subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt VIII                                                                    Sabri Tandoğan

 

Büyük Hak Aşığı Yunus Emre


Senelerce, senelerce evveldi… İçi içine sığmayan küçük bir çocuktum. Beş yaşındayım. Bir gün eve bir misafir geldi. Babamın okul arkadaşıymış. Gittim, elini öptüm, “Hoşgeldiniz” dedim. Saçlarımı okşadı. Bana beş kuruş verdi. Henüz okula gitmemiştim ama mütemadiyen kitap okuyordum. Misafir amcanın verdiği beş kuruşla kitap almak için doğru kitapçıya gittim. Gözüme bir kitap ilişti: “Yunus Emre Divanı”. Kitapçıya beş kuruşu uzattım, “Bu kitabı alabilir miyim?” dedim. Kitapçı, “Hay hay yavrum” dedi. O gün bu gündür her gün Yunus’dan bir şeyler okurum. Yunus’suz geçen bir günüm olmadı. Okudukça, üzerinde düşündükçe Yunus’a olan sevgim, saygım, hayranlığım her gün biraz daha arttı. Öyle mısraları var ki, onları anlamak, derinliğine varabilmek için yüz yıllık bir ömür çok az. Özellikle, “Yunus bir haber verir, işidenler şâd olur”, “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır”, “Her dem taze doğarız, bizden kim usanası”,


“İlim, ilim bilmektir,


İlim kendin bilmektir,


Sen kendini bilmezsin,


Ya nice okumaktır”,


 


“Dağ ne kadar yüce olsa, yol onun üstünden aşar”, “Ölümden ne korkarsın, korkma ebedi varsın”,


 



“Bu dünya dopdolu kalleş,


Her birinden bir ses gelir,


Hak’kı gerçek sevenlere,


Cümle âlem kardeş gelir”


 


“Aşk gelicek, cümle eksikler biter”, “Hiç kimse bilmez bizi biz ne işin içindeyiz”,


 



“Gelin tanış olalım,


İşi kolay kılalım,


Sevelim, sevilelim,


Dünya kimseye kalmaz”,


 


“Bir çeşmeden akan su acı tatlı olmaya” mısralarını bir ömür boyu okudum. Tamamen anladığıma, bütün inceliklerini kavrayabildiğime inanmıyorum. Allah ömür verdikçe de, son nefesime kadar okumaya devam edeceğim.


Ankara Hukuk Fakültesi’ne giden genç bir öğrenci idim. Yenimahalle’de oturuyorduk. Bizim evin karşısında bir komşumuz vardı. Ona Karamanlı Dede diyorlardı. Doksan yaşlarında idi. Arada bize gelirdi. Elini öper, hoşgeldin, derdim.


Cebinden bir defter çıkarır, oradan bana Âyetler, Yunus’dan mısralar okurdu. Dinlemeye doyamazdım. Karamanlı Dede, beş vakit namazını camide kılardı. Dimdik yürürdü. Yüzünde her zaman tatlı bir tebessüm bulunurdu. Onu tanıyıp da sevmemek mümkün değildi. Bazen Yunus’dan mısralar okurken gözlerinden yaş gelirdi. O, sekiz, on Âyet, Yunus’un sekiz, on mısraı ona inanılmaz bir güzellik kazandırmıştı.


Asırlarca insanlar hoşgörü konusunda binlerce kitaplar yazdılar, onbinlerce makale kaleme alındı. Ama hiçbiri Yunus’un, “Yaradılanı hoş gör, Yaradan’dan ötürü” mısraı kadar anlamlı değildi. Ele aldığı her konuyu, çok basit bir dille, Yunus kadar güzel anlatan dünyada ikinci bir şair yetişmedi. Yunus için hiç çekinmeden kâinatın en büyük şairi diyebiliriz. Yunus dost, Yunus kardeş, Yunus sevgili. Allah aşkını, insanlık kültür tarihinde Yunus kadar güzel anlatan kimse olmadı. Hep o sadelik, o edep, o tevazu ve o güzellik içinde, her yerde, her şeyde, her vesileyle Allah aşkını terennüm etti. O, gönüllerin sultanıydı. O, aşkın sultanıydı. Şimdi bazı kimseler kalkıyor, bu muhteşem insanı ateistlikle, sosyalistlikle, ihtilâlcilikle itham ediyorlar. Bu, insanlık kültürü adına, düşüncenin haysiyeti adına ne utanç verici bir durum. Bu firavun taslakları, bu geri zekâlılar, hiç utanıp sıkılmıyorlar mı? Kendi hasta ruhlarını, imansız gönüllerini, neden bir dünya güzeli insana fatura etmek istiyorlar? Anlamak mümkün değil. Zavallılar, Ebu Cehil’lerin, Ebu Leheb’lerin torunları. Sizlerden utanç duyuyoruz. Hayatta öyle insanlar var ki, efendice, imansız olmayı bile beceremiyorlar. İlle kömürlüğe dönmüş, simsiyah olmuş iç dünyalarını birilerine bulaştırmaya çalışıyorlar. Zavallılar, bilmiyorlar ki, “İt ürür, kervan yürür.” Onlar istediklerini yazsınlar, istediklerini söylesinler, kıyamete kadar Yunus Emre insanlığın baş tacı olacak, medar-ı iftiharı olacak.


Eceli gelen köpek, cami duvarına … derler. Bunlar ne kadar zavallı, şahsiyet sahibi olmaktan ne kadar uzak insanlar ki, işgâl ettikleri makam, mevki, sahip oldukları ünvan ne olursa olsun, tükürmeye bile değmeyecek insan müsveddeleridir. Hayat, ancak büyük, güzel, yüce insanlarla bir anlam kazanıyor. Bir Shakespeare, sade İngilizlerin değil, bütün insanların medar-ı iftiharıdır. Bir Montaigne, bir Goethe, bir Tolstoy, bir Dostoyevski, bir Çehov için de aynı şeyleri düşünebiliriz. Bir Japon estetik hocası, “bir resim sergisini gezerken, güzel bir tablonun önünde saygıyla durun. Ona büyük bir hükümdarın huzuruna yaklaşır gibi yaklaşın” diyor.


Hayatta insan, içindeki saygı, edep, incelik kadar önem taşır. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah her an yeni bir şe’n üzeredir” buyruluyor. Büyük Yunus, güzel Yunus, bunu ne kadar güzel yorumluyor: “Her dem taze doğarız, bizden kim usanası”, “Cümle yerde Hak nazır, göz gerektir göresi” diyor. Her an dünya yeniden kuruluyor, her an insan yeniden doğuyor. Muhteşem bir oluşum içindeyiz. Ne olur içimizin karanlığından kurtulabilsek. Nefsimizin azgınlığını bir kenara koyabilsek, hayata, varoluşa her an yepyeni bir gözle bakabilsek. Mevlânâ,



“Dün dünle beraber gitti cancağızım


Bugün yeni şeyler söylemek lâzım”


diyor. Ne yazık ki, bazı kimseler, işgâl ettikleri makamların, sahip oldukları unvanların sarhoşluğu içinde sallanıp duruyorlar. Bir o yana, bir bu yana gidip geliyorlar. Gözlerini aşka ve güzelliklere sımsıkı kapamışlar. Nefislerinin elinde oyuncak oluyorlar. Arkasından da saçmalamalar başlıyor. Aslında şu dünyada hepimiz misafiriz. İşte geldik, gidiyoruz. Hep düşünürüm. Bazen üç beş aile birleşir, bu hafta sonu pikniğe gidelim derler. Günlerce önceden hazırlık başlar. Kimisi köfte, kimisi dolma, kimisi börek yapar, kimisi yumurta kaynatır. Bütün bu hazırlıklar, piknikte geçecek üç dört saat içindir. Bizler âhiret yolculuğuna çıkacağız. Hani hazırlığımız? Allah rızası için ne yaptık ki, ne götüreceğiz? Yunus ne güzel anlatıyor:



“Sana derim ey hoca,


Sırat Köprüsü nice,


Kıllardan daha ince,


Geç derlerse ne dersin?”


Birtakım ne idüğü belirsiz insanlar, firavunluk taslayarak talebelerine söz hakkı bile vermezken, Yunus, sonsuz bir edep ve tevâzu içinde,



“Miskin Yunus, sen seni bir adam mı sanırsın?


Hâlini miktarını bil derlerse ne dersin?”


diyerek zarâfet ve inceliğin en güzel örneğini gösteriyor. Günümüzün ortalığı kasıp kavuran çirkin ve materyalist havası içinde Yunus, tek mısra ile, kâinatın en güzel teşhisini koyuyor: “Bunca varlık var iken, bitmez gönül darlığı” diyor.


Bir Yunus’un insanı ve toplumu kurtaracağına bütün kalbimle inanıyorum. Hem dertleri teşhis ediyor, hem devâsını gösteriyor:



“Gelin tanış olalım,


İşi kolay kılalım.


Sevelim, sevilelim,


Dünya kimseye kalmaz”


diyor. Ne olur içimizin karanlıklarından, kirlerinden biraz sıyrılalım. Edeple, tevâzu ile, saygıyla, Yunus’un huzuruna varalım, mübarek ellerinden öpelim. O’nun içindeki sevgi, iman, Allah aşkı, saygı ve edep yedi milyar insana yeter de artar bile...

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]