subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt I                                                                             Sabri Tandoğan

 

Huzura ve Edebe Giden Yollar

İnsanoğlunun bütün ıstırabı, sıkıntısı, bunalımı, hayatındaki bütün karışıklıklar, nizamsızlıktan ve âhenksizlikten gelir. Bütün bu olumsuz duyguların, kinlerin, nefretlerin içinde boğulmaları, insanın kendi dar benliği içinde sıkışıp kalması, bakışlarını, dik­katini, sonsuz kâinata, Allah’a, güzelliğe çevirememesinden ileri geliyor. Yahya Kemal “Gel kurtar kendini varlığın dar hende­sesinden / Yürü hür maviliğin bittiği son hadde kadar” der. Ne yazık ki, günümüz insanları, günlük hayatın koşuşturmaları içinde Allah ve Kâinatla olan bağlarını unutuyorlar. İnsan Al­lah’tan uzak, san’attan uzak, güzellikten uzak, sohbetten uzak yaşarsa, onun bunalmasından, sıkılmasından daha doğal ne olabilir?

Ne yazık ki, günümüzde insanlar, sohbetin güzelliğini, dirilti­ciliğini, hayat vericiliğini unutmuş gibiler. Bir araya gelince, sa­dece sıkıntılar, günlük sorunlar, şikâyetler, dedikodularla kendi kendilerine en büyük ihaneti yapıyorlar. Bunun da adına sohbet diyorlar. Hayır efendim. Bunun sohbetle ne ilgisi var. Gerçek sohbette insan, kendini aşmayı, kâinatla birleşmeyi, ancak bu suretle mutluluğa ulaşabileceğini öğrenir. San’at da, insan ruhu­na vermiş olduğu nizam ve âhenkle onu huzura ve sükûna kavuşturur. Tıpkı sohbet gibi... İnsanlar iç dünyalarında kurabil­dikleri âhenk kadar, hayatta huzur, sükûn, âhenk ve güzellik bu­labilirler.

Eğer insanlar, başkalarında görüp tiksindikleri şeylerden sakınsalar, edepleri kemâlini bulur, terbiye ediciye lüzum kal­mazdı. Ama bunu yapabilenler ne kadar az. Lokman Hekim kendi döneminin en zarif, en ince, en güzel insanı imiş. Bir gün sormuşlar, efendim, siz bu kadar edebi nereden öğrendiniz, di­ye. Lokman Hekim, tebessüm etmiş, edepsizlerden demiş. On­lara baktım. Ne yaptılarsa aksini yaptım.

İnsan kendi içinde ulvî ve ebedî bir cevher taşıdığını bil­melidir. Velilerin, onların sohbetlerinin rolü, dünya işine, mad­deye, günlük hayatın binbir sorununa dalarak, ne için yaratıl­dığını, nasıl yaşaması gerektiğini unutan günümüz insanına, varoluş nedenini hatırlatmak, onları gaflet uykusundan uyandır­mak, kendi içlerine döndürerek ebedî ışığı göstermek oluyor.

İnsanların, günlük hayatın koşuşturmaları, bu koşuşturma sı­rasında asıl görevlerini unutmaları sonucunda ortaya hasta bir tip çıkıyor. Sevgiyi, saygıyı, hayret etmeyi, ürpermeyi unutmuş bir yığın insan. Hani ver yesin, ört uyusun dedikleri... Aklı fikri malda, parada, markta, dolarda, sterlinde, mercedesde olan, evden, arsadan, tahvilden başka bir şey düşünmeyen, boş vakit bulunca da kıyasıya dedikodu yapan, onu bunu kötüleyen, çe­kiştiren, alaya alan tip...

İnsanların adileşmelerinin, kötüye gitmelerinin başlıca sebe­bi, kendi kendilerini unutmaları, kendileri üzerinde düşünme­meleri, varlıklarının sırrını ve sebebini araştırmamalarıdır. Soh­betin, insanı, kendi varlığı, varoluş nedeni, nasıl ve ne şekilde yaşaması gerektiği üzerinde düşünmeye sevkederse, bir anlamı vardır. Sohbette, insanoğlunun günlük işlere dalınca kolayca unutuverdiği ebedî hakikatler hatırlatılır. Sohbet, insanın kendi­ne dönmesi, kendi gerçek şahsiyetini bulması için olursa bir anlamı, büyüklüğü ve yüceliği vardır. Gerisi çene çalmak, geve­zelik yapmak ve vakit öldürmektir. Hakikate ulaşmanın yolu, insanın kendisini bilmesidir. Yunus, “Bir siz dahi sizde görün, benim bende gördüğümü” der.

Şems ve Mevlânâ naklî bilgilere karşı, şahsî duygu ve düşünceye daha çok önem veriyorlardı. Önemli olan sadece bilmek değil, o bilinenleri uygulamaktır diyorlardı. Uygulanma­yan, günlük yaşantıya geçirilmeyen bilgileri bir yük, hamallık gibi görüyorlardı. Bu günün felsefesi olan egzistansiyalizm de, sis­tematik ve soyut düşünceye karşı, kişisel deneyimleri, yaşantıyı ön plâna alıyor, insana önem veriyor, bugünün felsefesinde “ben” hakikatin kaynağı gibi görülüyor.

İnsan varlığa ve gerçeğe kendinden gider. İnsan evrenin özetidir. Vücut, varlığın bir sentezidir. İnsan, hem maddî, hem mânevî varlığı birleştiren bir terkiptir. İnsan, kâinatın meyvesi, bütün varlığın özü ve kalbidir. İnsanı kâinattan, kâinatı insandan ayırmaya imkân yoktur.

Sohbet, insanı kendi dar benliği içinde hapsolmaktan kurta­rır. Onu bütün varlıkla, kâinatla, insanlarla ve Allah ile dost eder. İnsanoğlu, okuyarak, dinleyerek, sohbet ederek, ibâdet ederek, hayır yaparak yücelir, arınır, temizlenir, olgunlaşır.

Olgun insan, baktığı her yerde, gördüğü her şeyde ilâhi hik­meti ve güzelliği gören insandır. Sohbetlerde bazen insan kendi kendisiyle buluşur. Kendi kendini tanır. Dikkat buyurun lütfen, bu çok önemli bir husustur. İnsan, kendi üstüne kilitlenmişken, bir an gelir, açılıverir, genişler, bir ferahlık hisseder. İçini bir se­vinç, bir mutluluk kaplar, hafifler, kendini bulur, Özüne kavuşur. Sohbetin asıl önemli yanı buradadır. Gerçek sohbet bizi bize götürendir. Hayatta kötü ve çirkin insan yoktur. Müsait ortamı bulamadığı için içindeki güzellikleri ortaya çıkaramayan insan vardır. Tıpkı bahar gelince, kupkuru dallardan, o güzelim bahar çiçeklerinin fışkırışı gibi... Sohbet, işte o ortamı hazırlamak, gü­zelliklerin tezahürüne vesile olmak içindir. Gerçek sohbetler, bir ibâdettir. Son derece dikkatli, hassas, saygılı, edepli, uyanık ol­mak gerekir. Sen gözünü kaparsan, etrafın ışık olmuş ne fayda. Tekâmül ve edep yolunda sabırlı olmak gerekir. En iyi nişancı bile ilk atışta onikiden vuramamıştır. Bütün tabiat, nesneler, bit­kiler, hayvanlar, bütün mevcudat konuşuyor ama, onu duyacak kulak gerek. Yunus, “Cümle yerde Hak nazır, göz gerektir göresi” der. İnsanlar gayeleri nispetinde büyüktürler. Düşün­celerinizi değiştirin, göreceksiniz bütün hayatınız değişecektir. Aramayan nasıl bulur? Gerçek olgun insan, kralla da çobanla da aynı şekilde konuşan insandır. Önemli olan bütün insanlara, bütün varlığa saygı ile muamele edebilmektir. Bir tasavvuf şairi, insanda görecek göz, işitecek kulak, hissedecek kalp varsa, kâinattaki bütün zerreler, insana, Allah’ın emirlerini bildiren birer Cebrail olur, diyor.

İmân edeptir, saygıdır, inceliktir, sabır, şükür, kanâattir. Edep öyle bir taçtır ki, onu başına tak da, nereye gidersen git. Dikkat edersek, gaflet daima küstahlıktan zuhura gelir. Tevâzu edebe giden ilk basamaktır. Hep, ben bilirim havasında, burnu havada olanlar, aslâ bir adım ilerleyemezler. Bu davranışları, sadece ahmaklıklarından gelir. Bilmem diyen öğrenir, bilirim di­yene ne verilir? Unutmayalım ki, saygı gösteren, saygı görür, sevgi gösteren sevgi görür, sevgiden bakır altınlaşır. Unutma­yalım ki, en azgın düşmanın, senin içindeki nefsindir. Her mey­dana çıkıp zuhur eden, o zuhur eden şeyin içinde kalandır. Kâi­natın kusursuz düzeninden hareket ederek, Allah’a ulaşmaya çalışmalıyız. Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.

Peygamberler, ruh tabipleridir ve insanları yaratılışlarındaki temizliğe, asalete, güzelliğe ve sağlamlığa davet eden kimse­lerdir. Yaratılışlarındaki öz, tabii ve temiz cevhere çağırırlar. Ha­yat kavgası, insana çoğu zaman kendini unutturuyor. Kendin­den uzaklaştırıyor ve giderek kendine yabancılaştırıyor. Hayat mücadelesinde Allah’tan uzaklaşarak şaşkın ve perişan düşen­ler de çevrelerindeki güzel, çok güzel, inanılmayacak kadar gü­zel olan şeyleri unutmaya başlıyorlar.

Allah’tan başka dost edinenlerin durumu, kendine yuva ya­pan örümceğin durumu gibi oluyor. Allah adını anmadan hiçbir işin iyi, güzel ve hayırlı yapılacağını sanma...

Gerçek aşk Allah aşkıdır ve aşk kimde ise yücelik ondadır. Neye itibar ediyorsak, mahiyetimiz aynıdır. Yaşama san’atını en güzel uygulayanlar, gerçek ve samimi Allah âşıklarıdır.

Yaşama san’atı, insanın varoluş amaçlarını bilmesi, niçin ya­ratıldığının, nereden gelip nereye gittiğinin farkında olarak, tekâ­mül kanunlarına uyup, her gün daha iyiye, daha güzele giderek, iki gününü birbirine eşit kılmadan, temiz, asil, pırıl pırıl bir ya­şama üslûbuna kavuşması demektir; sevgi, saygı ve hoşgörüyü yaşamının her ânında göz önünde bulundurarak, yerdeki bir kum tanesinden gökyüzündeki Samanyolu’na kadar bütün kâi­natı kucaklamasıdır.

Yaşama san’atı, bütün varlığı insanıyla, hayvanıyla, taşıyla, toprağıyla, deniziyle, gökyüzüyle sevmek, tek istisna olmadan onlara saygı duymaktır. Yunus gibi, Yaradan’dan ötürü yaratı­lanı hoşgörebilmektir.

Yaşama san’atında usta olan insanlara bakın, vücutlarının bütün zerreleri sevgiyle dolmuştur. Sımsıcak, yalansız, riyasız, menfaatsiz, ana sütü gibi duru ve temiz duygularla uzattıkları sevgi dolu elleri, karşı tarafça anlaşılmadan hoyratça itilse, red­dedilse bile, onlar yine “Allah’ım, sen bu insanı affet, onu iki cihanda aziz et, içini sevgiyle doldur” diyecek kadar insan sev­gisiyle doludurlar. Yaşama san’atı, ânını yaşamak, kafasını ve­himlerden, kuruntulardan, vesveselerden kurtararak, varoluşun çılgın güzelliğini duymak ve duyurmak demektir. Yaşamın her ânını birer inci dakikası haline getirebilmek, yaşama sevincini yüreğinin ta derinlerinde hissederek, “Ey zaman, geçme, dur ... Öyle güzelsin ki ...” diyebilmektir. Hayatı öyle dikkatli, uyanık, sevgi dolu olarak, saygı dolu olarak yaşayalım ki so­nunda “sevginle gireceğim toprağa, sevginle çıkacağım top­raktan” diyebilelim.

Fazıl Hüsnü Dağlarca bir şiirinde, “Ve bir an yaşıyorum, bütün bir ömre bedel” diyor.

İşte, yaşama san’atı, bütün bir ömrü, o yoğunlukta, o güzel­likte, o şiiriyette yaşayabilmek demektir. Büyük Yunus, sevgiyi hayatının odak noktası yapar ve “Sevdiğimi demez isem, sev­gi derdi boğar beni” der. “Eğer âşık isem, ölmezem ayruk” der.

Yaşama san’atı hayatın ebedî diyalektiğini sezebilme, keşfe­debilme ve bunun sonucu olarak da çöpsüz üzüm, dikensiz gül aramama demektir. Bütün hayat zıtlıklar üstüne kurulmuştur. Gece gündüz, hayat ölüm, sağlık hastalık, acı tatlı, güzel çirkin, siyah beyaz, neş’e ıstırap ... Bunların, işin derinine, kökenine inilirse, birbirlerini tamamlayan unsurlar olduğu görülür. Tran­sistörlü radyonuz için aldığınız pilin iki ucu da artı veya eksi olursa ne işe yarar. Artı ve eksi uçlar bir araya geldikleri zaman radyonuz çalışabilmektedir. Sathi bakışlarla çelişki gibi görünen durumlar aslında birbirini tamamlamaktadır. Ne olur etrafımızda pislik, çirkinlik arayanlardan olmayalım. At gözlükleriyle bakan kimseler ne kadar zavallıdırlar. Önemli olan bütünü, bütündeki güzelliği, ihtişamı, çıldırtıcı şiiriyeti görebilmektir.

Eğer etrafı, çok kötü, çok fena, çok çirkin görüyorsanız, hiç şüpheniz olmasın, bu sizin iç dünyanızın yansımasıdır. Gönül gözlüğünüzün camını temizleyin. O zaman her şeyi aslî hüvi­yetiyle görürsünüz. İçinizi kimseye açmayınız. Gözyaşınızın kıy­metini bilin, onu içinize akıtın. Sabır, tahammül ve kanaatle yağ­mur tanesi inciye dönüşür. Allah, ben gönlü kırıklarla beraberim, diyor.

Bilelim ki, putların anası, nefsimizin putudur. En büyük israf, ömrün israfıdır. Her nefeste dünya yenileniyor. Allah, yumuşak huylu, güzel yüzlü kimseyi sever. Allah, sevginin olduğu yerde vardır. Güzel söyle ki, aksi sedâsı da güzel olsun. Tevâzu gü­zelliğin tâcıdır. Edebe giden yollar tevâzu, incelik, efendilik kapı­sından geçerler. Dedikoducu insanlardan kaç, kim olursa olsun­lar. Onlar, mânevî zevkleri, akılları, basiretleri olmayan kimse­lerdir. Temiz dünyanı onların zehriyle kirletme. Huzurlu olmak için, Allah’la beraber olmak, “huzurda” olmak lâzımdır. Dedikodu olan yerden, melekler uzaklaşırlar. Dedikoducular şeytana en yakın insanlardır. Ancak, Allah’ın anılması ile kalpler mutlu olur, gönüllerin ıstırabı sükûn bulur. En huzurlu insan, Allah’a en çok yaklaşan insan demektir. Mânevî güzelliklerden başka her şey azaptan ibarettir. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Ümitsizlik en büyük günahtır. En bunaldığınız zaman sorun ken­dinize, “Allah kuluna yetmez mi?” Allah imân edenlerin velî­sidir. Onları karanlıktan aydınlığa çıkarır. İyi bilin ki, Allah dost­larına korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir.

Şiir okumak güzeldir. Şiir yazmak da güzeldir. Ama, asıl önemli olan, Allah aşkıyla daima huzurda olarak, edeple ve in­celikler içinde yaşayarak, bütün hayatı bir şiir, bir dua haline getirebilmektir. İnsanlar düşündükleri ile değil, fiilen yaptıkları, ortaya koydukları ile önem kazanırlar. Kâmil insan halkın gözü­dür. Halka hizmeti olmayanın, Hak’ka da hizmeti olmaz. Herkes­ten, her şeyden şikâyet etmek, herkese kötü gözle bakmak, hiç iyi adam kalmadı, herkes birbirinden berbat demek, nefsin az­gınlığının en güzel göstergesidir. Karanlığa küfredeceğine bir mum da sen yak. Herkes kendi evinin önünü temizlerse, bütün şehir temiz olur. Eğer bizler kusursuz olsaydık, başkalarının ku­surlarını meydana çıkarmaya bu kadar meraklı olmazdık. Kafa­mızı müsbetle, iyi, güzel, temiz ve asil olanla doldurursak, menfi kendiliğinden çıkar gider. Işık gelince karanlık gider. Güzelin olduğu yerde çirkine kimse bakmaz. Önemli olan en iyi olmak değil, bir gün evveline göre daha iyi olmaktır. Bazen en iyiyi bulmak kaygısıyla, daha iyiyi elden kaçırıyoruz. Unutmayalım ki, yokluk kadar varlık da bir imtihandır. Belki daha büyük bir imti­handır. Bir zat, “zorluk ve kıtlıkla denendik, sabredebildik, bolluk ve refahla denendik, sabredemedik” diyor. Muka­vemet, dayanmak, sabretmek, her an uyanık olmak demektir. Deha dikkattedir.

Günümüzde kişiliğin bilgisi olmadığı gibi, kişilik eğitimi de yoktur. Şehveti aslına uygun yönetmek, kişiliğin sırrına ermek demektir. Ancak varoluşunun nedenini bulabilen insanlar güçlü ve huzurlu olurlar. İnsanda şehvet bir fetih atıdır. Ona fethe­decek bir istikamet vermek gerekir. Şehvetini yönetebilen insan her alanı fetheder. Şehvet duygusu süblime edilir, ona bir amaç, bir gaye gösterilirse, o zaman insan gücünün üstünde olağan­üstü işler başarılır. Cinsel alandaki ahlâksızlık, gayesizlikten ileri gelir. Bunun daha da ötesi sapıklıktır. Sebep tektir. İnsan önce varoluş amacını bulup, onu yaşayamamaktan, ciddiyetsizlikten dolayı ahlâksız oluyor; insanlık da ölüyor, sonra daha da azgın­laşırsa sapıklıklar ortaya çıkıyor. İnsanın heyecan ve faaliyet kaynağı olan şehvet, bir yüce amaç bulursa, insanı ötelere götü­rür, onu arıtır, temizler, tekâmül ettirir. Müsbet, temiz, nezih, yü­ce bir çıkış bulamazsa, o ruhen ölü insanda son bir canlılık emaresi, son bir varoluş çırpınışı ile sekse yönelerek insanı ha­rap eder, onu hayvanlaştırır; hatta hayvandan daha aşağı bir seviyeye indirir. Çünkü varoluşun kanunlarında, gidiş, iyiye, gü­zele, yüce ve asil olana doğrudur. Hayat, asla geriye adım at­maz. Aksi halde tokat gelir. Asıl hürriyet, aslî varlığımız olan Allah’a ulaşmayı engelleyen ve bizi yabancılaştıran her şeyden kurtulmaktır. İnsan ilim ve anlayışta yükseldikçe benliğinin sırla­rını çözer. Yaratılış hikmetlerine erer. Cihan binbir güzellikle ve aşkla doludur, ama kör aynada ne görebilir. İş o aynayı temizle­yebilmekte...

İnsanları sevmek, Allah’ın rızasına açılan kapıların anahta­rıdır. Hayat bir aynadır. Biz iyi isek hayat da iyi, biz kötü isek ha­yat da kötüdür. İnsanı en iyi terbiye eden husus, katlandığı meşakkâtler, tekâmüle götüren de çektiği acılardır. Gözü yerde olanın gönlü âsumana çıkar. İnsan büyüklüğe, ancak kendi kü­çüklüğünü aşarak ulaşabilir. Yol uzun, yük ağırdır, yüklerden kurtulunuz. Bu yükle bu yola dayanamazsınız.

Yunus Emre “Bir çeşmeden akan su, acı tatlı olmaya” der. Neyin acı, neyin tatlı olduğunu baştan bilemiyoruz. Ne ha­yırlıdır, ne değildir, ileride zaman gösteriyor. İstediğimiz olma­yınca hemen isyana kapılıyoruz. Peki o isteğimizin hayırlı ola­cağı ne malûm? Kalbin edebi sükûttur. Önemli olan kendimizi ve başkalarını her an yeniden keşfedebilmektir. Hayatta hiçbir şey, insanı öğrenmek ve onu anlamaya çalışmak kadar heye­can verici değildir. İnsan bir sentezdir. Bu sentezi çözümleye­bilmek müthiş zekâ, dikkat ve gayret sarfını gerektirir.

Eğer Allah’ın sizi sevmesini istiyorsanız, siz her şeyi seviniz.

Elde edilmesi en güç dostluk, insanın kendi kendisiyle dost olmasıdır. Şahsiyet, kendimizi ve şartlarımızı benimseyerek, ona derin ve güzel bir şekil vermektir. İnsanoğlu kendi içine inemediği için huzursuz ve mustarip dolaşıyor. Zamanlarını ve imkânlarını boş yere harcayarak gönlünü eğlendirmeye çalışı­yor... Ne gaflet... Bu âlemde her zerre bizi irşâd eder. Yeter ki o şeyin ikazından ders alabilelim. İnsanlara dünyayı cehennem gibi gösteren, varlıklarının manâsını bilmeyişleridir. Hiçbir kadın ayna olmadan makyajını yapamaz, kendi kusurlarını görüp dü­zeltemez. Bizlerin de aynaya ihtiyacımız vardır. Mümin müminin aynasıdır. Yaşam sonsuz, bitmez tükenmez bir yolculuktur. Dai­ma hayret duygusu içinde yaşamak ne güzeldir. Bilimin de, fel­sefenin de, san’atın da kaynağı budur. Bizi gerçeğe ve güzele götürür. Her an Rabbimizle olabilmek, onu yaşayabilmek ne gü­zeldir. Kendimizi her an O’nun huzurunda hissetmekle, güçlü, sağlıklı, huzurlu ve mutlu oluruz. Bütün güzellikler, iyilikler ve yücelikler günlük yaşamanın içindedir. Mutluluk, dış hayat ile iç hayat arasında bir âhenk kurabilmektir. Ve hayatımızın her da­kikası eşsiz bir mucizedir. Hiçbir zaman yenilenmeyen eşsiz bir mucize...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]