Ne zaman sorumluluğa ait bir şey okusam, işitsem aklıma bu hikâye gelir. Hikâyenin yazıldığı tarihte ilkokul öğrencisi idim. Şimdi saçım sakalım ağardı, ihtiyarladım, ama değişen bir şey olmadı. Hep aynı olay ortaya çıkıyor. Birtakım kimseler sorumlu gösteriliyor, flaşlar patlıyor, yumruk gibi harflerle manşetler atılıyor, ama sonra. Sonrası hiç. Soruyorum sizlere, namussuzca, şerefsizce, hayasızca bankaları hortumlayarak nice zamandır memleketi krize sokan alçakların hangisi hapiste? Üstelik içlerinde, aman ne iyi yaptın, ne güzel yaptın, tekrar yap olur mu cicim diyerekten, o hortumcuların bazılarını milyarlarla ödüllendirerek yetmiş milyona dil çıkartan, yetmiş milyonla alay eden sayın büyüklerimiz de var. Şu anda çok karışık bir ruh hâli içindeyim. İçimden ağlamak geliyor, haykırmak, feryat etmek geliyor. “Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak” demek geliyor. Şair ne güzel söylemiş:
“Ey benim dev memelerinde cüceler emziren acayip memleketim”
Sanırım, mânevi duyguları, inançları olmayan insanlarda, sorumluluk da olmuyor.
“Yalnız acı bir lokma zehirle pişmiş aştan
Ve ayrılık anneden, vatandan, arkadaştan”
Sorumluluk duygusu olmayan kimselere nasıl insan denilir? Bunlar nüfus sayımında nasıl insan diye sayılırlar, hâlâ anlamış değilim. Küçüklüğümden beri dikkât ettim. Sorumluluk duygusu olmayan insanlarda, kesinlikle söylüyorum, şahsiyet de teşekkül etmiyor. Evini toplamadan, temizlemeden, yemeğini pişirmeden kendini dışarıya atan bir kadında hiç şahsiyet olabilir mi? Hz. Ömer’i gece sabahlara kadar aç var mı, hasta var mı, ağlayan, inleyen, ıstırap çeken var mı diye sokaklarda dolaştıran, ondaki sorumluluk duygusu değil miydi? Bazı televizyon kanalları Televole’lerle, çeşitli hepinizin bildiği programlarla zehir saçıyorlar. İnsanlarımızı akıl ve ruh hastası yapıyorlar. Bunların yöneticilerinde zerre kadar sorumluluk duygusu olsa, böyle hareket edebilirler mi? Adı profesöre çıkmış birtakım belli kimselerle toplumun ruh ve iman kalelerinde gedikler açarlarken hiç mi vicdanları sızlamıyor? Nakış iğnesinin ucu kadar sorumluluk duygusuna sahip olsalar, bunları yapabilirler mi? Bir toplum ki ailesiyle, okuluyla, müesseseleriyle sorumluluk duygusundan uzak yaşıyorsa, insanın ister istemez dudaklarından bir mısra dökülüyor.
“Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbâlime”
Bir gün seçimi kaybettikten sonra Çörçil’e sormuşlar: “Yeni Başbakan hakkında ne düşünüyorsunuz?” Gülmüş. “Bir gün yolda gidiyordum” demiş. “Bir makam arabası durdu. İçinden yeni Başbakanın elbiseleri çıktı.” Ben, sorumluluk duygusu olmayan insanları da ona benzetiyorum.
Bir zamanlar Ankara’nın meşhur şekercisi Ali Uzun’un bir helvacı ustası vardı. O helvayı yemeğe doyum olmazdı. Ağzınızda eriyiverir, dağılıverirdi. Eşi emsâli olmayan bir lezzetle ayaklarınız yerden kesilirdi. Bir gün, kendisine bu kadar güzel helva yapmanın sırrını sordum. Tevâzu ile başını önüne eğdi, konuşmak istemedi. Sonra ısrar edince anlattı. Helva yapmazdan önce gusül abdesti alır, secdeye varır, başarılı olması için Allah’a niyazda bulunurmuş. Sonra imalâthaneye girerken santrale haber bırakırmış, beni kim ararsa arasın, bağlamayın. Bugün imalât günü dermiş. Helvanın yapılması bitinceye kadar kimseyle konuşmaz, âyetler, hadisler okurmuş. Helva bittikten sonra da, iki rekât şükür namazı kılarmış.
Gençlik yıllarımda, elbiselerimi diken bir terzi vardı, Sabri Yılmaz Yanık. Bir gün lise son sınıftaydım, bir akrabamız evleniyordu. Düğünde yeni bir elbise giymek istedim. Kumaşımı Sabri Yılmaz Yanık’a götürdüm. Düğün tarihini söyledim. O tarihe kadar yetiştirmesini rica ettim. Teslim günü gittim. Elbiseyi giydim, kendisine teşekkür ettim. “Ustacığım, ellerine sağlık pek güzel olmuş” dedim. Sabri Yılmaz “Hayır” dedi. “Çok güzel olmamış, sağ kolun arkasında minicik de olsa bir potluk var. Siz görmediniz, ama ben görüyorum. Bu şekilde elbiseyi teslim edemem.” “Ama biliyorsunuz, bu gece düğün var, giymem gerek” dedim. Hiddetlendi, kaşlarını çattı, kesinlikle veremeyeceğini söyledi. Ve o kol üç kere söküldü, yeniden dikildi. Sonunda inanılmaz güzellikte bir elbise ortaya çıktı. İşte terzi Sabri Yılmaz Yanık’taki sorumluluk duygusu, onu bu şekilde harekete mecbur etmişti.
Bir ailenin çocuğuna bırakacağı en büyük miras, kız olsun, erkek olsun, onda bir sorumluluk duygusu uyandırmaktır. Bunu veremeyen aile, yarın evlâdına trilyonlar da bıraksa, kısa bir süre sonra onların çarçur olduğunu görür. Öğretmenlerin, öğrencilerine aşılayacağı en güzel duygu, sorumluluk olmalıdır. Sorumluluk duygusu olmayan insan bir hiçtir, bir sıfırdır. Aile ve toplum için utanç vesilesidir. Eğer bizler sorumluluk duygusuna sahip değilsek, asla adam olamayacağımızı bilmeli, kendimizi boş yere kandırmaktan kurtarmalıyız. Milletler, içlerindeki sorumluluk duygusuna sahip insanların sayısı kadar güçlü olur, büyür ve yücelirler.
Sorumluluk, önce Allah’a ve Peygamber’e karşı olmalıdır. Ne için dünyaya gönderildiğinden habersiz bir insanın bir beyefendi, bir hanımefendi olduğunu hayatta kimse görmemiştir. İt gibi yaşayanlar, sonunda it gibi ölürler.
Ne olur, niçin yaratıldığımızın, neden dünyaya gönderildiğimizin bilincinde olsak. Bir gül gibi yaşayıp, severek ve sevilerek elimizden gelen her türlü iyiliği ve hayrı son nefesimize kadar yaparak, bir gül yaprağı gibi Hak’ka göçsek ne kaybederiz?
Duyuyor, biliyor, inanıyorum ki
Yaşamak sevgilerle güzel.
El ele tutuşup ilân edelim
“Aşk gelicek, cümle eksikler biter.”