subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt VIII                                                                          Sabri Tandoğan

 

Bilgi Kirliliği


Bilgi çağı, bilgi çağı derken bir bilgi kirliliğinin içine girdik. Çıkabilene aşk olsun. Mütemâdiyen irili ufaklı gazeteler, bildiğimiz, bilmediğimiz televizyon kanalları, internetler, internetteki bilinen, bilinmeyen siteler, insanların kafasını karmakarışık ediyor. Bir meseleyi öğrenmek istiyorsunuz. Hangi televizyon kanalını açarsanız size başka fikir veriyor. Birisi siyaha beyaz diyor, bir başkası beyaza siyah diyor. Ya Rabbi, insanoğlu yaşadığı karmaşada nasıl şaşkına dönmesin. Toplumun hangi yönüne bakarsa baksın tereddütler içinde kalıyor. Bu karmaşa onun ruhunu sıkıyor, bunaltıyor, daraltıyor. Giderek uykuları kaçıyor. Sinir sistemi bozuluyor. İçindeki yaşama sevinci kayboluyor. Ya dogmatizmin, ya fanatizmin kucağına düşüyor. Ya tereddütler içinde adım atamaz hale geliyor. Oysa nezih, temiz, güzel bir hayat yaşamak onun da hakkı. O da huzuru tatmak, güzelliği yaşamak istiyor. Ama çevre onu kıskıvrak bağlıyor. Öyle sistemli bir şekilde insanın içindeki güzellikler yıkılıyor ki, bazen kendisi bile farkına varmıyor. Çünkü zehir birdenbire değil, âniden değil, damla damla veriliyor. Hem de hiç ummadığı bir şekilde.


Bir yıldır yeni bir program, “Yemekteyiz” adı altında sunuluyor. Zâhiren bakılırsa masum görünen bir program. Ama altmış sekiz ülkede birden aynı anda yayına girdiğini düşünürsek, bir müddet asıl sebepleri araştırmamız gerekiyor. Sanırım televizyon tarihinde bu kadar âdi, bu kadar iğrenç, bu kadar şerefsizce bir program yayınlanmadı. Sosyolojik bir inceleme yapacak olursak, bütün dünya kültürlerinde ortak bir yön görürüz. Nimete saygı, ekmeğe saygı, sofraya saygı. İşte bu programda gizli gizli yıkılmak istenen bu. Nankörlük, saygısızlık, kabalık, küstahlık, terbiyesizlik ne ararsanız hepsi var. Tiksindirici, iğrendirici, rezil bir program. Onun yanı sıra yine altmış sekiz ülkede birden yayınlanan evlendiriyoruz programları. Ayakta duracak hali kalmamış birtakım hasta, sakat, ihtiyar insanlar bu programa genç insanlarla beraber çıkartılarak alay konusu yapılıyor, eğlence konusu yapılıyor. Bu zavallıların haline kimisi kıs kıs, kimisi kahkahalarla gülüyor. Bakıyorsunuz, seksen yaşındaki bir adam, otuz beş yaşındaki bir hanıma talip oluyor. Bazen otuz beş yaşındaki bir hanım yetmiş beş yaşındaki bir adama talip oluyor. Adam sahneye çıkıyor, her tarafı dökülüyor. Kahkahalar birbirini takip ediyor. Böylece yaşlılığa saygı, şefkât, acıma duyguları ortadan kaldırılıyor.


Televizyon dizilerinin her biri ayrı bir felâket. Hangi kanalı açarsanız açın, insanlar bir gerilim, bir stres, bir bunalım içinde. Yumruklar sıkılmış, dişler kenetlenmiş, gözler alev alev. Bir tek kanalda bir beyefendi, bir hanımefendi tip göremiyorsunuz. Otursunlar, insanca, efendice, medenice sohbet etsinler. Ne mümkün görmek. Hep kavga, hep münakaşa, hep acı sözler.


İşte bütün bunlar insanları kirletiyor, ruhları, kafaları kirletiyor, karıştırıyor. Sanki kabalık, saygısızlık, küstahlık, şirretlik, edepsizlik normal bir durum gibi gösteriliyor. Bu insanlar, toplumun ruh sağlığı ile oynadıklarının acaba farkındalar mı? Bütün bu pislikler, çağdaş yaşamın vazgeçilmez öğeleri gibi gösteriliyor. Ne yazık ki, birileri çıkıp da gazetelerdeki köşelerinde, ekranlarda bunları ele alıp birer birer sosyologlara, psikologlara, psikiyatristlere analiz ettirmiyorlar. İnsanlar bir taraftan gazetelerle, bir taraftan televizyonlarla, onlardaki çirkin, kaba, estetikten uzak, müstehcen, müstekreh görüntülerle öyle kirletiliyor ki, bunu anlatmaya kelimeler yetmiyor. Bu insanlardan ruh sağlığı, akıl sağlığı beklemeye imkân kalmıyor. Ondan sonra da kasklı, motosikletli, operacı iğrenç yaratıklar, düzinelerle genç kıza tecavüz ediyor. Onları kirletiyor, hayatlarını mahvediyor. Zengin çocukları kız arkadaşlarının kafasını kesiyor, gitar kutusuna koyuyor, çöpe atıyor. Bazı kimselerin bunları yadırgamasına hayret ediyorum. Gayet tabi ekilenler biçilecek. Zakkum eken gül bekleyemez ki. Artık okulların önünde uyuşturucu satanlar, kız okullarının önünde lüks arabalarıyla çapkınlığa çıkan alçaklar, şerefsizler, namussuzlar kol geziyorlar. Ve bunlara karşı çok kesin, yıldırıcı, caydırıcı tedbirler alınmıyor. Sanki normal bir durum gibi geçiştiriliyor. Üstünde durulmuyor. Kıyametler koparılmıyor. Bir rezilliği tabii görmekten daha büyük bir rezillik olabilir mi?


Hayatta her şey öyle ince bir denge içinde ki, modern heykel sanatında, bir tür var; mobil diyorlar. Son derece ince metaller birbirine ekleniyor, bir obje meydana getiriliyor. Bir yerine en hafif bir şekilde dokunulduğu zaman bütün obje büyük bir titreşimle sarsılıyor. Son çağın en önemli bilim kadınlarından Profesör Eva Hanım: “Bir çay bardağına atılan şeker karıştırılırken çıkan ses, uzaydaki her zerrede hissedilir.” demişti.


Mânevi değerler daha büyük bir hassasiyet içinde. Gazetelerin, televizyonların hiç düşünmeden saldırdıkları, hücum ettikleri örf, âdetler, muaşeret kuralları, gelenekler, görenekler, bazen yüzyıllarca devam eden bir çabanın sonunda nesilden nesile aktarılarak kuruluyor, devam ettiriliyor. Onlarla oynamaya, onları küçük görmeye, hakir görmeye hiçbirimizin hakkı yok ki. Çünkü o güzellikler, incelikler, edepler, zarafetler, hayatın ince nüansları, hepimizin titizlikle koruyacağımız, üzerine titreyeceğimiz değerler değil mi? Bu saygısızlık niçin? Bu hoyratlık, bu kabalık niçin? Bu vatan hepimizin. Hepimiz bu geminin içindeyiz. Gemi batarsa hepimiz mahvolacağız. Ne olur biraz dikkâtli olalım, biraz saygılı olalım. Lütfen bindiğimiz dalı kesmeyelim. Bir şair;



“Ben yanmazsam, sen yanmazsan, biz yanmazsak


Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa”


diyordu. Gelin hepimiz el ele verelim, bu mânevi değerlerin ezilmesine, çiğnenmesine, ayaklar altında yok edilmesine imkân vermeyelim.


Bir şairimizin de dediği gibi, eğer biz sahip çıkabilirsek bu vatan batmayacaktır.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]