subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt VIII                                                                    Sabri Tandoğan

 

Yaşama Sevinci


Dün bir okurum ziyaretime geldi. İyi niyetli, temiz, efendi bir insan. Dert yandı. “Efendim,” dedi. “Bazı gazeteleri okudukça, bazı televizyon kanallarını dinledikçe kafam iyice karışıyor. İç dünyam allak bullak oluyor. Bazen uykularım kaçıyor. Bazen hâne halkına karşı hiç istemesem de hırçınlaşıyorum, kabalaşıyorum. İşyerimde kalp kırdığım oluyor. Velhasıl huzurum, tadım, tuzum kaçıyor. Şaşırdım kaldım. Ne olur bana yardımcı olun. Stresli, bunalımlı bir insan oldum. Ama her insan gibi benim de biraz huzura, biraz sükûna ihtiyacım var. Ne yapmalıyım, nasıl hareket etmeliyim? Lütfen beni aydınlatın.”


Değerli okurumu, saygıyla, edeple dinledim. Sonra dedim ki, “Efendim, öncelikle yapılacak olan, panikten uzak, sakin, fıtratından uzaklaşmamış bir kafa yapısına sahip olmak. Objektif olarak hakikati görmek isteyen bir kimse, önce zihnini bir gölün durgun suları hâline getirmelidir. Bulanık bir zihin daima gerçekleri saptırır. Tedavide en önemli unsur, önce doğru teşhis koyabilmektir. Bu da öncelikle iç dünyada barışı, sulhü, sükûnu gerektirir. Kendi kendisiyle kavgada olan bir insan, çevresiyle de kavga halindedir. İç dünyasında kendi kendisiyle barış içinde olmayan bir kimse, ister istemez dış âlemle de, çevresiyle de bir kavga, bir çekişme, bir tatsızlık içindedir. Huzura giden ilk yol, Allah’tan razı olmakla başlar. Allah’tan razı olmak, önce inanmak, dosdoğru olmak, sonra kayıtsız şartsız teslim olmak demektir. Rıza, çok yüksek bir makamdır. Kâinatın en büyük şairi Yunus Emre, bir mısraında; “Bir çeşmeden akan su, acı tatlı olmaya” der. Hak’tan gelen bütün tecellilere ayrım yapmadan sükûnetle, tebessümle göğüs gerebilmek kolay iş değildir. Bu, bir aşk işidir. Sabır, tahammül işidir. Çocukluğumda çok söylenen bir ilâhi vardı;



“Güzel âşık, cevrimizi çekemezsin demedim mi,


Bu bir rıza lokmasıdır, yiyemezsin demedim mi”


Bence rızadan sonra şükür gelir. Mevlânâ, “Şükür, seni dostun nezdine kadar götürür” diyor. İnsan şükrettikçe nimet çoğalır. İnsanlar içinde nimete en çok lâyık olan, en çok şükredendir. Sonra edep gelir. Edep, aklın dıştan görünüşüdür. Edep, aklın çiçeklenişidir. Edep, öyle bir taç ki, onu başına tak da nereye gidersen git. Kişinin altınından, edebi daha hayırlıdır.


Rıza, şükür, edep, sabır, kanaât insanı insan eden en önemli hasletlerdir. İç dünyamızı bu güzelliklerle süsleyip arıtmadan, temizlemeden, iyiyi kötüden, doğruyu eğriden, nasıl ayırt edebiliriz? Eğrinin doğrusu, doğrunun eğrisi gene eğridir. Günümüzde insanlar her şeyin akıl ile halledileceğini sanıyorlar. Eğer her şey akılla halledilseydi, o zaman Allah, Peygamberlerini göndermezdi. Hayatta nice cin gibi zeki insanlar gördük. Bir türlü hayatlarını iyiye, güzele, doğruya, temiz, asil ve yüce olana götüremediler. Çırpınıyorlar. Yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar. Perişan yaşayıp, perişan ölüyorlar. Yüzmeyi bilmeden başkalarına yüzme öğretmeye kalkanların hâli ortada. Evet, akıl büyük nimet. Ama sadece aklına güvenip her şeyi halledeceklerini sananların durumları ortada…


Kâinatta boş, gereksiz, sebepsiz yaratılmış ne bir insan, ne bir hayvan, ne bir bitki, ne de bir zerre vardır. Her şey son derece ince bir plânla var edilmiştir. Önemli olan hayata, insanlara, olaylara Hak nazarıyla bakabilmektir. Yunus onun için; “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır” der.


Bu dünya güzelliklerin, çirkinliklerin, acıların ve mutlulukların yaşandığı acayip, ürpertici, düşündürücü bir âlemdir. Bir imtihanlar dünyasında yaşıyoruz. Hepimiz her an ayrı bir sınav içindeyiz. Biz bu dünyaya yiyip içmeye, nefislerimizi doyurmaya, çalıp oynayıp göbek atmaya gelmedik. Hayatın en önemli olayı nefis terbiyesidir. Gerçek mutluluk, yaşadığımız bu dünyada bütün acılara, ıstıraplara, çektiğimiz bütün çilelere rağmen nefsimizi terbiye edip olgunlaşmakta, Allah’a kavuşmaktadır. Yaşamak çok ince bir sanattır. Ancak inananlar, inançlarına göre yaşayanlar, birbirlerine sabrı ve hakkı tavsiye edenler yaşamak sanatında ustalaşırlar. Sabır, kanaat, şükür, rıza, teslimiyet ve edep olmadan mutlu ve huzurlu olacaklarını sananlar, hiç şüphe olmasın ebedi bir hüsran içinde olacaklardır. Ebedi sevgiliye ulaşmak için bu dünya bir geçit ve sınav yeridir. Yunus; “Bu dünya dopdolu kalleş / Her birinden bir ses gelir” der. Hayatın diyalektiği zıtlıklar üzerine kurulmuş. Nasıl bir pilin artı ve eksi kutupları varsa, hayat da öyle. İyi, kötü, güzel, çirkin, asil, bayağı yan yana. Her gün inanılmayacak olayları beraber yaşıyor, duyuyor, görüyor, okuyoruz. Önemli olan adına hayat denilen bu patırtı gürültü, toz duman, hay huy içinde iyi olanı, güzel, temiz ve asil olanı seçebilmek. Bu seçimde son derece hassas, dikkâtli, uyanık, tedbirli, basiretli olabilmek. Jean Paul Sartre; “Hayat eşit seçimdir” der.


İki mahkûm hapishanenin penceresinden bakıyorlardı. Biri yerdeki çamurlara baktı, tükürdü. “Ne berbat bir gece” dedi. Öbür mahkûm başını gökyüzüne çevirdi. Hayran hayran baktı… Gene baktı… “Allah’ım,” dedi, “ne muhteşem bir gece. Gökte yıldızlar pırıl pırıl.” Önemli olan bakmak değil, görmek… Görebilmek…


Efendim, hayat her zaman böyledir. Bugün böyle, yarın da böyle olacak. Yunus; “Bir siz dahi sizde görün, benim bende gördüğümü” der. Önemli olan gerçekleri kendimizde görebilmek, yakalayabilmektir. İnsan ne olduğunu, ne olmadığını bizzat kendisinde bilmek durumundadır. Cenab-ı Hak, “Ben size şah damarınızdan daha yakınım” buyuruyor. Kâinatı dolduran sayısız güzellikleri görebilmek, hissedebilmek için sükûn ve sükût gereklidir. Gereksiz sözler, bizi kendimizden, öz varlığımızdan uzaklaştırır. Gevezelik gerçeğin yerine kelimeleri koymaktan başka nedir? Önemli olan, “kal” sahibi değil, “hâl” sahibi olabilmektir. Sükût en derin konuşmadır. Unutmayalım, bu dünya bizim dünyamız değil, Allah’ın dünyasıdır. Şeytan Allah’tan uzaklığın simgesidir. Gerçeği bulmak ve ona yaklaşmak arzusu ilerledikçe gaflet azalır. Dertlerin hepsi dünyaya, onun çeşitli nimetlerine bağlılıktan doğar. Çekilen sıkıntıların hepsinin bir nedeni vardır. Yunus;


“Mal sahibi, mülk sahibi


Hani bunun ilk sahibi.


Mal da yalan, mülk de yalan,


Var biraz da sen oyalan” der.


Güzel, yumuşak, sâkin, efendice bir yaklaşım birçok sorunu daha baştan yarı yarıya halleder. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak, Hazreti Musa’yı Firavun’u Hak’ka davetle görevlendirirken; “Ya Musa,” der. “Firavun’la konuşurken yumuşak ve tatlı söyle.” Kendini içinde sakla. Derdini kimseye söyleme. Yan ama tütme. Dünyada herkes gaflette değildir. Bu dünyada gönlü Feyz-i İlâhi ve Nur-u Resûl ile dolmuşlar da vardır. Onlar yeryüzünün dengesidir. Bir Allah dostu bul da kendine ayna yap. Mümin, müminin aynasıdır. Ne dilerse öyle iş gören Allah’a kendini teslim et. O anda rıza yoluna girersin. Yaşadığımız günlerin, dakikaların kıymetini bilelim. Bir sınavlar dünyasındayız. Ne ekersek onu biçeceğiz. Dünya, âhiretin tarlası değil mi? Veren el, alan elden hayırlıdır. Hiçbir şeyin yoksa bir tebessümün de mi yok? Bazen bir tebessüm, sımsıcak bir selâm, bir insanı intihardan döndürebilir. Ona tahammül gücü, sabır, yaşama sevinci verebilir. Yazık o insana ki, içindeki iman ağacı kurumuş, Kâbe’de doğup, puthanede ölmüştür. Vicdanı ferahlandıran şey sevap, insanı daraltan, bunaltan, sıkan, içini kemiren şey günahtır. Dil ile öğüt verenler çoktur. Onlara uyma. Fiili ile öğüt verenlere uy. Aslolan inandığını yaşamak ve uygulamaktır. Dünya her zaman lâf ebeleriyle dolmuştur. Onların kendilerine hayırları yok ki sana olsun. Bir güzel hareket, yüz güzel sözden daha önemlidir. Allah’ım, İslâm’ın güzelliklerini papağan gibi tekrarlayanlardan değil, aile hayatında, iş hayatında ve sosyal hayatında onları yaşayanlardan olmamızı nasip eyle. Senin her şeye gücün yeter. Amin…

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]