subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt VI                                                                          Sabri Tandoğan

 

Beşeri Münasebetlerdeki İncelik

Zaman zaman işitiriz, okuruz, şahit oluruz, bazı kimseler efendim derler, yaşama gücümü kaybettim, tahammülüm kal­madı, hem yaşamak da istemiyorum. Bu sözlerin derinliğine in­diğimiz zaman şunu görürüz. Bu insanların asıl söylemek iste­dikleri, insan ilişkilerindeki kırıcı, kaba, yozlaştırıcı durumlardır. İnsan ne bekliyor yaşadığı hayattan; biraz sevgi, biraz saygı, biraz ilgi. Ama pek istisnai durumlar hariç, aradıklarını bula­mıyor. Merhum şair, bu durumu ne güzel anlatmış.


Biraz kül, biraz duman, o benim işte


Kerem misâli yanan, o benim işte


İnanma gözlerine ben ben değilim


Beni sevdiğin zaman, o benim işte.


Senelerce, senelerce evveldi... Danıştay’da çalışıyordum. Öğle tatiliydi. Bir gün, merhum şair ve yazar Salah Birsel, elinde bir kitapla çıkageldi. “Sabri Bey” dedi. “Son kitabımı bugün matbaadan aldım. Size imzalayıp, sunmak istiyorum.” Bugün gibi hatırımda, çok güzel renkli bir kapaktı ve üzerinde şunlar yazılıydı. “Sen Beni Sev.” Salah Birsel, şair ve yazar yönlerinin yanında espriyi, mizahı çok seven bir insandı. Kapağı oku­duktan sonra kitabına neden böyle bir isim seçtiğini sordum. Merhum gülerek “Niye hayret ettiniz?” dedi. “Şimdi herkes böy­le. Herkes sevgiyi karşısındaki insandan bekliyor. Onun kendi­sini sevmesini istiyor.” Öyle bir durum ki, çiftçi tarlaya tohumunu atmadan mahsul bekliyor. Ancak daha önce tohumunu atanın mahsul beklemeye hakkı olur. Seven sevilir, sayan sayılır, ilgi gösteren ilgi görür. Yunus Emre de bir mısraında “Sev, sevil” der. Bugüne kadar hayatında hiç kimse sevmeden sevilmedi. Saygı göstermeden saygı görmedi. Nasıl hukuk dünyasında birtakım konular varsa, mânâ âleminin de kendine göre ka­nunları vardır. Bizim egoizmimiz, nefsaniyetimiz, bencilliğimiz hayatın kanunlarını değiştiremez ki. O her yerde hükmünü icra eder.


Başta Resulullah Efendimiz olmak üzere, mânâ yolunun büyükleri incelenecek olursa şunları görürüz. Aklın ölçülerini aşan bir edep, incelik, tevâzu. Bencillikten uzaklığın en güzel örnekleri ve sevgi. Sevgi kelimesini de aşan, akla durgunluk veren bir sevgi. Her zerrede Hak’kın ayrı bir tecellisini gören, Âyeti Kerime’deki Ne yana bakarsan bak, Allah’ın vechi oradadır” hükmünü, bütün nüanslarıyla ihata eden bir sevgi. Öyle bir sevgi ki, zirvesini Muhammedî aşkta buluyor. Yer­yüzündeki bütün insanları, bütün hayvanları, bütün nebâdâtı ve bütün cemâdâtı kucaklayan bir sevgi. İşte o zaman hayat renkle, ışıkla, güzellikle, ilâhi estetikle doluyor. Hayat o zaman anlamını kazanıyor. İnsanoğlu o zaman büyüyor, güzelleşiyor ve yüceliyor. Beşeri münasebetlerdeki o harikulâde güzellikler de o zaman ortaya çıkıyor. O zaman insan vasıta olmaktan kurtulup, gaye oluyor. Kâinatta bir şey kalmıyor da insan zuhur ediyor. İnsan, günümüzün anlayışına göre ancak parayla pulla, malla mülkle, mevki, makam, rütbeyle büyüyüp güzelleşebilir. Ama bu anlayışın sonuçlarına bakıyoruz, görülenler tüyler ür­pertiyor. Ruh ve akıl hastaları stres dolu, bunalım dolu. İnsanlar bedbin, karamsar, yaşama sevincini kaybetmiş… Parayı ve malı put haline getiren insanların ortaya çıkardıkları zakkumlar. Her­kesin bildiği bir şarkı var “Bir dost bulamadım gün akşam oldu.” Olayda hayret edilecek bir yön yok. Ekilenler biçiliyor hepsi bu kadar. Oysa insanoğlunun asıl ihtiyacı biraz sevgi, biraz dostluk, sımsıcak bir yakınlık. Ve sevginin, saygının, dostluğun olmadığı yerde ne beklemeye hakkımız var. Çocuktum, bir tasavvuf kita­bının üzerinde gördüğüm isim, beni günlerce düşündürmüştü. Kitabın üzerinde “Nerde Sevgi, Orda Allah” yazıyordu. Geçen yıllar bana şunu öğretti. İnsanlar sevgiyle yaşayınca Allah’a yaklaşıyorlardı. Sevgiden uzaklaştıkça da şeytana yaklaşıyor­lardı. Demek ki şeytan, Allah’tan uzaklaşanların sırrıydı. Onlar ne güzel yaşamışlardı. Onlar Allah yolunun yolcuları, onlar son­suzluk kervanına katılanlar. Çocukken babaannemin anlattığı bir hikâye, beni ömür boyu ürpertti. Bir gün, küçük bir kız ço­cuğu leblebi almak için mahallenin bakkalına gider. Elindeki parayı uzatır, leblebi ister. Bakkal leblebiyi vermek için doğrulur. O sırada, o kız çocuğu sesli olarak gaz çıkarır. Ve utancından yüzünün rengi değişir. Bakkal çocuğun ne kadar üzüldüğünü, perişan olduğunu görünce “Kızım” der, “Ben sağırım, söyle­diklerini anlamadım, lütfen tekrar et.” Bu söz üzerine, çocuk biraz ferahlar. Tekrar eder. Bakkal tekrar seslenir, aynı sözleri söyler. İkinci tekrardan sonra çocuğun rengi yerine gelir, titre­mekten vazgeçer. Ve mahalle bakkalı, o kız çocuğu, o günü hatırlayıp da mahcup olmasın diye, hayatının sonuna kadar sağır rolü oynar.


Beşeri münasebetler, insanlarda öyle ince, kibar, zarif dik­kâtler istiyor ki, insanoğlu bazen bir kelime ile, alaycı bir dudak büküşle, kaba bir hareketle ebediyen yaralanabiliyor. Zemheri soğuğundan daha sert bakışlar görüyoruz. Bazen ince, zarif, mânâlı bir tebessüm, insana ömür boyu sürecek mutluluklar kazandırabiliyor. Bazen bir tebessüm, bir insanı intihardan dön­dürebiliyor. Bazen bir tebessüm, bütün dünyayı dolaşıyor. Şair Özdemir Asaf bir şiirinde bu durumu ne güzel anlatıyor:


Bana yakın geldin dedi vurdu


Bana uzak kaldın dedi vurdu


Adlarını sordum, insan dediler.


Hepimiz hayatımızı çeşitli zorluklar içinde götürüyoruz. Hepimizin çeşitli sıkıntılarımız var. Ne olur, bu hayatı bir de haklı dahi olsak, biz zorlaştırmayalım. Âşık Veysel ne güzel söyler:


Benim derdim bana yeter,


Bir de sen dert katma bülbül.


Bazen bir selâm, minicik bir hediye bir insanı dertlerinden, hastalıklarından kurtarabilir. Hepimizin elinde böyle imkânlar varken neden kullanmıyoruz acaba.


Bir kış günüydü, akşam görevimden çıkmış Sakarya Cad­desi’ne kahvaltılık almak için gidiyordum. Önüm sıra iki kız çocuğu konuşarak yürüyorlardı. Biri arkadaşına, “Ayşe hasta­lanmış, ziyaretine gittin mi?” dedi. Arkadaşı yanında parası olmadığı için bir çiçek veya kolonya alamadığını, bu nedenle de gidemediğini söyledi. Onun üzerine arkadaşı, “Benim yanımda biraz para var, şuradan bir nergis alıp götürelim” dedi. Arkadaşı “Hiç hastaya öyle bir hediye götürülür mü?” dediğinde, “Niye götürülmesin?” diye cevap verdi. “Dostum beni arasın da, acı fındıkla arasın.” dedi. Aradan yıllar geçti. O ufacık çocuğun ağ­zından çıkan sözdeki güzelliği unutamadım. Her gün tekrar­lıyorum. Ve her tekrarlayışta ayrı bir heyecan duyuyorum.


Ne olur, bizler de Yunus gibi “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” desek ve birbirimize Allah rızası için sevgi ve saygı göstersek, ne kaybederiz?

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]