subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt VI                                                                          Sabri Tandoğan

 

Sorumluluk ve İnsan

Senelerce, senelerce evveldi. Şimdiki Modern Çarşı’nın olduğu yerde Devrim İlkokulu vardı. Orada okuyordum. Mem­duh Şevket Esendal’ın her hafta bir hikâyesi yayınlanırdı, M.Ş.E. takma ismiyle günlük aldığım gazetede. Bir hikâyesini hiç unutamam. Hikâyenin adı “Sorumlu” idi. O sıralarda Millî Eğitim Bakanlığında bir yangın çıkarılmış, hepimizin gözü önün­de, koca Bakanlık cayır cayır yanmıştı, sorumlusu aranıyordu. Bakanlık müsteşarı “tabii hikâyede” istifaya hazırlanıyordu. Bir tatil günü odasına gelmiş, çekmecelerini topluyordu. İçeriye odacısı girdi ve ne yaptığını sordu. Müsteşar bey başını kaldırdı ve hüzünle şu sözleri söyledi. “Bu yangından sonra nasıl olsa beni makamımda oturtmazlar, özel eşyalarımı almaya geldim.” Odacı itiraz etti. “Hayır efendim, ben sizi kurtarırım” dedi. Müs­teşar hayretle sordu. “Nasıl olur?” Odacı bilgiç bilgiç sırıttı. “Ko­layı var efendim” dedi. “Şimdi bütün gazetelere telefon ede­ceğim. Sorumlunun bulunduğunu söyleyeceğim.” Derhal dışarı çıktı, az ileride bir hamal, elinde ipiyle kendini çağıracak kimseyi bekliyordu. Ona dönerek dedi ki, “Sana on beş gün köfte, döner getireceğim, yeni bir takım elbise alacağım, on beş gün sonra da cebin paralarla dolu olarak çıkacaksın. Yalnız bir şartım var. Bu süre içinde kim ne derse desin, ne sorarsa sorsun ağzından tek söz çıkacak, sorumlu benim. On beş gün sonra nereye gidersen git.” Zavallı hamalı kolundan sürükleyerek Bakanlığa götürür. Ellerindeki fotoğraf makinaları ile bekleyen gazetecilere hamalı göstererek, “İşte beyler, sorumlu bu” der. Ardı ardına flaşlar patlar, sorular sorulur. Cevap hep aynıdır, sorumlu benim ve müsteşar bey koltuğunu kurtarır.


Ne zaman sorumluluğa ait bir şey okusam, işitsem aklıma bu hikâye gelir. Hikâyenin yazıldığı tarihte ilkokul öğrencisi idim. Şimdi saçım sakalım ağardı, ihtiyarladım, ama değişen bir şey olmadı. Hep aynı olay ortaya çıkıyor. Birtakım kimseler sorumlu gösteriliyor, flaşlar patlıyor, yumruk gibi harflerle manşetler atı­lıyor, ama sonra. Sonrası hiç. Soruyorum sizlere, namussuzca, şerefsizce, hayasızca bankaları hortumlayarak nice zamandır memleketi krize sokan alçakların hangisi hapiste? Üstelik içle­rinde, aman ne iyi yaptın, ne güzel yaptın, tekrar yap olur mu cicim diyerekten, o hortumcuların bazılarını milyarlarla ödül­lendirerek yetmiş milyona dil çıkartan, yetmiş milyonla alay eden sayın büyüklerimiz de var. Şu anda çok karışık bir ruh hâli içindeyim. İçimden ağlamak geliyor, haykırmak, feryat etmek geliyor. “Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak” demek geliyor. Şair ne güzel söylemiş:


“Ey benim dev memelerinde cüceler emziren acayip memleketim”


Sanırım, mânevi duyguları, inançları olmayan insanlarda, sorumluluk da olmuyor.


“Yalnız acı bir lokma zehirle pişmiş aştan


Ve ayrılık anneden, vatandan, arkadaştan”


Sorumluluk duygusu olmayan kimselere nasıl insan denilir? Bunlar nüfus sayımında nasıl insan diye sayılırlar, hâlâ anlamış değilim. Küçüklüğümden beri dikkât ettim. Sorumluluk duygusu olmayan insanlarda, kesinlikle söylüyorum, şahsiyet de teşekkül etmiyor. Evini toplamadan, temizlemeden, yemeğini pişirmeden kendini dışarıya atan bir kadında hiç şahsiyet olabilir mi? Hz. Ömer’i gece sabahlara kadar aç var mı, hasta var mı, ağlayan, inleyen, ıstırap çeken var mı diye sokaklarda dolaştıran, ondaki sorumluluk duygusu değil miydi? Bazı televizyon kanalları Tele­vole’lerle, çeşitli hepinizin bildiği programlarla zehir saçıyorlar. İnsanlarımızı akıl ve ruh hastası yapıyorlar. Bunların yöneti­cilerinde zerre kadar sorumluluk duygusu olsa, böyle hareket edebilirler mi? Adı profesöre çıkmış birtakım belli kimselerle toplumun ruh ve iman kalelerinde gedikler açarlarken hiç mi vicdanları sızlamıyor? Nakış iğnesinin ucu kadar sorumluluk duygusuna sahip olsalar, bunları yapabilirler mi? Bir toplum ki ailesiyle, okuluyla, müesseseleriyle sorumluluk duygusundan uzak yaşıyorsa, insanın ister istemez dudaklarından bir mısra dökülüyor.


“Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbâlime”


Bir gün seçimi kaybettikten sonra Çörçil’e sormuşlar: “Yeni Başbakan hakkında ne düşünüyorsunuz?” Gülmüş. “Bir gün yol­da gidiyordum” demiş. “Bir makam arabası durdu. İçinden yeni Başbakanın elbiseleri çıktı.” Ben, sorumluluk duygusu olmayan insanları da ona benzetiyorum.


Bir zamanlar Ankara’nın meşhur şekercisi Ali Uzun’un bir helvacı ustası vardı. O helvayı yemeğe doyum olmazdı. Ağzı­nızda eriyiverir, dağılıverirdi. Eşi emsâli olmayan bir lezzetle ayaklarınız yerden kesilirdi. Bir gün, kendisine bu kadar güzel helva yapmanın sırrını sordum. Tevâzu ile başını önüne eğdi, konuşmak istemedi. Sonra ısrar edince anlattı. Helva yapmaz­dan önce gusül abdesti alır, secdeye varır, başarılı olması için Allah’a niyazda bulunurmuş. Sonra imalâthaneye girerken sant­rale haber bırakırmış, beni kim ararsa arasın, bağlamayın. Bu­gün imalât günü dermiş. Helvanın yapılması bitinceye kadar kimseyle konuşmaz, âyetler, hadisler okurmuş. Helva bittikten sonra da, iki rekât şükür namazı kılarmış.


Gençlik yıllarımda, elbiselerimi diken bir terzi vardı, Sabri Yılmaz Yanık. Bir gün lise son sınıftaydım, bir akrabamız ev­leniyordu. Düğünde yeni bir elbise giymek istedim. Kumaşımı Sabri Yılmaz Yanık’a götürdüm. Düğün tarihini söyledim. O tarihe kadar yetiştirmesini rica ettim. Teslim günü gittim. Elbiseyi giydim, kendisine teşekkür ettim. “Ustacığım, ellerine sağlık pek güzel olmuş” dedim. Sabri Yılmaz “Hayır” dedi. “Çok güzel ol­mamış, sağ kolun arkasında minicik de olsa bir potluk var. Siz görmediniz, ama ben görüyorum. Bu şekilde elbiseyi teslim ede­mem.” “Ama biliyorsunuz, bu gece düğün var, giymem gerek” dedim. Hiddetlendi, kaşlarını çattı, kesinlikle veremeyeceğini söyledi. Ve o kol üç kere söküldü, yeniden dikildi. Sonunda ina­nılmaz güzellikte bir elbise ortaya çıktı. İşte terzi Sabri Yılmaz Yanık’taki sorumluluk duygusu, onu bu şekilde harekete mecbur etmişti.


Bir ailenin çocuğuna bırakacağı en büyük miras, kız olsun, erkek olsun, onda bir sorumluluk duygusu uyandırmaktır. Bunu veremeyen aile, yarın evlâdına trilyonlar da bıraksa, kısa bir süre sonra onların çarçur olduğunu görür. Öğretmenlerin, öğ­rencilerine aşılayacağı en güzel duygu, sorumluluk olmalıdır. Sorumluluk duygusu olmayan insan bir hiçtir, bir sıfırdır. Aile ve toplum için utanç vesilesidir. Eğer bizler sorumluluk duygusuna sahip değilsek, asla adam olamayacağımızı bilmeli, kendimizi boş yere kandırmaktan kurtarmalıyız. Milletler, içlerindeki so­rumluluk duygusuna sahip insanların sayısı kadar güçlü olur, büyür ve yücelirler.


Sorumluluk, önce Allah’a ve Peygamber’e karşı olmalıdır. Ne için dünyaya gönderildiğinden habersiz bir insanın bir be­yefendi, bir hanımefendi olduğunu hayatta kimse görmemiştir. İt gibi yaşayanlar, sonunda it gibi ölürler.


Ne olur, niçin yaratıldığımızın, neden dünyaya gönderildi­ğimizin bilincinde olsak. Bir gül gibi yaşayıp, severek ve se­vilerek elimizden gelen her türlü iyiliği ve hayrı son nefesimize kadar yaparak, bir gül yaprağı gibi Hak’ka göçsek ne kaybe­deriz?


Duyuyor, biliyor, inanıyorum ki


Yaşamak sevgilerle güzel.


El ele tutuşup ilân edelim


“Aşk gelicek, cümle eksikler biter.”

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]