subHeader_l

 Gönül Sohbetleri - Cilt V                                                                          Sabri Tandoğan

 

Karışık Kafalar

Günümüz insanlarında en çok görülen durumlardan birisi de kafa karışıklığı. Birçok insan, bu hâli bütün nüanslarıyla yaşıyor. Onu doğru yoldan ayıran o kadar çok husus var ki... Bunların başında ön yargılar geliyor. Vaktiyle yol kesen haramiler varmış, bugünün insanının yolunu ön yargılar kesiyor. Radyolar, tele­vizyonlar, gazeteler insanların iletişimini sağlamak bir yana, ta­biri caizse iletişimlerine engel oluyorlar. Belirli çevrelerin her gün çıkardıkları uydurma haberler, insanları şaşkına çeviriyor. İn­sanlar ne yapacaklarını bilemiyorlar, sanki sözden ve harften bir denizde boğuluyorlar. Kafa karışıklığı, daha ufacık çocukken başlıyor. Okuldan telkin edilen düşüncelerle, aileden gelen fikir­ler çok küçük yaştan itibaren birbiri ile çelişiyor, minicik ruhlarda fırtınalar yaratıyor. Topluma egemen olan güç, bütün dehşetiyle insan ruhlarına saldırıyor. Çok kıymetli bir hanımefendi anlattı. O hani televizyonlarda sık sık çalınan rezil bir şarkı var, “Bas bas paraları Leyla’ya, bir daha mı geleceğiz dünyaya”, bunu bir ilkokulun önünden geçerken işitiyor. Hayretle ve dehşetle dönüp bakıyor. Bir öğretmen, öğrencilerine koro halinde bu şarkıyı söy­letmektedir. Eğitimle uzaktan da olsa biraz ilgisi olan bir insan, bu durum karşısında çılgına dönebilir, feryat edebilir, hüngür hüngür ağlayabilir ama elinden başka ne gelir. Hangi Milli Eğitim yetkilisine ıstırabını duyurabilir ve derdini hangi televizyon kana­lından anlatabilir. Tabi hiçbirinde. Vatandaşın ıstırabına kulak veren bir tek kanalımız yok ki. Bugün Türkiye’de dürüst insanlar, temiz insanlar, karakter sahibi nice hanımefendiler, beyefendiler korkunç bir yalnızlığı yaşıyorlar. Çoğu ne aile içinde, ne hısım akraba içinde, ne çalıştığı işyerinde göz yaşını, ıstırabını kim­seyle paylaşamıyor, derdini kimseye anlatamıyor. Din ticareti yapan bazı televizyon kanalları, sadece ama sadece doyumsuz iştahlarını ve ceplerini tatmin yolundalar. Memleketle nadiren yetişen ve tek tük kıymetlere, bu din tüccarı televizyon kanalları asla ve asla yer vermiyorlar. Ben bugüne kadar hiçbir televizyon kanalında beyefendi, hanımefendi bir insanın çıkartılıp, onlarla konuşmalar yapıldığını görmedim. Siz gördüyseniz lütfen haber verin. Bu gidiş nereye, zulümlerin faturaları bir gün çıkmayacak mı sanırsınız. Ortalık yalnız kof şöhretlere kalmış, onlar her yere, onlar her şeye egemen.


Bıçak soksan gölgeme


Sıcacık kanım damlar


Gir de bir bak ülkeme


Başsız başsız adamlar.


Bu şartlar altında dürüst, temiz insanlar ne yapacaklar, nasıl bir yol tutacaklar? Yapılacak tek şey var. Yalnız ve yalnız Allah’a ve O’nun Yüce Peygamberine bağlanmak. Kur’an ve Hadis dışında yazılanlara, söylenenlere kulak tıkamak... Pey­gamberi sadece Kur’anı tebliğle görevli bir memur telâkki eden sözüm ona profesör taslaklarına, defolun diyebilmek. Bizim başımıza ne gelirse Kur’an, Hadis ve Sünneti Seniye dışında, ıvır zıvır insanlara, onların deli saçması televizyon konuşma­larına, onların para kazanmak için çıkardıkları kitaplara iltifat etmemizden ileri geliyor.


Üç buçuk yaşında idim, minicik omuzlarıma sığmayan büyük bir aşk ve heyecanla okuma yazma öğrenmiştim. Bir gün annem, bana bir defterle bir kalem getirdi. Oğlum dedi, sana bir cümle söyleyeceğim, bunu arka arkaya beş sayfaya tekrar-tekrar yazacaksın. O cümle şuydu. “Oğlum, Allah’ın ve Pey­gamberin inan dediklerinden başka hiçbir şeye, hiçbir kim­seye inanma.” Bütün çocukluğum, bu cümleyi tekrarlamakla geçti. Posta Caddesi’nde şimdiki Modern Çarşı’nın bulunduğu yerde, Devrim İlkokulu vardı. Ben orada okudum. Her sabah okula giderken, bu cümleyi tekrar ederdim. Çevrenizdeki ko­nuşmalara, tartışmalara arada bir kulak verin, ne kadar boş, ne kadar anlamsız, ne kadar ipe sapa gelmez olduklarını göre­ceksiniz. Falan meselede, filân profesörün görüşü şöyleymiş. Falan yazar böyle diyormuş. Bunlar lâf mıdır efendim? Allah aşkınıza bu sözlerin tutarlı bir yönü olabilir mi? Filân profesörün görüşü şöyle olabilir, böyle olabilir, bundan bana ne, beni ne ilgilendirir? Benim için önemli olan, Allah’ın ve Resulünün ne dediği ve Resulullah Efendimizin sünneti seniyesi. Hangi insan Allah’a ve Resulüne şeksiz, şüphesiz büyük bir aşk ve imanla bağlanmışsa, önemli olan odur. Eğer her önüne gelenin kişisel görüşüne ve kanaatine göre hareket edilirse, bu iş nereye varır. Bir gün, bir insan Hz. Ali’ye sorar, “Efendim” der, “İlim nedir?” Hz. Ali cevap verir: “İlim bir nokta idi, onu cahiller teksir etti (çoğalttı).” Bugün kafası karmakarışık olan insanlara sorun, falanca mesele hakkındaki görüşünüz nedir diye. Başlar sıra­lamaya, falanca âlim böyle diyor, filânca âlim şöyle diyor, an­latır, anlatır bir sürü isimler ve kitaplar söyler ama bir türlü sıra kendi görüşüne gelmez. Efendim bu konuda Kur’an-ı Kerim’in hükmü şudur, diyemez, bir türlü bu konuda “Yüce Resulümüz şöyle buyuruyor” diyemez. Bu isimler ve kitaplar çoğaldıkça, kafalar iyice karışır. İyiyi kötüden, güzeli çirkinden, eğriyi doğ­rudan tefrik edemez hâle gelir. Ve bu durum ne kadar acıdır. Böylelikle kişiliğini bulamamış, sevincini yakalayamamış, güzel­likten uzak tipler ortaya çıkıyor. Rahmetli hocam Op. Dr. Münir Derman “Oğlum serseriliğin birçok çeşidi vardır. Önüne gelen her kitabı okuyan, onun eleştirisini yapamayan, sadece oku­duğu kitapların sayısı ile övünen insanlar, ne kadar zavallı­dırlar.” derdi. Her işittiğine inanan, her sakallıyı hoca sanan, her ukalâlık yapanı âlim sanan kimseler için, ne sıfat kullanılır, onu siz söyleyin.


Önemli olan, iç ile dış, madde ile mânâ, ruh ile beden, dünya ile âhiret arasında güzel, hoş, uyumlu bir denge meydana ge­tirebilmek, bir senteze ulaşabilmektir. Allah’ımızın ve Yüce Re­sulümüzün bizden istediği budur. Ya ruh, ya beden, ya madde, ya mânâ, ya dünya, ya âhiret diyenler, nasıl da yanılıyorlar, acı bir gaflet içindeler. Önemli olan, hayata Sümbül Sinan Hazret­lerinin gül kasidesinde gibi;


Gül alırlar, gül satarlar,


Gülden terazi tutarlar,


Gülü gül ile tartarlar.


diyebilmek, hayatı bir gül gibi yaşayıp, Hak’ka bir gül gibi gö­çebilmektir. Dünyası cennet olanın, âhireti de cennet olur.


Tertemiz, misler gibi beyaz bir gül gibi yaşayıp, Hak'ka te­bessüm ederek, aşk içinde göçmek varken, kafa karışıklığından doğan bu sıkılmış yumruklar, kenetlenmiş dişler, zindan gibi bir ifade ile hayatta sürünmek niçin, yazık değil mi bizlere? Asırlar ötesinden büyük Yunus ne güzel sesleniyor. Bir kulak versek:


İlim ilim demektir


İlim kendin bilmektir


Sen kendini bilmezsin


Bu nice okumaktır.


Çarşıda, yolda aydınlık yüzlü, bakışları nur dolu bir insan gördüğümüz zaman, nasıl sevinir, mutlu oluruz. Sanki içimizde bir pencere açılır. Bize iyinin ve güzelin bütün seslerini ve ko­kularını getirir. Neden biz de öyle olmayalım? Neden biz de, sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz demeyelim?

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

 

Geri Dön

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]