subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt VIII                                                                    Sabri Tandoğan

 

Niçin Yaşıyoruz?


Kâinatın Efendisi bir Hadis-i Şerifinde; “Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar” buyuruyor. İnsanoğlu dünyaya bir melek gibi tertemiz, pırıl pırıl geliyor. Sonradan aile, okul, toplum üçgeni el ele veriyorlar, o melekten nice tipler üretiyorlar. İnsan ruhu o kadar hassas ki, hayattan aldığı izlenimler daha ana karnında başlıyor. İngiltere’de bir araştırma yapılıyor. Ana karnındaki çocuğun özel cihazlarla hareketleri kameraya alınıyor. Dışarıda bir kadın ve bir erkek kavga ediyorlar. Çocuk kavga sesini duyunca alnı buruş buruş oluyor. Gergin bir ifade ile yumruklarını sıkıyor. Bunu İngilizce bir tıp dergisinde okudum. Ve o kavgadan alnı buruş buruş olan çocuğun fotoğraflarını gördüm. Ürperdim. Gözlerim yaşardı. Bazıları diyebilir ki, ana karnındaki çocuk dil bilmez ki, nerden anlayacak. Ama anlıyor işte. Çıkan eksi elektrik dalgaları ana karnındaki çocuğa kadar yayılıyor. Geçen yıl televizyonda ilginç bir olaya şahit oldum. Konya’da bir mühendis evleniyor. Bir kızı oluyor. Arkadaşları hayırlı olsuna gidiyorlar. Bir husus dikkâtlerini çekiyor. Mühendis bey arkadaşlarının önünde son derece edeple, incelikle, saygıyla oturmaktadır. Gelenlerden bir misafir dayanamaz. “Kardeşim,” der, “Biz çocukluk arkadaşıyız. Birbirimizi yıllardır tanıyoruz. Bu kadar ihtirama ne gerek var? Lütfen rahat otur.” Onun üzerine mühendis bey cevap verir. “Arkadaşlar,” der, “Ben, kızım olduğu zaman önce Allah’ıma şükrettim. Sonra söz verdim. Ölünceye kadar hayatımın her anında mânen ve maddeten dikkâtli, düzenli ve tertipli olacağım. İleride kızıma örnek olmak istiyorum. Çünkü kızımın, yaşadığı sürece onurlu, iffetli, saygıdeğer bir insan olmasını istiyorum. Ben örnek olmalıyım ki, bunu istemeye hakkım olsun.” Çok duygulandım. Gözlerim yaşardı. Günümüz insanlarının neden mutlu olamadıklarının, huzurdan uzak yaşadıklarının ne güzel bir açıklamasıydı bu sözler. Aile yuvası, çocuğun yetişmesinde o kadar önemlidir ki, o yuvada annenin veya babanın sesinin yükselmesi, sertleşmesi bile çocuğu tedirgin etmeye yeter. Bazen öyle bir durum onun sabaha kadar uykusunu kaçırabilir. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak Hazreti Musa’yı Firavun’u Hak’ka davetle görevlendirir. Bir Âyet-i Kerime’de “Ya Musa, Firavun’la konuşurken yumuşak ve tatlı söyle” buyurulur. Çocuk yetişirken, her gün aileden, okuldan, toplumdan gelen çeşitli etkilerle sarsılıyor. Ölüp ölüp diriliyor. Ve öyle bir an geliyor ki, içinde doğuştan getirdiği güzellikler birer birer ölüyor. Yok oluyor. Gazeteler, radyolar, televizyonlar birkaç istisna dışında alev kusuyorlar. Zehir saçıyorlar. Bu kadar hassas yaratılan insan ruhu üst üste gelen bu negatiflikler karşısında nasıl dayanacak? Nasıl direnecek? Yavaş yavaş o da olumsuzluklar zincirinin bir halkası olup çıkıyor. Bugüne kadar televizyonlarda gösterilen dizilerde bir tek olumlu, örnek, medeni bir aile gördüyseniz lütfen söyleyiniz. Sanki kabalıkta, edepsizlikte, hoyratlıkta örnek oluyorlar. Bu ne kadar acıdır. Bir zamanlar Türkiye ile Amerika arasında bir kültür anlaşması vardı. İki ülkenin gençleri belli bir süre gittikleri yerde misafir kalıyorlardı. Bir arkadaşımın kızı da bu anlaşmayla Amerika’ya gitmişti. Akşam yemek yeniyor. Yemekten sonra arkadaşımın şimdi göz doktoru olan kızı ayağa kalkıyor. Evin hanımı soruyor. “Kızım nereye gidiyorsun?” “Televizyona” diye cevap veriyor. “Birazdan Dallas dizisi başlayacak.” Anne birden asabileşiyor. “Kızım,” diyor, “biz şerefli bir aileyiz. Bu kutsal çatının altında, ben o rezil dizinin seyredilmesine müsaade edemem. İlle görmek istersen, yarın memleketine git. Orada rahatça seyredersin.” Bunu işittiğim zaman çok duygulanmıştım. Hayattaki her şey insanları müspet veya menfi etkiliyor. Okunan gazete, seyredilen televizyon, konuşulan insanlar, konuşulan konular, hepsi, hepsi bizi etkiliyor.


Gördüğümüz, işittiğimiz, şahit olduğumuz ne varsa üzerimizde iz bırakıyor. Şuuraltımızın derinliklerine işliyor. Bizler madem ki dünyaya bir melek gibi tertemiz geldik, yarın mânevi hayatımıza giderken de geldiğimiz günkü ruh temizliği ile dönmemiz gerekmez mi? Aynı ruh sâfiyetini, güzelliğini korumak için de hepimiz elimizden gelen gayreti göstermeliyiz. O kadar temiz, nezih, güzel yaşayalım ki, yaşadığımız hayat bir cennet olsun. Melek gibi yaşayalım, birbirimizi kırmadan, incitmeden, haram yemeden, harama bakmadan, haram düşünmeden yaşantımız öyle güzel olsun ki, yarın âhiret hayatımızda eyvah pişman olduk demeyelim. Dövünmeyelim. Feryad-ı figan koparmayalım. Dünyası cennet olanın âhireti de cennet olur. İnsan hayatta ne ekerse onu biçer. Madem ki insan ruhu bu kadar hassas, bu kadar ince, bu kadar kırılgan, o zaman bizler de son derece dikkâtli olmalıyız. Yarın son nefesimizi verirken gönül hoşluğu içinde, en temiz duygularla, “Sevginle gireceğim toprağa, sevginle çıkacağım topraktan” diyebilmeliyiz.


Çok enteresandır. İnsanlar bazen aralarında anlaşıyorlar. Bu Pazar pikniğe gidelim diyorlar. Hazırlıklar başlıyor. Kimisi börek, kimisi köfte, kimisi dolma yapıyor. Herkes kendine göre piknik yerine götüreceği bir şeyler hazırlıyor. Piknik yerine varılınca poşetler açılıyor. İnsanlar hazırladıklarını ortaya çıkarıyorlar. Bir aile düşünün. Hiçbir tedariki yok. Elini kolunu sallayarak gelmiş. Orada herkesin hazırladıklarını görünce, o aile mahcup olmaz mı? Yüzü kızarmaz mı? Yarın mânevi âleme göçünce, Allah esirgesin kim o duruma düşmek ister. Hepimiz, adına âhiret âlemi denilen o yerde bir araya geleceğiz. Hiçbir hazırlığı, hiçbir tedariki olmayanlar, elini kolunu sallayarak gidenler orada nasıl bir ruh hâli içinde olacaklar. Hiç düşündüler mi acaba?


Şu yaşadığımız hayatın her günü, her saati ayrı bir imtihan. Hepimiz sürekli olarak imtihan ediliyoruz. Amaç yetişmemiz, tekâmül etmemiz, olgunlaşmamız değil midir? Bu imtihanlar her şahıs için ayrı. Ama bilelim ki, bu imtihandan kurtuluş yok. Bizler de son nefesimizi verinceye kadar bu imtihanlardan yüzümüzün akıyla çıkmaya çalışalım. Peygamber Efendimiz ne güzel söylemiş; “Ya hayır söyle, yahut sus” diye. Bir tek bu Hadisi uygulayabilsek aile yaşantımız, meslek hayatımız, ne kadar farklı olur. Güzellikler içinde yaşar, güzellikler içinde ruhumuzu teslim ederiz. O son an ne kadar önemli. Bir ömrün muhassalası iman içinde, huzur ve sükûn içinde, rahatlıkla, sükûnetle çene kapayanlar ne güzel insanlardır. Allah bunu cümleye de, bize de nasip etsin. Biz de yaşarken “Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz” diyelim. Olur olmaz nedenlerle birbirimize darılıp, küsüp, kırılıp birbirimize sırtımızı döneceğimize, “Aşk gelicek, cümle eksikler biter” diyerek, “Gelin canlar bir olalım” diyerek birbirimizi kucaklayalım, “Sevelim, sevilelim dünya kimseye kalmaz” diyerek hayata veda edelim...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]