Yarı Aydınlar
Liseyi Ankara’da Gazi Lisesi’nde okudum. O günler inanılmaz güzelliklerle dolu, renk dolu, şiir dolu, ışık dolu idi. Bir tarih hocamız vardı, Enver Behnan Şapolyo. Enver Behnan Bey, kendi dalında otuzdan fazla eser veren kıymetli bir hocamızdı. Kendisini çok severdik. Derslerine doyum olmazdı. Zil çaldığı zaman, teneffüse bile çıkmak istemezdik. Bir gün, bir arkadaşın sorusu üzerine, “Hayatta ne yapacaksanız, onu en iyi, en güzel yapmaya çalışın. Yarım iş yapmayın. Yarım adam olmayın. İnsanın gerçek değeri, içinde taşıdığı mükemmellik duygusu kadardır. Bir çöpçü, kendi semtinin en iyi çöpçüsü olmaya çalışmalı, bir dönerci, o çevrenin en güzel dönerini yapmak için çaba harcamalı, bir devlet adamı toplumunu çağının en güçlü, en ileri devleti haline getirmeye çalışmalı.” demişti.
Aradan uzun yıllar geçti. Ama o sözleri sık sık düşündüm. Kafamda şekillendirdim. Bugün şu kanaatteyim. Bir toplum için en zararlı insanlar, yarı aydınlar oluyor. Vaktiyle bütün çabaları bir diploma ele geçirmek olan insanlar, ileride de geldikleri yeri koruyabilmek için, her türlü tâvizi verebiliyor, her türlü küçük davranışta bulunabiliyorlar. Netice ne oluyor? Bundan kendileri kaybediyor, aileleri kaybediyor, çoluk çocukları kaybediyor, memleket kaybediyor ve bütün insanlık ailesi kaybediyor. Bu düşüncenin en güzel örneğini, Japonlarda görüyoruz. Japonlar çok küçük yaştan itibaren çocuklarına şunu telkin ediyorlar. “Aman evlâdım, ne iş yaparsan yap, onu en iyi yapmalısın. İşini yaparken, kendini hep Allah’ın huzurunda hissetmelisin. O işten haz duymalısın, heyecan duymalısın, aşk duymalısın.” Önemli olan yapılan işin türü değil, o işin nasıl yapıldığıdır. İnsan kişiliği böyle arınır, temizlenir, böyle yücelir. Kaytarmacılık, işini baştan savma, boş vermek, bugünün işini yarına bırakmak, bir insanın kendi kendine yapacağı en büyük kötülüktür. Bütün bunlar insan şahsiyetini güve gibi kemirir, eritir, yok eder. İnsan, her yaptığı işe aşkla, şevkle sarılarak başlamalı ve onu imkânları nispetinde en güzel, en iyi şekilde bitirmeye çaba harcamalıdır.
Bir resim sergisini gezmenin bile, kendine göre nice ince nüansları vardır. Sergiye gitmeden önce banyo yapmak. Büyük bir dikkâtle ve saygıyla vücudumuzu temizlerken, aynı zamanda ruhumuzu da temizlemeye çalışmak. Sonra itina ile kurulanıp, temiz çamaşırlar giyip, temiz bir kıyafetle sokağa çıkmak. Sergiye gidene kadar kimse ile konuşmamak. Dikkâtini dağıtmamak. Sergiden içeri girerken, dualar ve niyazlarla tablolardaki güzelliğin algılanabilmesi için, imkân nispetinde sessiz, sâkin ve dikkâtli olmak. Hayatta hiçbir şey basit değildir. Bütün olaylar birbirine bağlıdır. Bazen bir kelimenin bir insanı ölüme götürebileceği gibi, ölümden döndürebileceğini de unutmamalı. Yunus Emre;
Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı,
Söz ola ağulu aşı,
Yağ ile bal ide bir söz, der.
Sözün etki gücü, atom bombasından daha kuvvetlidir, atom bombasından daha büyüktür. Bir tek söz, bazen bir milleti esaretten kurtarabilir. Ona iyinin, güzelin ışıklı yolunu açabilir. Bazen bir tebessüm, bütün dünyayı dolaşır. Bazen yerinde sarf edilen bir cümle, mağlubiyete giden bir orduyu zafere döndürebilir. Her şey yerinde ve zamanında güzeldir. İyi yetişmemiş, hayatta gerekli bilgileri zamanında alamamış, laubâlilikle günlerini geçirmiş insanlar, bazı kritik dönemlerde, bir millet için bir felâket olabilirler. Yarı aydın, kendi tarihine, kendi inanışına, kendi sanatına en büyük ihâneti yapabilir. Cahil insan, ben cahilim der, burnunu her şeye sokmaz. Yarı aydın da cahildir. Ama cehâletinin farkında değildir. Ataktır, saldırgandır, kendini bir şey oldum zanneder ve bu suretle her şeye zarar verebilir. Allah bu yarı aydınların şerrinden, bütün insanları korusun. Onları da ıslah etsin. Amin.
|