subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt VII                                                                          Sabri Tandoğan

 

Mutlu Olabilmenin Değişmeyen Şartı


Geçen akşam telefon çaldı. Açtım, telefondaki zat çok dertli. “Efendim,” dedi, “çok mutsuzum, huzursuzum. Aklıma kötü şeyler geliyor. Bir türlü orta yolu bulamıyorum. Bazen dünya hayatı çekiyor beni. Çeşitli zevkler, eğlenceler başımı döndürüyor. Bazen mânevi hayata yöneliyorum. İçimde öyle temiz, öyle nezih duygular hissediyorum ki, işi gücü bıraksam, kendimi yalnız ibadete versem. Yalnız mânevi güzellikleri olan insanlarla görüşsem. Bu iki zıt düşünce arasında bir gelgit olayı yaşıyorum. Bazen bir tarafa, bazen öbür tarafa yalpalıyorum.


Bunun pek çok mahzurları ortaya çıkıyor. Bir tarafa meylettiğim zaman edindiğim dostlar, öbür tarafa meylettiğim zaman şaşırıyorlar, hayret içinde kalıyorlar. Bu, bir halden öbür hale geçişler, beni ruhen de, bedenen de sarsıyor, hırpalıyor. Ne yapmak lâzım geldiğini kestiremiyorum. Lütfen bir yol gösterir misiniz? Yaşım kırkı geçti. Artık sağlam, temiz, nezih bir aile yuvası kurup, istikrarlı bir hayat yaşamak istiyorum. Bu gelgitlerden kurtulmak istiyorum. Ne yapayım, nasıl hareket edeyim?”


Telefondaki zata, efendim, dedim. Yapılacak iş, hiç de sandığınız gibi çok karışık, çok karmaşık değil. Bütün mesele, hayat boyu, uçurumun kıyılarında dolaşmadan, orta yolda sağlam bir şekilde yürüyebilmek. Bunu bize temin edecek tek yol, İslamî Tevhid yoludur. Ne zaman ki madde ile mânâ, ruh ile beden, soyut ile somut, dünya hayatı ile âhiret hayatı arasında bir denge, bir birlik ve beraberlik kurulursa, o zaman sarsıntılar geçirmekten, çırpınmaktan, bunalmaktan kurtulur, memnun ve mesut, huzur ve sükûn içinde tevhidin güzelliklerini yaşar, dünya hayatında da âhiret hayatında da cennet içinde oluruz. Önemli olan, ne ruhu, ne bedeni inkâr etmeden, ihmal etmeden, tevhidin gösterdiği ışık altında, ölçüler içinde yaşayabilmek.


Şu anda sağız. Yaşıyoruz. Varız. Şu anda bizim bir ruhumuz, bir bedenimiz var. Dünyanın en büyük velisi de, akşam olunca içecek bir tas çorba ister. Uykusu gelince yatacağı bir yatak ister. Sokağa çıkacağı zaman dosta düşmana karşı mahcup duruma düşmemek için giyeceği bir elbise ister. İnsanoğlu sadece maddi ihtiyaçlarını tatmin etmekle mutlu olamaz ki.


Hangi insan bugüne kadar karnım tok, sırtım pek, deyip, o halde dünyanın en mutlu insanı benim diyebilmiştir. İnsanların maddi ihtiyaçlarının yanı sıra mânevi ihtiyaçları da vardır. Descartes “Düşünüyorum, o halde varım” demişti. Mânevi ihtiyaçlar da maddi ihtiyaçlarımız gibi tatmin olmak ister. Onlara aldırış etmediğimiz zaman, karşılamadığımız zaman, cevap vermediğimiz zaman, en mutsuz insan biz oluruz. İşte, bu iki yönümüzü de aklın, ilmin, inançların doğrultusunda düzene koymadığımız zaman problem başlıyor. Ortaya çıkan ilk sorun, o şahıstaki dengesizlik oluyor. Mala, mülke de sahip olsa, mevki, makam, rütbeye de ulaşsa, yine de o cıvıl cıvıl, o pırıl pırıl yaşama sevincine ulaşamıyor. Bir türlü “Seviyoruz, seviliyoruz, güzelliğimiz bu yüzden” diyemiyor.


Hayatta her şey bir denge, bir uyum, bir âhenk istiyor. Meselâ çorba yapıyoruz. Biraz tuz koyuyoruz. Çorbanın tadı geliyor. Ama tuz biraz fazla kaçınca zehir gibi oluyor, içilmiyor. Keza çay içerken kimi insan bir, kimi insan iki şeker koyuyor. Ama dokuz, on şeker koyarsanız, o çay içilmez. Bu giyim konusunda da böyledir. Bir kravat güzel olabilir. Kaliteli olabilir. Ama elbise ile uyum göstermediği takdirde, giyilen elbisenin de, takılan kravatın da kıymeti kalmaz. Hayatta aklınıza gelen hangi konu olursa olsun durum değişmez. Bilimde de böyledir, güzel sanatlarda da. Denge, uyum, âhenk, hayatın hiç değişmeyen ana kanunudur. Bütün mesele, bizi dengeli yaşamaya götürecek o ölçütleri, kriterleri bulabilmekte. Bunu bize öğretecek tek ilim, İlm-i Tevhid’dir. Bu, madde ile mânâ arasındaki tevhidi insanlık tarihinde gösteren tek insan Resulullah Efendimiz olmuştur. Bugün insanlık bir türlü bu dengeyi bulamıyor. Kâh bir tarafa, kâh öbür tarafa yalpalıyor. Bizi ve bütün insanlık âlemini bu çırpınmalardan kurtaracak tek yol, Peygamber Efendimizin gösterdiği tevhid yolu olmuştur. Peygamber Efendimiz sade Müslümanların değil, kâinattaki bütün insanların, bütün varlıkların rehberi, kurtarıcısı, yol göstericisidir. Peygamber Efendimiz o kadar büyük, o kadar yüce yol göstericidir ki, onun bir tek Hadis-i Şerifini, meselâ, “Ya hayır söyle yahut sus” hadisini, aile hayatında, iş hayatında, sosyal hayatta uygulayabilenler, velayet makamına ererler, her iki dünyada da mesut ve bahtiyar, huzur içinde yaşarlar.


Erzurumlu büyük veli İbrahim Hakkı Hazretleri, üç asır önce tehlikeyi görmüştü. Medreselerden müspet ilimler kaldırılıyordu. O günkü ulema geçinen cahiller, aklı evveller, ne lüzum var müspet ilimlere, mânevi ilimler bize yetmez mi, diyorlardı. Hazret, çok çırpındı, çok didindi ama sözünü dinletemedi. İşte Marifetname isimli dev eser bu çırpınmalar sırasında ortaya çıktı. Ve sonra gelen yüzyıllar İbrahim Hakkı Hazretlerinin ne kadar haklı olduğunu ortaya çıkardı. Müspet ilimleri fuzuli gibi görüp gündemden çıkarışımızın cezasını çok ağır ödedik. Ve hâlâ ödüyoruz. Bu zıtlık, bu karşıtlık, gerçekte öyle midir? Yoksa sadece bir görünüşten mi ibarettir. Acaba onlar birbirini mi tamamlıyor?


Transistörlü radyomuzu çalıştırmak için, çarşıya gidip pil alıyoruz. Bir ucu artı, bir ucu eksi. Peki, iki ucu artı olsa ne olur, hiç. Sadece radyo çalışmaz. İlle bir ucu artı, bir ucu eksi olacak. Hayatta her şey pil örneğinde olduğu gibi birbirini tamamladığı zaman bütünleşiyorlar, bir senteze, bir tevhide ulaşıyorlar. Mesele, ne sadece dünyaya bağlanmak, ne de dünyadan el etek çekip rahip hayatı yaşamaktır. Çok görüldü, çok denendi. Bu iki yol da bizi huzura ve mutluluğa götürmüyor. İslâmiyet bu dengeyi, bu sentezi ne güzel kurmuş. Evde tek başına namaz kılmak, iyi güzel. Allah kabul etsin. Ama aslolan camide, mescitte cemaatle beraber kılmak değil midir? Evet, tek kılınan namazla da, birçok güzellikler yakalanabilir. Ama cemaatle kılınan namazın insana getireceği öyle incelikler ve güzellikler vardır ki, bunları sıralamak, değil bir yazının, bir kitabın bile sınırlarına sığmaz. Hayat öylesine ince ipliklerle dokunan bir doku ki, en ufak bir kabalık, görgüsüzlük, ilkellik bazen hayat boyu telâfisi mümkün olmayan zararlar meydana getirebiliyor. Hepimiz ama hepimiz güzel bir sözün, masum, temiz bir tebessümün, ince bir davranışın etkisini ömür boyu unutabilir miyiz? Peygamber Efendimiz, “Hediyeleşiniz, hediyeler kalpte kalan küçük kırgınlıkları giderir” buyuruyor.


Eğer bizler, hayat boyu memnun, mesut ve bahtiyar yaşamak istiyorsak, burnumuzun dikine gitmekten vazgeçelim. Hayatın muhteşem bütünlüğünü bozmaya, bölmeye kalkmayalım. Sonra bir gün bakarız ki, olanlar olmuş ve bizler o yükün altından kalkamıyoruz.


Rabbimize şükredelim. Bize Resulullah Efendimiz gibi bir yüce Peygamber gönderdi. Bir büyük, bir güzel tevhid ilminin sultanını gönderdi. Ancak O’nun yolundan giderek, O’nun dediklerini uygulayarak, O’na en büyük sevgiyi ve saygıyı göstererek doğru yolu bulabiliriz. Aksi takdirde yapılan bütün işler, hep buz üstünde yazı yazmaya benzeyecek.


Allah, bizleri de, yeryüzündeki bütün insanları da bu feci akıbetten korusun.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]