Muhteşem Hicret
Hicret, gerek İslâm tarihinde, gerek insanlık kültür tarihinde fevkalâde önemi olan ve bu önemini kıyamete kadar muhafaza edecek bir olaydır. Bu durum, yüzyıllarca insanlar arasında yazıldı, söylendi, yorumları yapıldı, ama hâlâ önemi gerektiği kadar belirtilemedi, belki de belirtilemeyecek. Belki de insanoğlunun aklı, kültürü, ihata gücü buna yetmeyecek. Hicret, imanın nefsaniyete, özgürlüğün zulme, Hak’kın bâtıla bir zaferidir. Hicretle beraber baskı, terör, zulüm, alçaklık, ezilmiş; karanlıklar nurla, ışıkla, aydınlıkla dolmuştur. Hicretle beraber alçaklık, ihânet, arkadan vurma, yobazlık, iyi, güzel ve temiz olana karşı açılan mücadele, yerini bir gül yaprağının üzerindeki çiğ tanesi gibi güzelliklere bırakmıştır. Hicretle beraber cehâlet ve küfrün zifiri karanlıkları aşkın ve imanın nurlarıyla delinmiş; rezillik, sefahat ve kepazelik yerini sevgiye, dostluğa, kardeşliğe ve insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle, cemâdâtıyla bütün kâinatı topyekûn kucaklayan ilâhi bir aşka bırakmıştır.
Hicret, insanlık tarihinin en yüce olayıdır. Hicret, bir başkaldırıdır. Hicret, zâlimler ve sefihler sürüsüne karşı “Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak” diyebilenlerin, zafer neşidesidir. Hicret, aşka ve ebedî güzelliğe verilen en güzel bir selâmdır. Hicret ışıktır, renktir, aşkın insan kalbinden çıkardığı en güzel şiirdir.
Mekke’li müşrikler kesin kararlıdırlar. Ne pahasına olursa olsun, Resulullah Efendimizi kesin olarak öldürmek için. En büyük putları üzerine and içmişlerdir. Kâinatın Efendisi ve Hz. Ebubekir, kapısına örümceğin ağlarını ördüğü, bir kuşun yuva yaptığı mağarada birlikteler. Zarifler zarifi, yüceler yücesi Hz. Ebubekir, Resulullah Efendimize hitap ederek “Efendim” diyor, “Çok yorgunsunuz, başınızı dizimin üzerine koyun ve biraz uyuyun.” Peygamberimiz biraz sonra dalmıştır. Birden uyanıyor, mübârek yüzünde bir damla ıslaklık hissediyor. Hz. Ebubekir’e dönerek “Ne oldu?” diyor. Hz. Ebubekir “Özür dilerim efendim” diyor. “Dişim çok ağrıyordu da acısına dayanamadım. Gözyaşımı tutamadım. Yüzünüze düştü. Beni bağışlayın.” Peygamberimiz “Daha önce niye söylemedin?” buyuruyor. Cevap bir ömür boyu düşünülse yine de her defasında insanı ürpertecek, kendinden geçirtecek incelikte. “Efendim” diyor; “Allah’ı size şikâyet mi edeyim?”
Medine’ye geliş, girişte boş bir arsanın satın alınışı, orada ilk mescidin kuruluşu. Ashab-ı Suffe’nin mescidin yanına yerleştirilişi. Müslümanların akın akın Medine’ye gelişleri. Eski ismi Yesrip olan Medine’nin “Ensar’ın”, “Muhacirun’a” karşı gösterdiği insanlık tarihinde bir eşi daha görülmeyen sevgi, saygı, dostluk, muhabbet ve kardeşlik ile insanlık kültür tarihinin en muhteşem sitesi oluşu... Ensar yani Medine’de oturanlar, Mekke’den gelen müslüman kardeşlerine karşı evlerini, sofralarını, gönüllerini öyle bir açtılar ki, onların gösterdiği edep, incelik, insanlık tarihine altın harflerle geçti. En ufak bir nefsâni duyguya kapılmaksızın, maddi mânevi bütün varlıklarını gelen kardeşleriyle paylaştılar.
Paylaşmak, ki o en güzel olan, tarihte misli görülmemiş örneğini Medine’de yaşadı. Ensar ve Muhacirun öyle bir kucaklaştılar ki, hassas insanları, hatırlandıkça her an ağlatabilir. Onlar “Sevmek, devam eden en güzel huyum” dediler. Onlar, “Seviyoruz, seviliyoruz, güzelliğimiz bu yüzden” dediler. Ve arkasından Mekke’lilerin, müşrik ruh halleri içinde tuşa gelip, pestilleri çıktıktan sonraya kadar devam eden savaşları. Pek tabiidir ki, böylesine anlaşmış, inanmış, bir ve beraber olmuş insanların aşkı önünde mağlubiyeti tadacaklar, rezil ve perişan olacaklardı. Hicretten sekiz yıl sonra, o güzeller güzeli insanlar, Peygamberimizin önderliğinde Mekke’ye geleceklerdi. Allah’ım o ne muhteşem bir gelişti. O mağrur, o gurur ve kibir dolu Mekke’li büyüklerin burunlarının sürtülüşü, Kâinatın Efendisinin ayaklarına kapanarak af dileyişleri. Öyle muhteşem bir af ki, ondan Ebu Süfyan, Ebu Süfyan’ın hanımı Hind, Hind’in kölesi Vahşi bile nasiplerini alacaklardı. İnsanlık tarihinin en büyük cinayetini işleyen, o güzeller güzeli, o yüceler yücesi, o mert, o yiğit, o cesur Hz. Hamza’yı öldürüp katleden, parçalayıp ciğerini çıkaran Vahşi bile, aftan nasiplenecekti. Bazen minicik, mini minnacık bir nedenle birbirlerine küsen, darılan müslüman kardeşlerimize, bu affı her zaman hatırlatmakta yarar var sanırım.
Kur’an-ı Kerim’de kısasın hak olduğu belirtildikten sonra, ama denilir, Allah rızası için affederseniz, bağışlarsanız, bunda sizler için büyük mükâfatlar, ecirler vardır. Acaba bir insanın kalbini ömür boyu devam eden kinler, nefretler kadar onu tekâmül yolundan alıkoyan ne vardır? Yunus ne güzel söyler: “Biz kimseye kin tutmayız, düşmanımız kindir bizim.” Biz Müslümanlar, bu kısacık geçici dünya hayatına kin tutmak, nefret etmek için değil, sevmek için, sevilmek için, hayır için, yardım için, güzellikler için gönderildik ve onun için yaşıyoruz. Müslümanların en iyisi, en güzeli, en hayırlısının, çevresine en çok faydalı olanlar, en çok hayır işleyenler arasında bulunması boşuna değildir.
İnsanlık hicret olayı üzerinde ne kadar dursa, onun üzerinde ne kadar derinleşse yine de azdır. İnsanlığın kültür ufuklarında mızrak mızrak yükselen mânevi güneşler, hep Hicret’ten sonra olmuş, mânevi aşkların en erişilmezi Hicret’ten sonra yaşanmıştır. Ve Hicret olayının altın ışıkları, kıyâmete kadar güzelliklerini, bütün insanlık ailesinin üzerine serpecektir.
Hicreti, nefsaniyetten kalbe, aşka gidiş olarak da vasıflandırabiliriz. En büyük mutluluk, Allah’ın huzurunda aşkla, imanla başını secdeye koyan o temiz, o güzel müslümanların hâli değil midir? Nefsaniyetten Rahmâniyete hicret kadar insanı yücelten, ulvîleştiren, hakikâte götüren başka ne olabilir? Ve gerçek medeniyet kalbin, imanın, aşkın medeniyeti değil midir?
|