subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt VI                                                                          Sabri Tandoğan

 

Sevelim, Sevilelim

Allah nasip etti, ilk sayısından beri Hakses Dergisi’ni oku­yorum. Gittikçe dergi güzelleşiyor. Postadan gelir gelmez ilk ola­rak sevgili dost, değerli insan İsmail Karakaya’nın yazısını oku­rum. Son sayıların birinde okuduğum bir cümle, beni uzun uzun düşündürdü. İnanamadım, “Acaba yanlış mı görüyorum?” de­dim, tekrar tekrar okudum. Sayın Karakaya derginin bazı Müf­tülüklerde sattırılmadığını yazıyordu. Hâlâ kafam almıyor. Hâlâ tereddütler içindeyim. “Allah’ım” diyorum, “Bu kadar nezih, te­miz, asil, İslâm’a her yönüyle saygılı, edep dolu, incelik dolu, zarâfet dolu bir dergi nasıl baltalanır?”, akıl alacak gibi değil. İmkân olsa da o zatlarla bir görüşsem, “Efendim” desem, “Bu mübârek dergide zararlı olan nedir, sakıncalı olan neresidir, lüt­fen gösterir misiniz?” Acaba bu kimseler, yarın bu hareketlerinin hesabını vereceklerini hiç düşünüyorlar mı? Her hareketimiz­den, her sözümüzden, her düşüncemizden dünyada da, âhirette de sorumlu olacağımızın acaba farkındalar mı?


Şöyle bir etrafımıza bakalım; bu indî hareketler, bu nefsanî davranışlar, toplumun her köşesinde, her yerinde karşımıza çıkıyor. Bitip tükenmek bilmiyor, önüne gelen ahkâm kesiyor, efendim diyor, bana göre diyor, bize göre diyor, şu şöyledir, bu böyledir. Kardeşim, sen kimsin? Senin tahsilin ne, görgün ne, bilgin ne, hayat tecrüben ne? Dört kitap okumakla, kendini bir adam mı oldum sanıyorsun? Acaba sen hayatı, insanları, ya­şamayı, varoluşu, kutsallığı, mâneviyatı tanıyor musun? Kimsin sen? Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki, birileri çıkıp da, “Söndür sigaranı efendi, kendine gel, bu küstahlığı kimden öğrendin?” demiyor, herkes yaptığıyla kalıyor. Adamlar utanmadan, arlan­madan pis pis sırıtıp: “Ben yaptım, işte bu kadar” diyorlar. Ben onların inançlarından da şüphe ediyorum, bu toprağın üstü varsa, altı da var. Ankara’da Sıhhiye’de Diyanet Vakfı Yayınevi var. Israrlı istekler üzerine, kitaplarımı oraya bıraktım. Satılıyor, tekrar isteniyordu. Allah şahittir ki, hiçbir kitabımdan bir kuruş kâr amacı gözetmedim, fiyat olarak da yalnız kâğıt ve baskı masrafını koydum. Bugüne kadar hiçbir kitabımdan bir tek çay içmiş değilim. Bir sivri akıllı çıkıyor, kitapların satışını yasaklıyor. Bu olay beni çok müteessir etti, günlerce ağlattı. Bana saygısı olan bir insan, telefon edip soruyor: “Bu yasaklanmanın sebebi nedir?” diyor, “Söyleyin, biz de bilelim, ona göre bir hata, bir yanlışlık varsa düzeltelim.” Aynı küstahlıkla cevap veriliyor: “Söyleyemeyiz” diyorlar. Şimdi soruyorum, bu yasaklayan in­sanda veya insanlarda zerre kadar edep, hayâ, inanış varsa neden söylemiyorlar? “Kardeşim, senin yazdığın kitap dine ay­kırıdır, İslâm’a aykırıdır, medeniyete aykırıdır, insanlığa aykı­rıdır” demiyorlar. Soruyorum onlara, kitaplarımda İslâm’a aykırı, Kur’an’a ve Hadise aykırı, Sünnet-i Seniyyeye aykırı bir tek cümle varsa, hepsini alıp ibret-i âlem için Kızılay’da yakacağım. Âhirette iki elim, iki yakalarında olsun, hakkımı helâl etmiyorum. Daha bu tür davranışların nicelerini sıralayabiliriz. Sonuç hep aynı; “Bana göre şöyle, bize göre böyle.” Bu toplumu nereye götürür? Bilseler ki o kitaplar, bütün bir ömür boyu, bir insanın çocukluğunu bilmeden, gençliğini yaşamadan gece gündüz öle­siye çalışmaları ile ortaya çıktı. O kitaplar, o kimsenin maa­şından biriktirdiği, yerine göre rızkından keserek topladığı pa­rayla basıldı, kimsenin en ufak bir katkısı olmadı. Amaç, İs­lâm’ın güler yüzünü, Peygamberimizin yüce şahsiyetini, bugü­nün çeşitli şüpheler, tereddütler içinde çırpınan gençlerine, in­sanlarına tanıtmak. Eğer o kitaplarda İslâm’a aykırı bir tek cüm­le varsa, her an canımı bile vermeye hazırım.


Hakses Dergisi’ne yapılan haksızlık, zulüm benim şahsıma da yapıldı. İkisini de Yüce Mevlâ’mıza havale ediyorum.


Acaba bunlar niçin oluyor? Biraz meselenin bu yönünü irde­leyelim, neden insanlar daimi bir kavga, sürtüşme, didişme için­deler? Değer mi? Hepimizin televizyonlardan dinlediğimiz bir şarkı var: “Ömür dediğin şey, küsecek kadar çok mu?” Bir­birimizi sevgiyle, saygıyla, aşkla, inançla kucaklamak varken bu hasmâne tavırlar niçin? Şahsımızın, ailemizin, içinde yaşadı­ğımız toplumun ve bütün insanlık ailesinin bu tür tavır alışlardan kazancı ne oluyor? Yarın Hakses Dergisi’ni yasaklayanlar, Sabri Tandoğan’ın kitabını yasaklayanlar, Allah’ın huzuruna çıktıkları zaman, bunun hesabını nasıl verecekler? Yasakçılara sesleni­yorum, o beğenmediğiniz, hor hakir gördüğünüz, tekmelediğiniz kitaplar, toplumun çeşitli kesimlerinde kaç insana yaşama se­vinci verdi, mutluluk verdi, onları intiharın eşiğinden döndürdü, yıkılmakta olan kaç aileyi bölünüp parçalanmaktan kurtardı, kaç insanın hayatının kötü gidişini değiştirdi, kaç insanı daha iyi, daha güzel olmaya, Muhammedî aşka götürdü, ibadete gö­türdü, Kabe’ye götürdü, haberiniz var mı? Soruyorum sizlere sayın yasakçılar, hangi biriniz evde karınız, çocuklarınız ara­sında etkili olabildiniz? Akrabalarınız, arkadaşlarınız, komşula­rınız arasında etkili olabildiniz? Soruyorum size. Yetmiş yaşında bir insanı, kaç gece hüngür hüngür ağlatmak, acaba yanınıza kâr mı kalacak; sizi ben affetsem Allah affeder mi? Sizler; iyinin, güzelin, temiz, büyük, asil ve yüce olanın hasmı olan sizler, acaba yarın sizi kim kurtaracak?

Yıllardır düşünürüm, bu işler neden böyle oluyor diye. Bir tek sebep görüyorum: Ölçülerimiz yanlış, değer yargılarımıza hedef aldığımız kriterlerimiz sakat. Ahkâm kesiliyor radyolarda, tele­vizyonlarda, gazetelerde, çarşıda, pazarda. “Şu şöyle olsun, bu böyle olsun” diye. Soruyorsunuz: “Sayın kardeşim, gerekçeniz nedir?” Kaşlarını çatıyor, kin dolu, nefret dolu, sevgiden, say­gıdan, edepten uzak bakışlarla: “Efendim” diyorlar, “Ben böyle düşünüyorum, ben böyle istiyorum.” İş nefsâniyete dökülünce bunun sonu gelmez ki. Ölçülerimiz, indî düşünceler değil, nef­sanî çığlıklar değil, Kur’an, Hadis, Sünnet-i Seniyye olmadıkça bu sürtüşmeler, bu çekişmeler, bu kara çalmalar ne yazık ki hep devam edecek. Kâinatın Efendisi ne buyuruyor: “Allah’ım beni bir an, bir andan da kısa bir zaman nefsime bırakma.” Kâi­natın en büyük şairi Yunus Emre ne diyor, kulak verelim: “Aşk gelicek, cümle eksikler biter”, “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.” Gelin kardeşlerim, şu nefsi bir kenara bıra­kalım, kavgaları dövüşleri bir yana bırakalım, el ele verelim, iyiden, güzelden yana olalım, temiz, asil, büyük ve yüceden yana olalım. El ele tutuşalım, bir insanlık şarkısını beraberce söyleyelim. Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]