım tatsız, nahoş durumlar ortaya çıkar; önemli olan, kendimizden büyüklere de, küçüklere de aynı şekilde edepli, saygılı, incelik ve zarafetle dolu olarak hareket edebilmektir. Yunus Emre “Göz odur ki Hakkı göre” der. Önemli olan herkeste, her yerde, her şeyde Hak’kı müşahede edebilmektir.
Ve edep denilince akla, ister istemez Paşa Dede geliyor. Allah’ın rahmeti üzerine olsun. Hiçbir kelimenin tasvir edemeyeceği kadar edepli, ince, zarif bir insandı. Edebin ta kendisi, yaşayan, canlı bir örneği idi. Bir gün Edip Atam Beyefendi telefon etti ve Paşa Dedenin geldiğini, kendilerinde misafir olduğunu söyledi. Gittim. O gece Paşa Dede ile tanıştım. Aradan otuz yıl geçti. Hâlâ anısını içimde sımsıcak saklarım. Hangi misafir geldiyse, her defasında o yaşlı vücudundan beklenmeyen bir çeviklik, harikulâde bir zarafet, edep ve incelikle ayağa kalkıyor, saygıyla, sevgiyle, özlemle o şahsı selâmlıyor, o oturmadan yerine oturmuyor, zamanın en büyük insanına gösterilecek hürmeti o şahsa gösteriyordu. Nihayet içeriye ev sahibinin torunu Deniz girdi. Deniz o zaman beş yaşında, tatlı, sevimli bir kız çocuğu idi. Misafirlerden biri dayanamadı. Sevgili Paşamız, kendinizi niye böyle yoruyorsunuz. Yazık değil mi? Beş yaşında bir kız çocuğu hürmetten ne anlar deyince. Paşa Dede hiç unutmuyorum, o muhteşem cevabını verdi. “Ah efendim, bizler bu yavrucuğa sevgi, saygı, edep, incelik, ihtiram göstermezsek, bu yavrucak bütün bu güzel hasletleri nereden öğrenecek” buyurdular. Aradan yıllar geçti. Ama bu sözü, bu sözdeki derinliği, yüceliği hiç unutamadım. Bir meşale gibi ışık tuttu bana. Yıllardır içimi aydınlatıyor, ışıtıyor. Ve edep kelimesi nerede geçse hep Paşamızı hatırlıyor, ürperiyorum.
Edepli insan kendine karşı da edepli olandır. Önemli olan, yalnız başına kaldığı zaman da, Allah onu görüyormuş gibi, edepli, ince, zamanını en güzel şekilde değerlendiren bir insan olabilmektir. Nasıl olsa yalnızım, kimseler görmüyor diye, lâubali, derbeder, çirkinlikler içinde olmak aslında Hak’kı bilmemek demektir. Biz görmesek de, O bizi görüyor. Biz farkında olmasak da, O farkında. Neyi kimden gizleyeceğiz. “Ben size şahdamarınızdan daha yakınım” demiyor mu?
Hayat, yaşamak, varolmak, aslında sandığımızdan daha girift bir mekanizmadır. Hiçbir şey, hiçbir kimse boş ve anlamsız değildir. Her zerrenin bir yaradılış hikmeti vardır. Önemli olan, her zaman, her yerde, herkese karşı edepli olabilmektir. Onun için de bilinçaltımızı her vesile ile, imkân nispetinde edeple, saygı ile, sevgi ile, şefkat ve merhametle, zarafet ve incelikle, yardım ve hizmet duygusu ile doldurmak gerekiyor. Yunus “Tehi görme kimesneyi, hiç kimesne tehi değil” diyor. Evet her insan, insan yaratıldığı için, Allah’ın kulu olduğu için sevgiye, saygıya lâyıktır. Hayatta kötü insan yoktur. Çeşitli nedenlerle içindeki iyilik, güzellik, asalet duyguları örtülü kalmış, gün ışığına çıkamamış, tezahür edememiş insan vardır. Bizim görevimiz, onları küçük, hakir görmek değil, imkânlarımız nispetinde el uzatarak, yardımcı olarak, onlardaki bu hasletleri uyandırıp, gün ışığına çıkarmaya, filizlendirmeye çalışmak olmalıdır. Yunus’un “Yaradılanı hoşgör, Yaradan’dan ötürü” sözünde büyük bir gerçeklik vardır. Yunus’un en önemli sözlerinden biridir. Hayatta ideal, mükemmel, kusursuz insan yoktur. Hiç birimiz “ben hiç hatası olmayan, ideal bir insanım” diyemez. Ama bir kısmımız bunun bilincinde olup, her gün, her saat, daha iyiye, daha güzele gitmenin çabası içindeyiz. Hani karıncaya sormuşlar, nereye gidiyorsun diye. Kâbe’ye demiş. Hiç bu ayakla, bu bedenle Kâbe’ye gidilebilir mi, boşuna emek demişler. Karınca, hayır demiş, ben de biliyorum ulaşamayacağım. Ama ölürken o yolda olmak istiyorum demiş. İdeal, kusursuz, mükemmel insan olmak için, elden gelen gayreti göstermek, işte hedef bu. Ama o yolda ne kadar gidebilirsek...
Gülün yetiştiği ortama bakalım. Ne görürüz? Çamur, gübre, kireçli su... Ama o ortamdan, rengiyle, kokusuyla gözleri ve gönülleri kamaştıran, erişilmez güzellikte bir gül çıkıyor. Çevresinden hep şikâyet eden insanlara gül örneğini veririm. Gül gibi olmak... Bütün insanlara faydalı, bütün insanlara karşı sevgi ve saygı dolu... Neden karınca gibi, biz de o yola girmeyelim...
Vaktiyle insanların hamamda kille yıkandığı dönemde, bir adam hamamdan kil alarak yıkanmaya gider. Biraz sonra kilden etrafa mis gibi bir gül kokusu yayılmaya başlar. Adam hayret içindedir. Kile sorar. Sen bir nevi topraksın. Nasıl oluyor da böyle gül gibi koku yayıyorsun. Kil cevap verir. Evet der, benim aslım toprak. Ama üç gün gül ile arkadaşlık yaptım da, bu güzelliğim, kokum oradan geliyor.
Bir gül gibi, kalplerini ve kafalarını arıtarak, temizleyerek, yaptıkları hayırlarla, iyiliklerle, gösterdikleri edep ve incelik örnekleri ile çevrelerine örnek ve rehber olabilenlere ne mutlu.
|