Millî Eğitim Faciası
Geçen hafta gazetelerin manşetlerini görenler üzülmek, ürpermek, utanmak duygularıyla sarsıldılar. Verilen rakam korkunçtu. Kırk küsur bin talebe, üniversite seçme sınavlarında sıfır puan almışlardı. Düşünün, bir ülkenin kırk küsur bin genci biraraya geliyor ve tek puan dahi alamıyor. Okuduğum zaman önce kulaklarıma kadar kızardım, sanki dünya başıma yıkılmıştı. İçim isyanla doldu. Benim sevgili gençlerim, bu ülkenin geleceğinin umut ışığı olacak genç kızları, delikanlıları dünya kültür tarihinin sâde Türk Milletine değil, insanlığa da utanç verecek en büyük hezimetini yaşamışlardı. Herhalde kırk küsur bin yamyam biraraya gelse, bu kadar kötü netice alamazlardı. O cânım, o pırıl pırıl Türk gençlerini bu hâle getiren, kendilerini eğitimci sanan ama insandan uzak, insanın ruh derinliklerinden, ruh ukdelerinden tamamen habersiz kimselerin düşünce ve davranışları değil miydi? Bugün kaç öğrenci okulda, üniversitede hocasını en yakın akrabası gibi, ana-babası gibi görebiliyor? Göremiyorsa eğer, bütün kabahat onların mı? Hocasından sevgi, saygı görmeyen bir öğrenci, ona nasıl sevgi, saygı gösterebilir? Mânevi güzellikler, ancak edebin, inceliğin, zarâfetin, efendiliğin olduğu yerde yeşerebiliyor. Emirle, kumanda ile, not tehdidi ile, sınıfta bırakırım umacısı ile bir öğretmenin, bir çocuğun kalbinde sevgi, saygı uyandırmasına imkân var mıdır? Hayatta hangi çiftçi tohumunu atmadan mahsulünü alabilmiş ki? Kadın olsun, erkek olsun, çocuk olsun, büyük olsun, insan ruhunun kapıları ancak edeple, saygıyla açılır. Geçenlerde UNESCO’nun yayınladığı bir istatistikte, Türk eğitimi dünyanın en geri dördüncü eğitimi olarak gösterilmişti ve yine dünyada en az kitap okunan ülkenin Türkiye olduğu, UNESCO’nun yayınladığı istatistikte yer alıyordu.
Bir türlü duyan, düşünen, hisseden, okuyan, araştıran, soran, kökenini araştıran kafalar yetiştirmek yoluna gitmedik. Sloganlarla, ezbercilikle, sormayan, araştırmayan, derine inmeyen, ön yargılarla dolu, gönül gözü kapalı insanlar yetiştirdik. Diplomanın her şeye yeteceğini sandık. Bir görev alırken, gayet tabii diploma işe yarıyordu ama işte o kadar. Bugün nice üniversite mezunları var ki, hayat boyu ellerine bir kitap almıyorlar. Kitabın baskı sayısı, her yıl biraz daha azalıyor, çünkü öyle yetiştirilmişler, öyle görmüşler. Gidin sorun, kitapçılarda araştırmalar yapın, yaz ayları gelince iyice azalan satışlar, adeta durma noktasına geliyor. Seyahate çıkarken valizini hazırlayan kaç kişi acaba okunmak üzere yanına birkaç kitap da alıyor? İnsanların çeşitli yerlerdeki konuşmalarına dikkât edin, ne kadar boş, ne kadar havai olduklarını göreceksiniz. Kitap okumayan insan, düşünmeyen insan, sormayan, araştırmayan insan nasıl sohbet edebilir?
Evet, o kırk küsur bin gencimiz sıfır puan alırken, acaba bu oluşta, ailenin, okulun; radyosuyla, televizyonuyla, gazetesiyle, sinemasıyla, tiyatrosuyla toplumun rolünü araştıran çıkacak mı? Hiç sanmıyorum. Bugün dürüstlüğüyle, efendiliğiyle, çalışkanlığıyla, edep, incelik ve zarâfetiyle gençlere örnek olacak kaç aile var? Televizyonlarımızın içler acısı hâli ortada. Bazı gazetelerimizin özellikle tatil günlerinde yayınladıkları ilâveler, herkesin malûmu. Kitap yok, televizyon ve gazete de öyle, peki kültür denen olay nasıl ortaya çıkacak? Artık açıkça, düşünen insan istenmiyor. Kendini sigaraya, içkiye, kumara, uyuşturucuya bırakan insanlar, onların esiri olan kimseler, nerede ise örnek diye gösterilecek. Orhan Veli; “Düşünme, arzu et sâde, bak böcekler de öyle yapıyor” diye, bize böcek olmamızı tavsiye ediyordu. Artık düşünce neredeyse bir suç, bir hastalık gibi telâkki edilmeye başlandı. Elindeki not defterini kılıç kalkan ekibinin aracı gibi kullanan, kalbinde öğrencilerine karşı en ufak sevgisi, saygısı olmayanlar, ne güzel örnek oldular. Bu çıkan sonuç, aslında yıllarca ekilen zehirli tohumların yeşermesinden başka nedir? Zakkum ekip, gül beklemek olacak iş midir? Amacımız kimseyi itham etmek değil, olan olmuş, önemli olan bundan sonra ne yapılacağı. İnsana saygı duyulmadan, sevgi duyulmadan, ilgi duyulmadan, hoşgörüyle davranılmadan bir yere varılacağına kesinlikle inanmıyorum. Her işin başı sevgi, saygı ve hoşgörü. Biz önce diplomalı cahiller ordusu yetiştireceğimize, insanlara karşı, hayata karşı, varoluşa karşı edeple, saygıyla yaklaşan insanlar yetiştirelim. Edebin, saygının, sevginin olduğu her yer cennetten farksızdır.
Yıllarca önceydi, bir konferans veriyordum. Dinleyicilerden biri sordu; “Efendim” dedi, “Fakülte yıllarınızda sizi en çok etkileyen, sizde hayranlık uyandıran hangi hocanız oldu?” Cevap verdim, “Efendim” dedim, bütün hocalarımı severim, sayarım, saygı duyarım. Allah onlardan razı olsun, ama hayat boyu beni etkileyen, ürperten, hayranlık hissi uyandıran kimse, fakültenin kapıcısı İrfan Efendi oldu. İrfan Efendi, Erzurum’luydu. İrfan Efendi, edebin, zarâfetin, inceliğin bir simgesi gibiydi. Kapıdan girer, paltolarımızı, pardesülerimizi asardık. İrfan Efendi, çalınmasın diye onlara bakardı. Postadan gelen mektuplar, kitaplar, paketler İrfan Efendi vasıtasıyla öğrencilere dağıtılırdı. Kimi ailesinden, kimi sevgilisinden mektup beklerdi. Sorardık, bize gelen bir şey var mı diye? İrfan Efendi büyük bir incelikle, saygıyla, edeple ayağa kalkar, geldiyse mektubu verir, gelmediyse, hayır efendim bugün bir şey çıkmadı, inşallah en yakın zamanda gelir diye ümit verirdi. Hayatta önemli olan ne fakülteler bitirmek, ne yabancı diller öğrenmek, ne binlerce kitap okumak. Bunların hepsi iyi, güzel ama önemli olan insan olabilmek, önemli olan kâmil insan olabilmek, Hazreti İnsan olabilmek. Yoksa biz eğitim ve öğretime sadece diploma vermek, diplomalı insan yetiştirmek gözüyle bakarsak, hiç şüpheniz olmasın, daha nice eğitim faciaları görülecektir. Çocuğum falanca yabancı okulun giriş imtihanını kazanamadı diye intihara teşebbüs eden anne babaları gazetelerde okuyoruz. İyi güzel de, o kimseler acaba çocuğum yalan söylüyor, çocuğum tembel, çocuğum samimiyetsiz, riyakâr, iki yüzlü diye aynı ıstırabı duyuyorlar mı? Aynı dehşete kapılıyorlar mı? İşte bence her meselenin başı aile, okul, toplum üçlüsü; bu aşkı, bu heyecanı, bu ürpertiyi içinde duymadığı sürece, o çocuklar on fakülte bitirse ne olacak? Bu memlekete yapılan en büyük kötülükler, hep kapı gibi diplomaları olan, sözüm ona okumuş yazmışlardan gelmiyor mu? İnsan, önce insan, sonra insan. Toplum olarak, parolamız bu olmadıkça, kendimizi aldatmaya devam edeceğiz ve aldanışların en kötüsü, insanın kendi kendini aldatması değil midir?
|